Mânevî Âdem

Yard. Doç. Dr. Emin IŞIK

Eşref Paşa, Nâmık Kemâl’i şiir yazmaya teşvik eden ve ona «Nâmık» mahlâsını hediye eden kişidir.

Mustafa Eşref Paşa (1820-1894) Tanzimat dönemi paşalarından olup, müşir (mareşal) rütbesine sahip önemli bir asker ve devlet adamıdır. «Eşrefü’ş-Şuarâ» adıyla yayınladığı bir dîvânı ve daha sonra yazdığı otuzdan fazla gazel ve kasîdesi vardır.

Eşref Paşa Mevlânâ ve Sâdettin el-Cibâvî gibi sünnî tarîkat ulularına methiyeler yazmış olmakla beraber, Bektâşîliğe olan meyli ağır basmış ve Muhibb-i Âl-i Âbâ olmakla iftihar etmiştir. Nâmık Kemâl’i şiir yazmaya teşvik eden ve ona «Nâmık» mahlâsını hediye eden de odur. Ancak kendisi, şiir ve sanat anlayışı bakımından yenilikçi değildir. Klâsik dîvân tarzının temsilcilerindendir. Edebî sanatlara vukûfu, dile hâkimiyeti ve ifade kudreti ile dikkat çeken bir şairdir. Özellikle tasavvufî mâhiyette yazmış olduğu şiirleri önemlidir. Meselâ şu şiiri, tasavvuf düşüncesi içerisinde çok dikkat çekici ifadelere sahiptir:

Mânevî âdem olan resm-i müsemmâdan geçer.
Fark-ı mâhiyyet edüp, tesbîh u esmâdan geçer.

Mesleğinde devre-i arşiyyesin tekmîl eden,
Mâye-i terkîpten, reng-i heyûlâdan geçer.

Şâhid-i maksûdu, ra’yel’ayn ru’yet eyleyen,
Hal’-i na’leyn etmeden Tûr-i tecellâdan geçer.

Secde-i ehl-i hakîkat kıble-i mânâyadır.
Ârifân taklîd-i mihrab u musallâdan geçer.

Dergeh-i Şâh-ı Necef’te bende-i nâçîz olan,
Eşrefâ, âlâyiş u ikbâl-i dünyâdan geçer.

Bu gazelinin üçüncü beytinde şair meâlen: “Şâhid-i Maksûd’u, yani Cenâb-ı Hakk’ı ilk bakışta apaçık gören bir kimse, ilâhî tecellîye mahzar olan Tûr’dan, ayakkabı bile çıkarmadan geçer gider.” diyor. Burada: “Ey Mûsâ! Ayakkabılarını çıkar! Çünkü mukaddes Tuvâ Vâdisi’ndesin!” (Tâhâ Sûresi, 12) âyetine dolaylı yoldan bir atıf yani telmih yapılmıştır.

Bu şiirdeki ifadelerin neredeyse tamamı, yanlış anlama tehlikesi yüzünden bilgisiz ve dikkatsiz bir okuyucuyu, îman ve itikât açısından küfrün veya tekfirin kucağına itmeye müsait bir vasfa sahiptir. Bunlar bıçak sırtında duran çok ince ve nâzik ifadelerdir.

Doğrusu, bunları böyle söyleyebilmek için çok derin bir tasavvuf kültürü ve terbiyesi gerekir. Ve bir de kocaman bir yürek!