Osman SAK Kimdir?

RÖPORTAJ

Mehter Mûsıkîsi

1955 yılında Merzifon’da doğdu. Merzifon İmam-Hatip Lisesi ve Erzurum İslâmî İlimler Fakültesi’ni bitirdi.

20 yıldır Eyüp Sultan’da ikâmet etmekte olup, yaklaşık 10 yıldır mehterle ilgilenmektedir. Daha önce Eyüp Belediyesi bünyesinde Mehterân-ı Eyüp Sultan’ı oluşturdu. Eyüp Belediye başkan yardımcılığı vazifesinde bulundu. Akabinde -son iki yıldır- İstanbul Mehteri’ni kurdu. Şu anda mehterle ilgilenmektedir.

Yüzakı: Ağustos, malûmunuz bir zafer ayı. Bu münasebetle Kültür-Sanat bölümümüzde mehter mûsıkîsine yer vermek istedik. İlk olarak mehterin tarihçesi hakkında kısa bir bilgi verebilir misiniz? Bu gelenek nasıl bir tarihî seyre sahip olmuştur?

Osman SAK: Mehterin içerisinde bulunan davul, zurna gibi sazların tarihi binlerce yıl gerilere uzanır. Kaldı ki gerek davul, gerek zurna, gerek kös, tuğ ve sancaklar Orta Asya Türklerinden beri kullanılan enstrünmanlardır. Ama bunların bir disiplin etrafında takım hâline gelmesi ve mehter kimliğinin oluşması Osmanlı ile birlikte başlamıştır. Yani mehter ile Osmanlı aynı yaştadır.

Daha önce Selçuklularda, Gaznelilerde ilh. davul ve kös kullanılıyordu. Ama gerek armoni (müzikalite), gerekse bir müessese hâline gelip, gelişmesi itibarıyla gerçek anlamda mehterin tarihçesini 1284’le başlatabiliriz.

O tarihlerde Osman Gazi, Anadolu’daki beyler içerisinde öne çıkıp Bizans tekfuruna karşı zaferler kazandığı için dönemin Selçuklu hükümdarı II. Gıyâseddin Mes’ud, ona beylik nişânesi olarak hediyeler göndermiştir. Bu gönderilen hediyeler bir takım askerî malzemeler ve mehterin altyapısını oluşturan; kös, tuğ, sancak, nakkâre gibi parçalardan oluşmaktadır. Bu malzemeler bir ikindi vakti Osman Gazi’ye ulaşmıştır. Osman Gazi, huzurunda «nevbet» vuran mehteri ayakta dinlemiştir.

1284’ten, Haziran 1826’da II. Mahmud’un yeniçeri ocağını lağvedip kapatmasına kadar Osmanlı ülkesinin her tarafında mutlaka mehterhâneler olmuştur. Mehter, düşman askerinin yüreğine korku salmak ve ordudaki cihat rûhunu diri tutup Osmanlı askerini celâllendirmek için, mutlaka kullanılagelmiştir.

Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul’u fethettikten hemen sonra İstanbul’un 12 farklı yerinde mehterhâne açtırmıştır. Bunların içerisinde Rumelihisarı, Kız Kulesi, Edirnekapı, Beykoz mehterhâneleri başlıcalarıdır. Merterhâne ile ilgili kanunnâmeyi koyan yine Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri’dir. Evliyâ Çelebi’nin Seyahatnâme’sinde mehterle ilgili bu bilgilere rastlamak mümkündür.

Osmanlı’da sultan mehteri 12 kat, sadrazam mehteri 9 kat, beylerin mehteri ise 6 kat olarak belirlenmiştir. En küçük mehter takımı 3 kattan oluşur. 12 katlı bir mehterde 12 zurna, 12 davul, 12 nakkâre, 12 zil, 24 cevgen ve bunlara göre de kös bulunur.

Sefere çıkılırken sultanın mehteri en önce yola çıkar. Onun peşinden sadrazamın, diğer vezirlerin ve beylerin mehterleri yolda katılırlar. Bazen bu mehterlere esnaf mehterlerinin de iştirak ettiği olmuştur. Esnaf mehterleri esas itibariyle sivil hayattaki halkın; düğün-dernek ve eğlencelerinde görev yapmak için kurulmuşlardır. Ama bu mehterlerin de bazen birleşerek yüzlerce sazdan oluşan, yüzlerce katlı takımlarla cepheye gittikleri olmuştur. Bu yüzden gerek Avrupa kaynaklarından gerekse bizim kaynaklarımızdan öğrendiğimize göre Osmanlı’da askerin şevklendirilmesi ve karşı tarafın da moral olarak çökertilmesinde mehter, çok ciddî bir fonksiyon icra etmiştir.

