Güzel Âdetlerimizin Yeniden İhyâsı

Doç. Dr. Ahmet KAVAS

Yahudiler ve Hıristiyanların uzun asırlardır terk etmedikleri âdetlerinin bir îcabı olarak yılın belli zamanlarında kutladıkları bazı dinî günleri vardır. Hıristiyan dininin geniş coğrafyalarda ve farklı toplumlar arasında yayılması neticesinde geçmişten gelen âdetleri kadar, son dönemlerde kutlanmaya başlanan dinî günleri de bulunmaktadır. Bu özel dinî menşeli günler birçok ülkede resmî tatil kabul edilirken bazıları ise kilise çevrelerinde veya aile muhitlerinde îfâ edilmektedir. 19. yüzyılın ilk yarısında ABD’de ortaya çıkan Noel kutlamaları ise iki asırlık bir mâziye bile sahip olmamasına rağmen sadece Hıristiyanlığın değil neredeyse bütün insanlığın ortak mirası hâline getirilmeye çalışılmaktadır.

Ülkemizde, din adına toplum tarafından benimsenmiş ne kadar âdet varsa son yıllarda hemen hepsi Kur’ân’da zikredilip edilmemesi noktasından ele alınmakta ve eğer o hususla ilgili bir âyet-i kerîme yoksa derhâl dindışı îlân edilmektedir. Biraz daha geniş düşündüklerini iddia edenler ise o konuda güvenilir hadis olup olmamasına da önem verdiklerini ileri sürerek dine sonradan ilâve edildiği konusunda herkesin hemfikir olduğu âdetlerin reddedilmesi üzerinde ısrarla durmaktadırlar.

Oysa uzun yıllardır İslâm dünyasında bile yaygınlaşmaya başlayan Hıristiyanlara mahsus eski ve yeni âdetlerin İncil’de olup olmadığı kimsenin aklının ucuna gelmemektedir. Bunları reddetmek için sadece o günler yaklaşınca: «Bunlar bizim âdetimiz değil.» demek kâfî gelmemektedir. Hazret-i İsa’nın havarileriyle yediği son yemek, göğe yükselmesi, bazı Hıristiyan keşişleri adına düzenlenen günler kutlanırken bunların mukaddes kitaplarında olup olmadığı konusu bu dinin yaşandığı ülkelerin medyasında rastgele tartışma konusu yapılmamaktadır.1

İslâm toplumlarının da tabiî olarak asırlar içinde şekillenmiş kendilerine mahsus dinî günleri vardır. Özellikle Hazret-i Peygamber’in doğum günü geldiğinde kutlanan Mevlid-i Nebevî en az bin yıllık bir geleneğe sahiptir. Ülkemizde kısaca «kandiller» denen Mevlid, Regâib, Mîrac ve Berat ile Kadir Gecesi son yıllarda büyük bir coşkuyla kutlanmaktadır. Hattâ Mevlid-i Nebevî münasebetiyle bir ay boyunca Mevlid okumaları, ilmî toplantılar, cami sohbetleri, özel geceler gibi farklı kutlamalar yapılmaktadır.

Avrupa sömürgeciliğinin bir sonucu olarak maalesef 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İslâm adına ne varsa sorgulanır hâle gelmiştir. Aradan geçen bir buçuk asır sonrasında özellikle dinî eğitim alanında aldıkları diplomaları ve unvanları büyük bir dayanak olarak kullananların bir kısmı 15 asırlık İslâmî örf ve âdetleri bir şarkiyatçı mantığıyla tek tek sorgulamayı huy hâline getirdiler. Oysaki kendilerinden önceki âlimlerin tamamına yakını Kur’ân hâfızı oldukları gibi içlerinde önemli hadis külliyatını ezbere bilenler de vardı. Onların Kur’ân-ı Kerîm’de veya hadîs-i şerîflerde bu âdetlerin kutlanması ile ilgili bir delil arama endişesi yoktu. Çünkü onlar henüz şarkiyatçılık mantığının esiri olmamışlardı.

Osmanlı toplumunda mübârek gün ve gecelerin hakkıyla kutlanması için düzenlenen merasimlere çok önem verilmekteydi. Her sene bu günlerin gelişiyle birlikte başta devlet erkânı olmak üzere bütün toplumu bir heyecan sarardı.

