HER AN O’NUN HUZURUNDA

Handenur YÜKSEL

Hattat Aziz Efendi, 1872 yılında Trabzon’un Maçka Kasabası’nda doğdu. Babası, ailesiyle birlikte 93 Harbi esnasında İstanbul’a yerleşti. Daha sıbyan mektebinde iken güzel yazıya olan istidâdı sebebiyle sülüs ve nesih yazılarını öğrenmeye başladı. Hat sanatında, kısa zamanda «serîü’l-kalem» nâmıyla şöhret buldu. 1896’da Meşihat’taki görevine başladı. Ahlâkı ve yazısının güzelliğine mükâfat olarak gümüş madalya ile taltif edildi. 1901’de asıl vazifesine ilâveten hat hocalığına başladı, Meşihat memurlarına ta’lik dersi verdi. Mısır melikinin daveti üzerine 1922’de Kahire’ye gitti. Orada Melik I. Fuad tarafından istenilen Kur’ân-ı Kerîm’i yazmaya başladı. Eserini, tezhibiyle birlikte 7 ay gibi kısa bir zamanda tamamladı. Daha sonra Kahire’de açılan iki medresenin idareciliğini ve hat hocalığını yaptı. 1933’te rahatsızlanarak emekliliğini istedi ve İstanbul’a döndü. 16 Ağustos 1934’te vefat etti, Edirnekapı Mezarlığı’na defnedildi.

Bugün hiçbir Arap hattatı yoktur ki, ya doğrudan veya dolayısıyla Aziz Efendi’den istifade etmemiş olsun.

***

Aziz Efendi, sanat çalışmalarından artakalan zamanını Mevlevîhâne’de kendisine intisap eden dervişleri mânen yetiştirmekle geçirirdi. Mübârek dudaklarından dökülen her sözü bir hayat prensibi olan ve her hareketi Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sünnetine uyan örnek bir insandı. Dâima derviş rûhunun verdiği edeple oturur; görene, huzurda imiş hissini verirdi. Bir gün hayranlığını gizleyemeyen bir Mısırlı, bu hareketinin sebebini sorunca Aziz Efendi şöyle cevap verdi:

“Allah her an beni görüyor, O’nun olmadığı yer ve zaman var mı? Her an huzurundayım, edebimi nasıl bozarım?”

KEŞKE YATSI NAMAZI KILMIŞ OLSAYDIK!

Osmanlı şeyhülislâmı, hukukçusu ve müfessiri olan Ebussuud Efendi 1490’da İstanbul’da doğdu. Asıl adı Muhammed’dir. 1532’de Bursa, 6 ay sonra İstanbul kadılığına tayin edildi. 1537 Ağustos’unda Rumeli Kazaskerliği’ne getirilen Ebussuud Efendi, bu görevde 8 yıl kaldı. Çok çalışkandı, müderrisliği sırasında -tatil günleri hâriç- dersini asla kaçırmazdı. Çevresine çok yumuşak davrandığı hâlde, heybetinden yanında kimse ağzını açamaz, sözleri hürmetle dinlenirdi. 1545’te şeyhülislâmlık makamına tayin edilen Ebussuud Efendi, bu görevi 28 yıl 11 ay sürdürdükten sonra, 23 Ağustos 1574’te İstanbul’da vefat etti.

***

Ebussuud Efendi, şeyhülislâm olduğunda çok yorulduğunu, memuriyetinin en sakin günlerini kazaskerliği sırasında yaşadığını belirtir, şu rüyâsını anlatarak latîfe edermiş:

“Kazasker olmadan bir hafta önce rüyâmda, Fatih Camii’nin mihrabında benim için bir seccade serildiğini gördüm. Orada halka imam oldum ve 8 rekât namaz kıldırdım, sonra da kazasker tayin edildim. Meğer bu rüyâm, kazaskerlik vazifesinde 8 yıl kalacağıma işaretmiş. Keşke ikindi değil de, yatsı namazı kılmış olsaydık!”

KAFALARINI KOPARIRIM!

Hulefâ-yı Râşidîn’in birincisi olan Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-, 23 Ağustos 634’te 63 yaşında vefat etti. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, onun üstünlüğünden söz ederken, herkesin kendisini yalanladığı bir sırada, onun inandığını ve İslâmiyet için her şeyini feda ettiğini ifade buyurur. Kureyş’in ileri gelenlerinden birçoğu onun vasıtasıyla Müslüman olmuştur. Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem- Mekke’den Medine’ye onunla hicret etmiştir. O, Efendimiz’in bütün savaşlarına katılmış, O’nun hep en yakınında bulunmuştur.

***

Efendimiz’in âhirete intikali, civardaki birçok kabilenin ayaklanmasına sebep olmuştu. Bunların bir kısmı:

“Biz namaz kılar, ama zekât vermeyiz.” diyorlardı. Bu durumu işiten Halîfe Hazret-i Ebû Bekir:

“Vallahi her kim, namazla zekâtı birbirinden ayırırsa, bu mürtecilerle harp ederim. Çünkü namaz nasıl bedenî bir vazife ise, zekât da malî bir görevdir. Allah’ı şâhit tutarım ki, bunlar Rasûlullah’a verdikleri bir dişi oğlağı benden esirgerler ve görevlilere vermekten kaçınırlarsa, onların boyunlarını vurur, kafalarını koparırım.”