Bu ciddî fonksiyon sebebiyle Avusturya-Macaristan İmpara­toru’ndan tutun da, Prusya İmpara­toru’na kadar birçok Avrupa kralı mehteri örnek alarak ona benzer askerî bandolar oluşturmaya çalışmışlardır. Hattâ bazı Osmanlı sultanlarının Avrupa devletlerine mehter takımları hediye ettiği de vâkîdir. Hattâ 17’nci yüzyılda yaşanan bir hâdiseyi örnek olarak verelim. Bir Avrupa kralı, askerlerine verdiği emirde şöyle demiştir: “Eğer esir alacaksanız, şu mehterânı esir alın…”

Hâsılı, dünyadaki mûsıkî otoritelerinin her birinin kabul ettiği üzere, askerî bandoların atası mehterdir.

Yine Evliya Çelebi’nin Seyahat­nâme’sinden öğrendiğimize göre İstanbul’un fethi esnasında binlerce kös, binlerce davul, binlerce zurna 24 saat, biteviye çalmıştır.

Maalesef bu muazzam teşkilât 1826 yılında II. Mahmud tarafından lâğvedilmiştir. Oysa II. Mahmud mûsıkîşinas bir sultandır. Fakat yeniçeri ocağının lâğvedilmesiyle birlikte maalesef mehterhâneleri kapatmış ve Donazetti Paşa’yı İtalya’dan getirterek Râmi Kışlası’nda Mızıka-i Hümâyun’u çaldırmıştır. Mızıka-i Hümâyun, bizdeki batılılaşmanın en önemli mihenk taşlarındandır.

Bu tarihten sonra I. Cihan Harbi ve İstiklâl Harbi dönemlerinde ufak-tefek mehter takımlarının kurulduğunu görebiliyoruz. Ancak arada geçen bir-iki asır boyunca mehter marşı kültürü korkunç bir repertuar kaybına uğramıştır. Bugün, evvelce Osmanlı hâkimiyeti altında yaşamış toprakları gezerken bu ciddî kaybın önemli izleriyle karşılaşabiliyoruz. Meselâ 2 sene kadar önce Tunus televizyonunu izlerken orada mahallî sazlarla Gülbank okunduğunu ve peşinden Hücum Marşı’nın çalındığını duymuştum. Şahsen bundan çok etkilendim. Yine meselâ, geçen sene Bosna’ya gittik. Bosna eski millî marşını besteleyen Mehmet BAYRAKTAROVİÇ, Fatih Sultan Mehmed Han Bosna’ya girerken, Bosna civarındaki yeniçeri ocağı mehter takımının Fatih’i karşılamak için icra ettikleri parçanın notalarını bize verdi. Bunlar çok önemli zenginlikler…

Yüzakı: Peki, mehter mûsıkîsinin yakın tarihteki serencamı nasıl olmuştur?

Osman SAK: Cumhuriyet devrinde 1952 senesine kadar bir mehterhâneye rastlamıyoruz. İlk olarak Demokrat Parti döneminin genelkurmay başkanı Nuri YAMUT Paşa, İsveç’te bulunduğu bir sırada oranın millî çalgılarından olan gaydaların çalındığı bir merasimi görünce: “Bizim de folklorik ve müze amaçlı da olsa bir mehter takımımız olamaz mı?” diye sormuş ve Türkiye’ye dönünce bu yönde çalışmalara başlamıştır.

O dönemde Hasan Tahsin PARSADAN, Münir Nurettin SELÇUK gibi kişilerin rehberliğinde askerî bünyede bir mehter takımı oluşturulmuştur. Şu anda Türkiye’nin çeşitli yerlerinde var olan mehter takımları genelde Harbiye Mehteri dediğimiz o mehterden ilhamla oluşturulan takımlardır.

