İslâmiyet’in Doğuşu BÖLÜMIII

Ahmet MERAL

“Eğer onlar barışa yanaşırlarsa Sen de ona yanaş ve Allah’a tevekkül et. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Enfal, 61)

HUDEYBİYE BARIŞI

Hazret-i Peygamber hicretin altıncı yılında Mekke’yi ziyaret etmek amacıyla 1500 kişilik bir kâfileyle yola çıktı. İnançları uğruna doğdukları toprakları terk ederek Rasûlullah ile beraber Medine’ye yerleşen muhacirlerin bu yolculuğa iltifatları Medineli ensardan daha fazlaydı. Çünkü yıllardır kendi öz memleketlerinden uzak olmanın hasretiyle yaşıyorlar, Mekke’ye dönebilecekleri günün gelmesini yürekten arzu ediyorlardı. Kâbe’yi ziyaret etme amacıyla da olsa, bu hasreti gidermek ve doğup büyüdükleri toprakları görmek üzere düzenlenen bu yolculuk, Mekke müşriklerinin büyük direnişiyle karşılaştı. Kureyşliler Mekke’ye giriş yollarını kesmek üzere Halid bin Velîd ve İkrime bin Ebû Cehil’i yetkilendirerek onları gerekli tedbirleri almakla görevlendirdi.

Hazret-i Peygamber öncelikle Mek­ke’ye 17 kilometre uzaklıktaki Hudeybiye mevkiine ulaştı ve orada bir müddet konaklayarak amaçlarının sadece umre niyetli Kâbe ziyareti olduğunu, bu yüzden bu teşebbüslerinin engellenmemesi gerektiğini bir elçiyle Mekke’ye bildirdi. Ancak karşılıklı güven sağlamaya yönelik bu diplomatik girişimden müspet bir netice alamadı. Bunun üzerine Mekkeliler nezdinde itibarı yüksek bir aileden olan Hazret-i Osman’ı elçi tayin ederek onu Kureyş ileri gelenleriyle daha ayrıntılı görüşmeler yapmak üzere Mekke’ye gönderdi. Vazifesi hem müşriklerin durumlarını anlamak ve hem de amaçlarının sadece umre ziyareti olduğu konusunda Mekke ileri gelenlerini iknâ etmek olan Hazret-i Osman’dan uzun süre haber alınamadı. Böylece elçinin geri dönüşünün gecikmesi Müslümanlardaki mevcut sıkıntı ve kaygıları daha da artırdı. Bir ara Hazret-i Osman’ın Mekkelilerce öldürüldüğü haberi bile yayıldı. Mekke müşriklerinin Halid bin Velid komutasında 200 kişilik bir süvari birliği göndererek savaşa yol açacak hasmâne bir tutum içerisine girmeleri, gerginliği daha da artırdı. Bir çatışmanın kaçınılmaz hâle geleceği ihtimalini gören Hazret-i Peygamber, Müslümanları biraraya toplayarak onlardan ölünceye kadar direnip mücadele edecekleri konusunda biat/bağlılık sözü aldı. Heyecan ve gerginliğin son haddine vardığı o anda kararlı bir tutum gösterilerek Müslümanları yok etmek amacı taşıyan bu teşebbüs bertaraf edildi.

Bu gelişmeler olurken Mekkeliler de yeni çözüm arayışları geliştirmekle meşguldü. Nihayet kendilerine bir strateji belirleyerek tecrübeli bir müzâkereci olan Süheyl bin Amr’ın başkanlığında bir görüşme heyetini Hudeybiye’ye gönderdiler.

Uzun ve gergin geçen müzâkerelerin ardından Müslümanlar ile Mekkeliler arasında 10 yıl süreli bir barış antlaşması imzalandı. İlk bakışta Müslümanların aleyhineymiş gibi görünen bu anlaşmaya göre o yıl umre ziyareti yapılmayacak, buna karşılık bir sonraki yıl Müslümanların Kâbe’yi ziyaretine müsaade edilecekti. Ancak Müslümanlar bu ziyaret için Mekke’de ancak 3 gün kalabilecekler, yanlarında da sadece kılıç taşıyabileceklerdi. Antlaşmanın diğer bir maddesine göre velîlerinin izni olmadan Müslüman olup Medine’ye iltica eden Mekkeliler geri verilecek, İslâm’dan dönüp Mekkelilere katılmak isteyenler ise Müslümanlar tarafından engellenmeyecekti. Civardaki Arap kabileleri taraflardan istedikleri herhangi biriyle ittifak etmekte özgür olacaktı. Ancak her iki taraf da kendi himayeleri altındaki kabilelere askerî yardım yapmayacaktı.

