«Müslüman Çok Çalışmalı Tatil Yapmamalı!» mı?

Aynur TUTKUN

İslâm ve tebliği kendilerine ciddî bir uğraş edinen, yaptıkları işi tebliğin bir parçası olarak gören samimî Müslümanlar kendilerini işlerine öyle çok vermişlerdir ki âdeta 365 günün 24 saatini bu yolda harcamazlarsa içleri rahat etmez. Uykularından, hobilerinden ve daha birçok hoşlarına giden şeylerden fedakârlıkta bulunarak kendilerini tamamen bu yola adarlar. Böylelerine şaşırmamak çok zordur. Bir bakıma onlar birçok haylaza da güzel örnek olurlar. Fakat onların tatil yapmaya dahî haklarının ve zamanlarının olmadığını düşünmeleri en çok şaşılacak mevzudur.

Tatilden ne kastedildiği önemlidir mutlaka. Hayatı eğlenceden ibaret sayanların anladıkları gibi bir tatil anlayışı elbette bahsimizin dışındadır. Bu noktada tatil, yıl boyunca aynı alana odaklanan beynin, yeni bir döneme daha zinde, daha dinamik olarak başlayabilmesi için farklı alanlara kaydırılarak rahatlamasını sağlamaktır.

Teknoloji çağının ve mega kentlerin insanlarının en büyük meselesi, yetmeyen zaman, bitmeyen işler, patlamaya hazır bir bomba gibi gergin ruhlar, bir türlü dinlenemeyen bedenlerdir. Tabiatla iç içe tarlada çalışan bir çiftçiden belki de daha yorgun hisseder kendini mega kentlerin insanı. Çünkü çalıştığı ve 24 saatini geçirdiği ortam, tabiattan ve tabiî olan şeylerden çok uzaktadır. Bir Kızılderili atasözünde: «İnsanlar yüce Rûh’un yarattığı sahnelerden uzakta yaşadığında, O’nu ve O’nun kanunlarını da kolayca unutuyorlar.» denilir. İşte belki de asıl mesele insanın, Allah’ın yarattığı tabiattan mahrum kalışıdır. Otobüs, tren, tramvay, vapur, klimalı ofisler, saten boyalı evler, asansörler, bulaşık makineleri, çamaşır makineleri ilh… hepsi modern insanın hayatını kolaylaştırır. Fakat Allah’ın yarattığı tabiattan ve tabiî şeylerden mahrum kalış, insanın rûhunu sıkar. Bu durum, işlere bir türlü yetmeyen zaman meselesiyle de birleşince insanoğlu çok ve çabuk yorulur ve rûhunu bitkin hisseder. Ne kadar sabırlı ve azimli olursa olsun âciz bir varlık olan insan bir gün pes edecek ya da hiç umulmayan yer ve zamanlarda bu aczini belli edecektir.

İşte bunun için özellikle mega kentlerin insanlarının daha çok tatile ihtiyacı vardır. Hazret-i Peygamber’in: “Nefsinin de hakkını ver.” sözü insanın içine su serper. Hem bizim literatürümüzde tatil demek, boş vakit geçirmek demek değildir. Üstelik israfın haram oluşu zaman konusundaki israfta da geçerlidir. Tüm bu konular göz önünde bulundurulduğunda tatil sadece, insanın sürekli yapageldiği bir işten kendini bir süreliğine uzaklaştırıp başka türlü faydalı işlere yöneltmesidir. Yüce Allah -celle celâlühû-: “Bir işi bitirdiğinde ötekine sarıl.” der.

Yıl boyunca köydeki akrabalarımızı ve belki de anne-babamızı bile ziyaret etmeye vakit bulamadıysak, tatil çok sevap olan sıla-i rahim için güzel bir fırsattır. “Yeryüzünde gezin de günahkârların âkıbeti nice oldu görün.” diyen Rabbimiz’in bu emrini de tatillerde tarihî yerleri gezerek yerine getirebiliriz. Birlikte vakit geçirmek için bir türlü fırsat bulamadığımız çoluk-çocuğumuza tatillerde vakit ayırabilir, onlarla kaliteli zaman harcamanın keyfini çıkartır, sevabını umarız. Zira Hazret-i Peygamber de: “Kişinin ailesi için harcadığı her şey sadakadır.” buyurur. Mega kentlerde çalışan erkeklerin ailelerinin bir dokunup bin ah işitilecek meselesi de bu olsa gerektir. Bu durumda olan kadınlardan şu soru sıkça işitilir: “Onların bunca çalışmalarını takdir ediyoruz. Çoğu zaman da sabırla bekliyoruz. Fakat ailesine ayıracak zamanları olmayacak kadar çok çalışacaklardıysa neden evlenmişlerdir?” Aslında çoğu zaman bu durumdaki erkekler de durumdan çok memnun değillerdir ve bunun sıkıntısını hissetmektedirler. Fakat yoğun ve stresli iş hayatı onlarda daha fazlasını yapmaya güç bırakmamaktadır. İnsanın bir tahammül ve sabır gücü vardır; bir süre sonra biter. Çünkü insan âciz bir varlıktır. Birçok başka sebepleri olmakla birlikte günümüz insanının farklı rûhî hastalıklara mâruz kalışının bir sebebi de kendi tabiatını çok fazla zorlamasıdır.

Tatil; tabiatla baş başa kalmak, tefekkür etmek, zihinden her şeyi çıkarıp yalnız onunla olmak için de güzel bir fırsattır. Yemyeşil bol oksijenli dağlar, masmavi deniz, gürül gürül akan ırmaklar, kuşların sesleri yıl boyunca mega kentlerde bulamadığımız (ya da var olsa da onları keşfetmeye vaktimizin olmadığı) Allah’ın hârikalarıdır. Bunlarla baş başa olmak bizi rahatlatır. Tatiller, tefekkür etmek için çok güzel fırsatlardır ve tefekkürün ruh üzerindeki etkisi tatillerde daha güzel hissedilir.

Köyde geçirilen bir günü, anne-babamızın elini öperken yüreğimizdeki dalgalanmaları, akraba ziyaretlerinde duyulan huzuru, ailecek yapılan bir seyahati (çünkü seyahat birlikte yaşanılan kaliteli zamandır), cırcır böceklerinin sesini, denizin dalgalarını, ağaçlardaki yaprakların hışırtılarını ve tatillerde yaşanan daha bir çok şeyi unutamayız değil mi? Bunlar modern bilime göre meditasyon (rahatlama) etkisi oluşturan, İslâm’a göre sıla-i rahim, tefekkür, şükür gibi duyguları bizzat yaşatan zamandır. Ve bu anlara tabiattan ve tabiî olaylardan mahrum mega kentlerin stresli insanlarının daha çok ihtiyacı vardır. Yaptıkları işin ehemmiyeti göz önünde bulundurulduğunda ise bazılarının tatile herkesten daha çok ihtiyaçları vardır!