«SESSİZ GEMİ» NEYİ ANLATIYOR?

Edebiyat tarihçisi Nihat Sami BANARLI 1907’de İstanbul’da doğdu. Öğrenimini Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde tamamladı. Kabataş ve Galatasaray Liseleri’yle, Yüksek Öğretmen Okulu Eğitim Enstitüleri’nde edebiyat öğretmenliği yaptı. 14 Ağustos 1974’te vefat etti. «Resimli Türk Edebiyatı Tarihi», «Metinlerle Türk Edebiyatı», «Türkçenin Sırları» eserlerinden bazılarıdır.

***

Nihat Sami Hoca, bir hâtırasını şöyle anlatıyor:

“Ortaokullara Türkçe hocası olmak isteyen birini sözlü imtihana tâbî tutuyorduk. Kendisine Yahyâ Kemâl’in «Sessiz Gemi» isimli şiirini okutup şiirden ne anladığını sorduk. Edebiyat öğretmeni adayı genç, biraz durakladıktan sonra şöyle cevap verdi:

«Sanırım, Osmanlı Devleti zamanındaki sessiz ve hareketsiz kalan gemileri anlatıyor!»”

BU HERZELER NEREDEN ÇIKIYOR?

Dîvân şairi Keçecizâde İzzet Molla 1785’te İstanbul’da doğdu. Medrese eğitimi gördükten sonra ilmiye sınıfına geçti. 1825’te Mekke kadısı, 1827’de eyâlet tevzî defteri müfettişi oldu. Bir süre Keşan’da sürgün kaldıktan sonra, affedilerek İstanbul’a döndü, devlet hizmetine alındı. Ancak, Osmanlı-Rus Savaşı’na taraftar olmadığı için aynı yıl, bu defa Sivas’a sürüldü. Haklı olduğu anlaşılınca, affı için ferman çıkarıldı. Ancak ferman yoldayken, Ağustos 1829’da 44 yaşında vefat etti. Önce Sivas’a defnedildi; sonra kemikleri İstanbul’a getirilerek Atpazarı’ndaki Mustafa Bey Mescidi avlusundaki aile mezarlığına defnedildi. Nüktedân, zekî ve hoşsohbet bir zât olup, Mevlevî tarîkatına mensuptu. Şiirlerinde tasavvuf felsefesini işledi. Özellikle tenkit yönleri ağır basan hicivler yazdı. Eserlerinden «Hazan-ı Âsâr» isimli dîvânı, «Gülşen-i Aşk»ı ve «Mihnet-Keşân»ı basıldı.

***

Şair geçinen biri, yazdıklarını İzzet Molla’ya gönderir. Molla, şiirler üzerinde biraz göz gezdirdikten sonra, bu saçmaları getiren uşağa:

“–Beyefendiye selâm söyle, perhiz etsin!” der.

Şair taslağı, inceliği anlayamaz, yemeğini azaltır. Ardından yeni bir şey karalayarak gönderir, yine aynı cevabı alır. Uşak üçüncü defa gelince, İzzet Molla dayanamaz:

“–Hiç o kâğıtları çıkarma, efendin perhize devam etsin.” deyince, adam hüzünlü bir sesle:

“–Zavallı efendimin perhiz yapmaktan kımıldayacak hâli kalmadı!” der.

Bunun üzerine İzzet Molla âdeta haykırır:

“–Efendin perhiz ediyor da, bu herzeleri kim ortaya çıkarıyor be adam?!.”

NECİP FÂZIL’I SEVER MİSİNİZ?

1906 senesinde Selanik’te doğan Münevver AYAŞLI, babasının asker olması sebebiyle imparatorluğun çeşitli bölgelerini gezdi. Eğitimini Alman Okulu ve Fransa’da «College de France» ile «Şark Dilleri» okullarında tamamlayıp Arapça ve Farsçayı da özel derslerle öğrenen Ayaşlı, 1947’de gazeteciliğe başladı. Ünlü şarkiyatçı Massignon’dan tasavvuf dersleri alan yazar, Viyana Büyükelçisi Sadullah Paşa’nın oğlu Nusret Bey ile evlenerek Ayaşlı soyadını aldı. «Pertev Bey’in Üç Kızı (1968)», «Pertev Bey’in İki Kızı (1969)» ve «Pertev Bey’in Torunları (1976)» adlı bir dizi romana imza atan yazar, 20 Ağustos 1999’da vefat etti.

Diğer Eserleri: Dersaadet (1975, hâtıralar), Ondokuzuncu Asır (1971, tarih), İşittiklerim Gördüklerim (1973, tanıdıklarının portreleri).

***

Bir gün Necip Fâzıl, Münevver AYAŞLI’ya:

“–Ben vatanseverlik ölçüsü olarak bir test buldum. En koyu vatansever görünenlere: «Abdülhamid Han’ı sever misiniz?» diye soruyorum. Böylece onu sevenlerin gerçek vatansever olduğunu anlıyorum.” dedi. Ayaşlı şöyle karşılık verdi:

“–Ben bu teste bir ilâve daha yapmak istiyorum. Bu kişilere: «Necip Fâzıl’ı sever misiniz?» diye de sormak lâzım. Böylece verecekleri tepkiye göre, vatanseverlik ölçüleri tespit edilebilir.”