Antlaşmanın imzalanmasının ardından Kureyş delegeleri daha karargâhtan ayrılmadan baş delege Süheyl’in oğlu Ebû Cendel gelip Müslümanlara katılmak istedi. Ancak Süheyl yapılan anlaşmanın derhâl uygulanması talebinde bulunarak oğlunun kendilerine teslimi konusunda şiddetle direndi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber antlaşma şartlarına uygun olan bu talebi kabul ederek Ebû Cendel’i babasına teslim etmek zorunda kaldı. Hâdise, inananlar arasında derin bir üzüntüye ve şaşkınlığa yol açtı…

Antlaşmanın şartları Müslümanların aleyhineymiş gibi görünse de, çok geçmeden Müslümanların lehinde sonuçlar vermeye başladı. Nitekim Müslüman olup Medine’ye iltica eden bazı Mekkeli Müslüman gençler Mekke’ye iade edilmeyi kabul etmeyip Medine’den çıktıktan sonra Suriye yolu üzerinde İyas adlı yerde toplandılar. Sayıları bir grup oluşturmaya ulaşır ulaşmaz, Mekke kervanları üzerinde önceden tahmin edilemeyen bir tehdit unsuru oldular. Bu durum Mekkelileri son derece rahatsız etmişti. Bunun üzerine Medine’ye başvurup antlaşma müzakereleri esnasında kendi lehlerine olarak kabul ettirdikleri bu maddenin iptalini istediler. Hazret-i Peygamber’in bu talebi kabul etmesi üzerine, Mekke’den ayrılıp Müslümanlara katılmak isteyenlerin önü açılmış oldu.

Bu anlaşmanın en önemli sonuçlarından biri de müşriklerin Müslümanların varlığını resmen kabul etmiş olmalarıydı. Artık bu güven ortamında, çarşıda, pazarda, hurma bahçelerinde, kervanların uğradığı istasyonlarda ve hemen her yerde İslâmiyet’in tevhid anlayışına dayalı yeni mesajı serbestçe konuşulabiliyor, iki kesim arasında sağlıklı iletişim kurabilmesinin önündeki tüm engeller ortadan kalkmış oluyordu. Öte yandan başından beri Müslümanları bozgunculukla suçlayan müşrikler, Hazret-i Peygamber’in getirdiği yeni dinin kalplerde ne denli güçlü îman şûleleri oluşturduğunu; önce inananların kendi aralarında, daha sonra da Müslümanlar ile Medineli ehl-i kitap ve diğer topluluklar arasında nasıl güçlü bir birlik ve beraberlik sağladığını yakînen görmüş oluyorlardı. Bu yeni birliğin ana gövdesi olan «Müslüman toplum» tümüyle «İslâm Kardeşliği» temeli üzerine inşa edilmişti. Sadece Allah’a boyun eğmeyi, O’na sevgi ve bağlılık duyarak yaşamayı, âhirette hesaba çekilme bilincini, ferdî ve içtimaî sorumluluk duygusunu esas alan bu yeni hayat biçimi önce Arap Yarımadası’nda, ardından da tüm dünyada akislerini göstermeye başladı.

Bu barış ortamının getirdiği olumlu şartlar sayesinde çok geçmeden inananların sayısı katlanarak artmış, gönüllerde putlara karşı derin bir nefret ve soğukluk meydana gelmişti. Bu olumlu değişimin hemen peşinden, îmanın ve ilâhî aşkın oluşturduğu heyecan sayesinde Arap Yarımadası’nda üstünlük Müslümanların eline geçti. Başta gençler olmak üzere Mekke’nin ileri gelen aileleri ardarda Müslüman oluyor, Hazret-i Peygamber’in getirdiği Kur’ân’ın canlı birer sayfasına dönüşüyorlardı.

Yine Kureyş’in hışmından çekinen civardaki diğer Arap kabileleri de bu antlaşma sayesinde Müslümanlarla daha rahat temas kurabilmeye başladılar.