Biz de ilk sivil teşebbüs olarak 10 yıl önce Eyüp’te Mehterân-ı Eyüp Sultan’ı kurarken İstanbul’un bir fetih şehri olduğu şuuruyla yola çıktık. O zamana kadar sivil bir mehter bulunmuyordu. Daha sonra bu mehteri takiben çeşitli belediyeler bünyesinde de mehter takımları oluşturuldu. Biz de son olarak 2004 senesinde İstanbul Mehter’i kurduk ve şu anda beş katlı bir mehterimizle bu geleneği yaşatmaya çalışarak halkımıza hizmet vermekteyiz.

Yüzakı: Mehterde yer alan muhtelif sazlardan bahsettiniz. Bu sazların müzikalite olarak temsil ettikleri hakkında da bilgi verebilir misiniz?

Osman SAK: Mehterde yer alan çalgılar farklı tedaîlere yani çağrışımlara sahiptir. Zurnadan savaş meydanında kişneyip koşturan at seslerini duyarız. Zillerden kılıç şakırtısını, nakkarelerden ise nal seslerini duyabilirsiniz. Cevgen dediğimiz, hânendelerin marş okurken ellerinde hilâl şeklindeki salladıkları ziller ise atlara takılmış olan zillerin sesini andırır. Davullar top seslerini ihsas ettirirken, kös ise şâhî topunun gürleyişini hatırlatır. Bütün bunlar bir araya geldikleri zaman çok kuvvetli bir ifade gücü oluştururlar. Mehterde atların dörtnala, tırıs ya da rahvan yürüyüşünü duyabilirsiniz. Savaştaki kılıç, kalkan seslerini, topların gümbürtülerini işitebilirsiniz. Borudan gelen seslerde derinden gelen iniltileri duymak mümkündür. Eğer mehteri bütün bunların farkında olarak dinlerseniz daha fazla tad alırsınız.

Buraya kadar anlattıklarım savaş mehteridir ki şu an Türkiye’deki mehter takımları da bu tür mehterlerdir. Bir de ince sazların kullanıldığı ve halkın eğlence ihtiyacını karşılayan mehter takımları vardır. Hattâ bugün, Trakya bölgesinde düğünlerdeki davul-zurna ekibi de mehter olarak isimlendirilir.

Yüzakı: Mehter mûsıkîsinin klâsik mûsıkî ile irtibatları nelerdir?

Osman SAK: Mehter mûsıkîsinde kullanılan usûller, Türk sanat mûsıkîsinde kullanılan usûllerin aynısıdır. Ayrıca kendine ait, hususî bir usûlü yoktur. Mehterde marş formatında parçalar, kahramanlık türküleri ve tasavvuf mûsıkîsinden parçalar bulunur. Klâsik mûsıkînin diğer bütün formatları gibi makama dayalı bir mûsıkîdir.

Yüzakı: Mehter mûsıkîsi nasıl bir his atmosferi oluşturmaktadır? Biraz da bundan bahsedebilir misiniz?

Osman SAK: 10 yıldır mehter işiyle ilgileniyorum. Bir şeyi bir sefer, üç sefer, on sefer, yirmi bilemedin yüz sefer dinlediğinizde artık bir müddet sonra onu kanıksarsınız ve ilk anda uyandırdığı hisleri artık sizde uyandırmamaya başlar. Enteresandır, mehterde böyle bir şey olmuyor. Mehter parçalarında sazlardaki, sözlerdeki ruh hâli, sizi sürekli etkiliyor, bir eskime olmuyor… Hiçbir zaman yıpranmayan, pörsümeyen, bilâkis etkisi giderek artan bir hâlet-i rûhiye var.

Mehter mûsıkîsi, insanlardaki civanmertlik ve şecaat duygularını kuvvetlendiren bir özelliğe sahip… İnsanlar üzerindeki bu tür etkiler müzikologlar tarafından incelense çok enteresan sonuçlar çıkacağına inanıyorum. Hattâ bu, iyi bir tez konusu da olabilir.

Yüzakı: Günümüzde mehter geleneğinin içinde bulunduğu durum hakkında neler söylemek istersiniz?

Osman SAK: Mehter geleneğimizin bugün içinde bulunduğu durum maalesef pek iç açıcı değil. Gerekli sahiplenme yok. Oysa bu geleneğe bir devlet politikası çerçevesinde sahip çıkılması gerekmektedir. Ülkemizde onlarca konservatuvar vardır. Fakat Türkiye’deki bunların varlığı batı müziğinin öğretilmesi maksadına mebnî olduğu için Türk sanat müziği ya da Türk tasavvuf mûsıkîsi ile ilgili bölümler oldukça az ve yetersizdir. Mehter musıkîsi ile ilgili ise hiçbir bölüm yoktur.