Receb ayının 27. gecesi mîrac gecesi olup diğer kandillerde olduğu gibi birkaç gün önce devlet tarafından bütün halkın haberdar olması sağlanırdı. Bunun için bütün Osmanlı topraklarında top atılacak yerlerdeki yetkili makamlara haber verilerek mîrac gecesi öncesinde top atmak üzere hazır olmaları istenirdi. Mîrac gecesinin olacağı akşam namazında başlatılan top atışları ertesi gün ikindi vaktine kadar sürerdi. Yatsı, sabah, öğle ve ikindi vakitlerinin her birinde ahâli 21 pâre top sesi duyuyordu. Bu âdet 1835’te II. Mahmud zamanında Mevlid-i Nebevî münasebetiyle akşam namazından ertesi gün ikindi vaktine kadar her vakit beşer adet top attırılmasıyla başlamıştı.2

Top sesleriyle mîrac gecesine ulaştıklarını anlayan Müslüman ahâli aynı zamanda bütün minarelerin de kandillerle aydınlatıldığını görürdü. İçlerinde imkânı olanlar da hânelerini kandillerle aydınlatıp süslerlerdi. Balıkhâne Nazırı Ali Rıza Bey «İstanbul’da Ramazan Mevsimi» isimli kitabında verdiği bilgilere göre berat ve mîrac geceleri kandil yakılmasının III. Murad döneminde başlatıldığını, Ramazan ayı boyunca kandil yakılmasının ise I. Ahmed döneminde uygulamaya konan âdet olduğunu söyler. Gerek iftar vakti, gerekse imsak vakti gibi anlar, mübârek gün ve geceler Müslüman ahâli için birer âdet hâline gelmişti.

Mîrac kandili yaklaştığında İstanbul kadısı bu günün duyurulması için bir îlâm hazırlar ve bununla birlikte meşîhat makamı da düzenlediği tezkere ile birlikte Hilâfet Makamı’na arz ederlerdi. Mübârek gecelerden her birisi için özel bir sıfat kullanılmaktaydı: Leyle-i Mevlid-i Feyz-i Nûr veya Vilâdet-i Bâhirü’s-Saâdet, Leyle-i Berât-ı Mağfiret, Leyle-i Mirâcü’n-Nebî Bâis-i Mağfiretnişân, Leyle-i Mirâc Saâdet-i İbtihâc veya Leyle-i Mübâreke-i Mirâc Bâhirü’l-İbtihâc gibi.

Bir taraftan bu gecelere hürmet diğer taraftan bu mübârek gecelerde yaşanan mânevî coşku sebebiyle, kandillerin huzur içinde idrak edilmesi için bütün minarelerin kandillerle aydınlatılması ve süslenmesine dair bizzat Padişahın iradesinin zuhur etmesi sağlanıyordu. Yani o günün tabiriyle «ol leyle-i mübârekeye hürmet ve inşirâh-ı sudûr-i mü’minîne riâyet için leyle-i mezkûrede bilcümle cevâmî ve mesâcid îkâd-i kanâdil ile tenvîr ve tezyîn olunmak âdet-i müstahsene-i Saltanat-ı Seniyye’den» sayılmaktaydı.3

Osmanlı toplumu mîrac gecesinin verdiği feyz ile coşarken bu gecelerin tertibinde vazife alan cami ve mescit görevlisi imamlar da mîrac gecesine mahsus bir gelirle (avâid) veya doğrudan Padişah’ın ikramı olan bir meblâğ ile (atiyye-i seniyye) taltif edilmekteydiler. Sarayda görevli imamlara, müezzinlere, kürsü şeyhlerine, Kâdirihâne şeyhine bizzat Padişah’ın hazinesinden (ceyb-i Hümâyun) bir miktar para verilmekteydi. Hicrî 1322 yılı Receb ayında idrak edilen mîrac gecesi vesilesiyle Mâbeyn-i Hümâyûn’dan, birinci imama 2000 kuruş, ikinci imama 1500 kuruş, kürsü şeyhine 1080 kuruş, Kâdirihâne şeyhine 2000 kuruş, müezzinlere toplam 8100 kuruş, Bağdadî Ali Efendi’ye 1000 kuruş, başka bir imama da 500 kuruş olmak üzere toplam olarak 16180 kuruş verilmesi kararlaştırıldı. Bunlardan sadece Kâdirihâne şeyhine 2000 kuruş yerine 1600 kuruş ve müezzinlere de 8100 kuruş yerine toplam 6480 kuruş verildi. Mîrac gecesi dolayısıyla Padişah’ın iltifatına mazhar olanların her biri aldıkları bu meblâğı resmî bir evrakı imzalayarak teslim almışlardı.4

Günümüz toplumunda geçmişin kandil gecelerini aratmayacak kutlamalar düzenlenmesi âdetlerimizin yeniden ihyâsı için ümitvâr olmamızı temin etmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı gibi resmî kurumlarımızın faaliyetleri kadar, gönüllü teşekküllerin bu gecelerin büyük bir coşkuyla yaşatılması için gösterdikleri gayretleri, gelecek nesillere bırakacağımız en güzel örnek davranışlarımız arasında yer alacaktır.

1 Ahmet KAVAS, «Lâik Fransa’nın Antilâik Tatilleri», Yüzakı Dergisi, sayı: 17, Temmuz 2006, s. 58-61.
2 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Babıâli Evrak Odası-BEO, n. 66570, tarih: 25 Receb 1314.
3 BOA, İrâde Dâhiliye, n. 66877.
4 BOA, YRK. TNF, 8/21, tarih: 27 Receb 1322.