Sepetçioğlu’nun Gözüyle Edebiyatçılarımız – 1

Mehmet Nuri YARDIM

Şairlerin ve yazarların birbirleri hakkındaki görüşleri, hükümleri, intibâları ve genel olarak yaptıkları değerlendirmeler, bana göre edebiyat tarihi ve fikir hayatımız bakımından son derece önemlidir. Yeni yitirdiğimiz değerli romancı, özellikle tarihî romanlarıyla geniş bir okuyucu kitlesinin hayranlığını kazanan rahmetli Mustafa Necati SEPETÇİOĞLU «Dünden Bugüne ve Yarına» isimli iki ciltlik hâtıralarında çocukluk ve ilk gençlik yıllarının yanı sıra gördüğü, tanıdığı, konuştuğu ve dostluk kurduğu bazı şair, yazar, düşünce ve sanat adamları hakkında bazen ince övgülere zaman zaman da kıyasıya eleştirilere varan değerlendirmelerde bulunur. Sepetçioğlu, bu tür metinlerinde sâhicidir. Çünkü samimî bir edâya ve içten bir ifadeye sahiptir. Daha ilk satırlarda sizi yanıltmayan dürüst bir kalem ile karşı karşıya olduğunuzu hemen hissedersiniz. Öyle ki, Sepetçioğlu bazen iğneyi, bazen çuvaldızı kendisine de batırır. Başkalarından bahsederken, kendi düşünüş, hissediş ve davranışlarını bütün açıklığıyla ortaya serer. Bu bakımdan sübjektif değil objektif hâtıralarla yüz yüze olduğumuzu söylemeliyim. Dolayısıyla bu sahih metinler, geçmiş edebiyat hayatımızı, fikir âlemimizi ve sanat dünyamızı daha iyi tanıma, anlama ve idrak etme konusunda bize yardımcı olmaktadırlar.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okumuş olan Sepetçioğlu, kitabının birçok yerinde hocası Prof. Dr. Ali Nihat TARLAN’dan övgüyle söz eder. «Kahraman Deyince» başlıklı bölümde şu zarif sözlerle metheder Tarlan’ı:

“Yıllarca önce, Edebiyat Fakültesi’nde okur iken, Allah rahmetini esirgemesin, Dîvân Edebiyatı dersini ünlü hoca Prof. Dr. Ali Nihat TARLAN Bey okuturdu. Hoca konusunun gerçekten uzmanıydı, değil, üstâdı idi. Günü geldiğinde daha geniş anlatacağım kişiliği ve ders okutuşunun seçkinliği hemen belli olurdu.” 1

Sepetçioğlu, kitabın ikinci cildinde «Fatih’in Şiirleri» bölümünde sözü yine Ali Nihat TARLAN’a getirir. Anlattığı mizahî hâdise 1950 yılında başına gelmiştir. Sabırlı ve birikim sahibi bir hocanın olgunluğunu anlamak bakımından ibretâmiz özellikler taşıyan bu metni, biraz dikkatlice ve üstünde düşünerek okumak lâzım herhâlde:

“O yıl, üniversitede ilk yılım idi. Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü’nde de Profesör Ali Nihat TARLAN’ın dersindeydik. Hoca, kendisine has tavrı ve sesiyle Fuzûlî’den bir gazeli açıklıyordu. Tahtaya resimler çizmekteydi. Ufuk çizgisinin kubbeleştiği bir görüntüde güneş doğmuş, yükselmiş, ikindiye yatmış ve batmıştı. Hoca bu geçişleri Fuzûlî’nin gazelinden okuduğu mısraları açıklayarak resimlendirmişti. Hem okuyor, hem çizgileri birbirine bağlıyordu, çizgiler resmi oluşturuyor idi.

Toyluğum bu açıklamayı kabul etmedi. Söz istedim, gazeli yüksek sesle okudum, dış görünüşüne uygun açıkladım. Benim açıklamam ile hocanın resimli açıklaması arasında dağlar kadar fark vardı. «Hocam bence siz yorumlarla şairi ressamlaştırıyorsunuz.» deyip ukalâlık yaptım. «Şair duygularını dillendirmiş, güneşin günlük gezintisini resmetmemiş.»

Ukalâlığım ile de doğrusu birazcık kabarmıştım.

Hoca kızmadı, öyle huyu yoktu; küçümsemedi de, o huyu da yoktu. Ezberinden yeni bir beyit okudu, bana tekrarlattı ve açıklattı. Onu da bir önceki gibi dış yüzünden açıkladım. Hoca: «Hayır yanıldın!» dedi. Güldü: «Yine yanıldın…» diyerek tebeşiri eline aldı; yine resimlerle beyti açıkladı; beyit, benimkinin tersi bir anlam kazanmıştı.

Bu sefer de karşı çıktım: «Sizinki yorum, açıklama değil…» dedim. «Şairin sizin düşündüğünüz gibi düşünüp yazdığını nasıl bilebileceksiniz Hocam? Sözler apaçık üstelik…» der demez hoca, yaramaz çocuklar gibi kıkır kıkır gülmeye başladı: «Çok kötü yanıldın evlât!» dedi. «Pek çok kötü yanıldın bu sefer. Böyleliğini biliyorum, bu anlamda yazıldığından eminim, çünkü şiirin şairi benim, ben yazdım!..»

