Hasebe ve Nesebe Dair

Prof. Dr. Ahmet SEVGİ

«İnsanın soyu bir, huyu bindir.» derler. Gerçekten de öyle. Toplumu şöyle bir gözden geçiriniz: Kimi huylu, kimi huysuz. Kimi soylu, kimi soysuz. Kimi hırlı, kimi hırsız… Bu farklı insan tiplerinden özellikle mayası bozuk kişiler belli bir makama gelmeye görsünler, hemen Firavunlaşıyorlar. Şair Nevres ne güzel ifade etmiş:

Hâli bir bed-aslın ikbâle tahavvül etmesin
Çünki müstakbelde ya Fir‘avn ü ya Nemrûd olur

Klâsik Türk edebiyatında Firavun ile Nemrut; zulüm ve kibir sembolüdürler. Hak ve hakikate davet ettiği için Firavun’un, Hazret-i Musa ve maiyyetini Kızıldeniz’de boğmaya kalkması yahut Nemrut’un, Hazret-i İbrahim’i ateşe attırması dîvân şairlerince sık sık dile getirilmiştir:

Halîli nâra atmadı mı Nemrûd
Cefâlar etmedi mi dîv-i merdûd.

[Mehmed bin Receb]

Cevr-i Fir‘avn belâsıyla Kelîmu’llahı
Etti tâbût ile üftâde-i enhâr felek.

[Hâmî]

Bu ihtiyar dünya halkı, ezmekten, düşkünlere işkence etmekten zevk duyan nice Nemrut tabiatlı kişiler görmüştür. Denilebilir ki hiçbir devirde Firavun’suz Musa ve Ebû Cehil’siz Ahmed olmamıştır. Diğer bir ifade ile, hak ve adalet mücadelesinde karşınıza her zaman birtakım soysuzlar çıkacaktır. Ziya Paşa’nın çok güzel ifade ettiği üzere böyle mayası bozuk kişilerden -cihan padişahı olsalar bile- hayır gelmez:

Hayr umma eğer sadr-ı cihan olsa da bi’l-farz
Her kim ki hasâset ola ırk u güherinde.

«İnsan çeşit çeşit, yer damar damar.» atasözünde de belirtildiği gibi, toplumda her tip insan bulunuyor. Ve iyiler, maalesef kötülerle aynı ortamda yaşamak zorunda kalıyor. Yani kötüleri bir başka dünyaya sürgün etme imkânı yok. O zaman hiç olmazsa bu tıynetsizlerin insanları yönetmeye kalkmalarına bari izin verilmemelidir. Çünkü onlar ellerine fırsat geçti mi hiçbir kötülüğü yapmaktan çekinmezler. Geriye dönüp baktığımızda çiğ süt emmiş haramzadelerin hasbelkader bir göreve geldikleri zaman eski durumlarını hemen unutarak daha önce yardımını gördüğü kişilerden uzak durmaya hatta onları saf dışı etmeye çalıştıklarını görürüz. «Abdal ata binince bey oldum sanır.», «İte gem vurma kendini at sanır.», «İt kağnı gölgesinde yürür de kendi gölgesi sanırmış.» ilh. atasözlerimiz bu nesepsizlerin karakterlerini daha doğrusu karaktersizliklerini çok veciz bir şekilde dile getirmektedir.

Şairin dediği gibi, çeşitli dalaverelerle mührü kapıp tahta oturmakla Süleyman olunmaz. Süleymanlık şahsî meziyet ve zâtî haysiyet gerektirir:

Haysiyyet-i zâtiyye gerek yoksa ne mümkin
Bir hâtemi kapmakla ola dîv Süleymân.

Doğu edebiyatında şairlerin zaman zaman söz konusu ettikleri «dev-Süleyman» ilişkisi hakkında Âgah Sırrı LEVEND şunları nakleder: “Hazret-i Süleyman’ın, taşı kibrît-i ahmerden olan bir yüzüğü vardı. Üzerinde Allah’ın ismi yazılıydı. Bundan dolayı bütün kuşlar ve vahşî hayvanlar emrine tâbî bulunuyordu. Bir gün, Hazret-i Süleyman abdesthaneye girerken yüzüğü karısına bıraktı. Yüzüğü almak için fırsat kollayan bir dev, Süleyman sûretine girerek yüzüğü karısından aldı ve tahta geçti. Bu yüzüğü tekrar geri almak için Süleyman’ın uğramadığı müşkilât kalmadı.

[Âgah Sırrı LEVEND: Dîvân Edebiyatı – kelimeler ve remizler, mazmûnlar ve mefhumlar – İst. 1941, s. 120]

Maalesef bizler millet olarak nesepsizlerin belli makamlara gelmelerini -aşağıdaki beyitte de görüleceği üzere- istisnaî durumlar olarak görmüş ve mühimsememişiz:

Devlet-i dehre ererse n’ola gâhî dûnân
Dîvler gâh çıkar taht-ı Süleymân üzre.

[Rahmî]

Oysa devlet idaresi ihmale gelmez. Liyâkatsiz kişileri üst makamlara getirirseniz onlar koltuktan aldıkları güçle önce çevrelerinde bir dalkavuklar halkası oluştururlar sonra da çeşitli yollarla devleti soyup soğana çevirirler. Çünkü onlarda vicdan yoktur. Hak ve adâlet nedir bilmezler. Onları çıktıkları tahttan indirecek bir Süleyman da yoksa vay milletin hâline!..

Kısacası; soylu insanlar şeref ve haysiyetleri için yaşarlar. Hak ve adâlet uğruna yapmayacakları fedakârlık yoktur. Soysuzlarsa dünyayı paradan puldan, makam-mevkiden ibaret görürler. Onların, menfaatleri için girmeyecekleri kılık yoktur. Menfur emellerine ulaşmakta en büyük engel olarak gördükleri dürüst insanlara dâima düşmandırlar. Keşke her Firavun’un bir Musa’sı ve her Ebû Cehil’in bir Ahmed’i olduğunu bilselerdi…