Konservatuvarda mehterle ilgili hiçbir bölüm olmadığı hâlde, mehter takımlarına alınacak kişilerin mutlaka konservatuvar mezunu olmasının şart koşulması gibi hâdiselerle karşılaştığımız oldu. Elbette ki bu ters bir durumdur. Ya iş bilmemezlikle ya da art niyetle açıklanabilir.

Türkiye’de mevcut olan mehter takımlarına gelince, bugün Anadolu’daki mehterlerin önemli bir kısmı, maalesef mehter özelliğinden çok uzaktır. Bunlar iyi niyetlerle oluşturulmuş teşekküller olsa bile netice itibariyle yanlış bir yol üzerinde bulunmaktadırlar.

İstanbul’da bulunan Kültür Bakanlığı’na ait mehter ise oldukça yetersizdir. Tarihî Türk Müziği adı altında oluşturulan bu takım, yürüyüş yapmayan bir sahne mehterinden ibarettir. Ve içerisinde mehterin yapısına uygun olmayan, mehterin gerçek ses değerlerini bozan enstrümanlar kullanılmaktadır. Bu yetersiz ve yanlış durumun mutlaka gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Kültür Bakanlığı’nın en azından 12 katlı yürüyen bir mehter takımı mutlaka olmalıdır. Bu milletin binlerce yıllık bir kültür birikimi doğru bir şekilde ve mümkün olan en üst seviyede değerlendirilmelidir. Çünkü bugün dünyada fetihler artık kültürle olmaktadır. Mûsıkîyle, sanatla ve sporla olmaktadır. Eğer biz kültürel anlamda kalplerin, gönüllerin ve beyinlerin fethini istiyorsak, öz kültürümüze ait unsurlarımızı doğru bir şekilde muhafaza etmeliyiz. Ayrıca bunlar, gelecek nesillerde sağlıklı bir millî şuurun oluşması açısından da çok önemlidir.

Bugün maalesef halkımızın da mehter hakkında yeterli bir bilgisi bulunmamaktadır. Bu sebepten halkımız bir takım allı-yeşilli-pullu giymiş adamların çalmış oldukları, mûsıkî değeri olmayan parçaları bile coşkuyla yüreklerine basmaktadır. Oysa her iş gibi bu da ehline bırakılmalı ve usûlünce icra edilmelidir.

Mehter kültürünün yaşayıp yaygınlaşabilmesi, biraz da imkânı olan şirketlerin sponsorluğuyla mümkün. Bugün ülkemizdeki bazı şirketlerin oda orkestraları ve senfoni orkestraları bulunuyor. Ama hiçbir şirket bir mehter takımı oluşturmaya ön ayak olmuş değil. Kimse: “Millî kültürümüzü yurtdışında gerçek gücüyle temsil etmek için bir mehter takımı kurmalıyım.” diye düşünmüyor. Herkes bir kompleks içerisinde. Millî değerlerimize karşı hassas zannettiğimiz bir çok şirket yöneticileri bile açılışlarında popülist şarkıcılara yüzlerce milyar lira para verdikleri hâlde, mehtere ilgi göstermiyor.

Yüzakı: Bu konuyla alâkalı olarak ilâve etmek istedikleriniz nelerdir?

Osman SAK: Son olarak şu iki hususu eklemek istiyorum: Birincisi, mehter takımlarının orijinal hâlleri aynen muhafaza edilmelidir. Türkiye’de bugün İstanbul Mehter dışındaki mehterlerin tümünde trompet vardır. Trompet sabit altı ses basan, metalik bir Avrupa sazıdır. Mehterin yapısına aykırıdır. Çünkü zurnadaki sekiz sesi boğmakta ve onu bastırmaktadır. Bu yanlış bir durumdur.

İkincisi ise, marş metinlerinin de gerçek hâlleriyle korunması gerekmektedir. Ama bugün tâ Osmanlı’dan günümüze kadar gelmiş olan bazı güftelerdeki sözler değiştirilmektedir. Oysa bunlar, orijinal hâlleriyle söylenmelidir.

Yüzakı: Bu kıymetli röportaj sebebiyle teşekkür ederiz…

Osman SAK: Ben de millî kültürümüze ait değerleri tanıtma yolunda gösterdiğiniz gayret sebebiyle sizlere teşekkür ederim.