Bana susmak düştü. Ağız açamadım artık.” 2

MAHİR İZ PARKI

Bir sokağa, bir caddeye veya parka verilen ünlü birinin isminin bazen başkalarını nasıl farklı ufuklara taşıdığını, uzun yolculuklara çıkardığını ve tatlı hayaller kurdurduğunu Sepetçioğlu’nun bir yazısından da anlamak mümkün. Kitabın «İki Ahlâk Anlayışı» başlıklı bölümünde bir ara yolu Bağlarbaşı’na düşen yazar, şehirdeki betonlaşmadan dert yandıktan ve eski ile yeni İstanbul arasında sıkı bir mukayese yaptıktan sonra uzun zaman oturup nefesleneceği bir yer arar. Sonunda bulur da. Bundan sonrasını ondan dinleyelim:

“Hangi belediye başkanının aklına düştüyse, eksik olmasın, oradaki taşlaşmayı düzenlemiş, yeşile döndürmüş, bir-iki oturacak yer yaptırmış, birkaç ağaçlık diktirmiş, adına da… Mahir İz Parkı, deyivermiş!

Mahir İZ?..

O zaman anladım ilgilenişimin asıl sebebini; beni eskilere götürüp getirenin ne olduğunu da anlamış oldum. Gördüğüm, küçücük nefeslenme yerinin yeşilliği değil idi bu; beni orada bağlayan o yere adı verilen kişiyi tanımış olmam, 1940’lı yılların en sonuncusunda uzun uzun konuşmuşluğum, daha sonraları da bir ahlâk ölçüsü belleyip hâtıralarım arasında ayrıcalıklı bir yer edinmiş olması o kişinin… beni esrikleştirmişti.

Mahir İZ, şimdi artık resmi bile kalmamış o mücevher işlenmişliğinde pırıltılı Osmanlı efendisinin belki de son örneğiydi. Türkiye Cumhuriyeti’nin Büyük Millet Meclisi’ndeki iki genç kâtibinden biri olmanın her zaman sır saklar kutsal bir tanığı oldu; edebiyat hocalığı ve yazarlığı onun ilim-irfan sahibi edipliğinin görünüşüydü. Bir gün hakkında bunları yazacağımı hayal bile edemezdim.” 3

ÂKİF’İ SAVUNDUĞU İÇİN AZARLANAN ÖĞRENCİ

Sepetçioğlu, Haydarpaşa Lise-si’nde şanslı bir öğrencilik dönemi yaşar. Çünkü dönemin tanınmış şair ve yazarları onun hocası olurlar veya okuduğu okulda görev yapmaktadırlar. Hâtıralarını dile getiren yazar, Mahir İZ’le ilgili olarak geçmişe bir yolculuk yaparken dikkate değer ve ibret dolu anekdotlar sunar. Bunlardan biri de edebiyat öğretmeni ve Sander Yayınları’nın kurucusu Mithat Sadullah SANDER’e aittir. Sander, Âkif’e düşman Fikret’e ise dosttur. Her derste İstiklâl Marşı şairimizi kötüler, genç Mustafa Necati ise hocasına karşılık verir Mehmet Âkif’i savunur. Tabiî karşılığında azarlanmayı, kızılmayı da göze alarak:

“Haydarpaşa Lisesi’nde tanımıştım. Nihal ATSIZ Bey’i tanıyıp dost oluşum gibi bir tanıma da değildi bu; Enver Naci GÖKŞEN’i tanıyıp yârenlik edebilecek ölçüde arkadaş olma tanışması hiç değildi… Uzaktan uzağa bir göz tanışıklığı bile değil, nöbetçi olduğu günlerde Haydarpaşa Lisesi’nin bitmek tükenmek bilmez uzun koridorlarında arada bir görürdüm, o kadar.

Adlarını yazdığım iki ünlü yazar ve hoca gibi Mahir İZ Bey de benim hocam olmadı. Nihal ATSIZ ve Enver Naci Beyler, o günlerde adı bilinen bir-iki dergide yazılarım yayınlandığı için benimle ilgilenirdi. Mahir İZ Bey ise adımı bile duymamıştı, bilmezdi. Bizim Birinci Büyük Millet Meclisi’mizin iki genç kâtibinden birinin de sonradan profesör, ordinaryüs profesör olan Hıfzı Veldet VELİDEDEOĞLU olduğunu düşünürseniz Mahir İZ Bey’i biraz daha iyi anlamış olabilirsiniz.

Benim edebiyat hocam Mithat Sadullah SANDER idi. O vakitler adı açığa çıkmamış gizliliğiyle esrarlı mason locasının genel sekreteri olduğunu söylerlerdi. Mehmet Âkif’i hiç sevmezdi, onun âşıklısı Tevfik Fikret idi; her derste muhakkak bir kere kötülerdi, ben de her derste muhakkak bir kere karşı çıkardım, bana da kızardı.” 4

1- Dünden Bugüne ve Yarına I, Mustafa Necati SEPETÇİOĞLU, İrfan Yayınları, İst.1999, s. 107.

2- Dünden Bugüne ve Yarına II, Mustafa Necati SEPETÇİOĞLU, İrfan Yayınları, İst. 1999, s. 92-93.

3- a.g.e., s. 203 | 4- a.g.e., s. 203-204.