Tokadîzâde Şekip

Dursun GÜRLEK

İbnülemin Mahmud Kemal İNAL hakkında Yahya
Kemal ile Süleyman Nazif’in birlikte söyledikleri iki mısra
vardır ki üstadın karakterini en güzel şekilde yansıtması
bakımından oldukça ilgi çekicidir. Eserleriyle, üslubuyla,
kıyafetiyle, hafızasıyla emsaline göre çok değişik
özellikler arz eden bu ünlü bilginimizi anlatan iki mısra
şöyledir:

Hezar gıbta o devr-i kadim efendisine
Ne kendi kimseye benzer, ne kimse kendisine.

Evet, toplumda böyle kimseye benzemeyen,
tamamen ayrı bir dünyanın insanı olarak yaşayıp fani
ömrünü sona erdiren nadir şahsiyetlerden biri de
Tokadizade Şekip’tir. Bugün birçok edebiyatçının bile
adını hatırlamadığı, oysa bir zamanlar şiirleriyle büyük bir
şöhret kazanan Tokadizade Şekip, toplum hayatına
intibak edemeyen, hisst yönü son derece gelişmiş, ilginç
bir şahsiyetti.

Tokadîzâde Şekip, şuarâdan ve Osmanlı Bankası’nın seçkin memurlarından Tokadîzâde Mehmed Bey’in oğludur. Anasının adı Râbia’dır. 12 Haziran 1871 ‘de İzmir’in Tilkilik Mahallesi’nde, Kantarağa Sokağı’ndaki evde doğdu. Orta öğrenimini tamamladıktan sonra tanınmış birkaç muallimden ders aldı. Ezcümle İzmir Müftüsü Mehmed Said Efendi, Şeyhzâde Ali Haydar, Leblebici Tevfik Efendi, Kıbrıslı Kâmil Efendi gibi zâtlardan Arapça ve Farsça öğrendi. Mehmed Said Efendi kendisine meânî, bedî ve beyan dersleri verdi. Acem şairlerinden Câmî’nin dîvânını okuttu. Bir hıristiyan öğretmenden de felsefe ve kimya dersleri aldı. Büyükbabasının dedesi Tokat’lıdır. Bundan dolayı «Tokadî» mahlasını kullandı. İzmir eşrafından Yahyâ Hayatî Paşa’nın büyük kızı Gülfem Hanım’la evlendi. Şiirlerini İstanbul ve İzmir’de çıkan gazetelerde; özellikle «Servet-i Fünûn», «Mahfil» ve «İçtihat» gibi yayın organlarında neşretti.

Şimdi onun garip hâllerinden bazılarını görelim:

Kendisine birçok vazife teklif edildiği hâlde çoğunu kabul etmedi. Göreviyle maaşını kıyaslar, maaşını çok, hizmetini az görürdü. Tabiî ki bu zihniyetle hareket ettiği için belli başlı bir işin sahibi olamadı. Oğlu Nâsır’ın, çalıştığı şirkette maaşının artırılacağını duyunca buna karşı çıktı: “Nâsır, şirket hizmetine yeni alınmıştır. Ondan önce görev alan ve herhâlde Nâsır’dan daha iyi hizmet yapan memurlarınız vardır. Bunlar dururken Nâsır’ın maaşının artırı iması adâlete uygun değildir.” dedi.

Şekip, hayatın güzel yönlerinden çok, insana ıstırap veren taraflarına bakıyordu. Bir çiçek buketinin gözleri okşayan güzelliği, ruhları serinleten kokusu dururken, o buketin etrafındaki yaprakların üzerinde mevcut milyonlarca haşaratın birbirleriyle nasıl mücadele ettiklerini düşünüyor, günlerce üzülüyordu.

Tokadizade Şekip, ötekine berikine kefil olmaktan çok zarar gördü. Her borçlu alacaklısından kaçarken Şekip, kendisini görerek mahcup olmasınlar diye borçlularından kaçardı. Ne zarafet, ne incelik! Ender insanların halleri de ender oluyor. Yine bu meçhul meşhurlardan biri olup halen hayatta bulunan yaşlı bir sahaftan dinlemiştim: “Benim dükkana bazı profesörler geliyordu. Onlar kapıdan girer girmez ben bir bahane uydurarak dışarı çıkıyordum. Rahat kitap çalsınlar, diye böyle yapıyordum. Ne yapsın zavallı, kitaba merakı çok, parası yok.”

Sadede gelelim. Hayatından hiçbir zaman memnun olmayan Şekip, beynini elem ve teessür içinde işleyen bir makineye, vücudunu da keder ve ıstıraplarını taşıyan bir arabaya benzetiyordu. Ağlayanlarla ağlar, gülenleri hoş görmezdi.

Hilkaten mâil-i bükâyım ben
Sâmiam handelerden inciniyor.

Bir süre mütereddit ve kararsız dolaştı. Zihnine şüpheler musallat oldu. Îmanı sarsıldı. Beynine hücum eden dalgalar karşısında şüphesi ve tecessüsü arttıkça hayretten hayrete düştü. Zihnini yiyen, yıkan, akılları durduran bu hayret ummanlarının içinde çalkalandıkça çalkalandı. Nihayet bütün bu hâdiselerin, gelgitlerin kör ve şuursuz bir tesadüften ibaret olmadığına kanaat getirdi. Her çiçeğin renginde, her seste, Sâni-i Hakikî’nin azametini hissetmeye, görmeye başladı. Mevlânâ Hazretleri’ne intisap etti. Destarlı bir sikke ile dolaşmaya başladı. Mevlevî âyinlerine katıldı. Mesnevî’den feyiz aldı. Abdülkâdir Geylânî Hazretleri’ne yakınlık duydu. Kâdirî Tarîkati’ne de intisap etti. Peygamber Efendimiz’e na’tlar yazmaya başladı. Cenab-ı Hakk’a münâcâtlarda bulundu.

Tokadîzâde Şekip rüyâya çok inanırdı ve her gördüğü tehlikeli rüyâ aynen zuhur ederdi. Bir gece rüyâsında ilk çocuğu olan Kemâl’in, bir servi ağacının altında kazılan mezarını gördü. Arkasından çocuk hastalanarak öldü. Vefatından 7-8 ay önce yine bir gece rüyâsında oğlu Nâsır ile kendisinin yan yana kazılmış mezarlarını gördü. 6 Ekim 1932’de Perşembe günü sabaha karşı, saat beşte tifodan ölen çok sevdiği oğlu Nâsır’ın acısına dayanamadı. Üç saat sonra tabancayla intihar etti.

Abdülhak Hâmid, Halit Ziya UŞAKLIGİL, Mithat Cemal KUNTAY, Ali Ekrem BOLAYIR, Sâmipaşazâde Sezâî, İbnülemin Mahmud Kemâl gibi devrin en meşhur şairleri ve yazarları Tokadîzâde Şekip’in bu hazin ölümüyle sarsıldılar ve en duygulu yazılarını kaleme aldılar.

Bir örnek olmak üzere İbnülemin Mahmud Kemâl’ in «Şekip İçin» kaleme aldığı makaleden birkaç cümle takdim ediyorum:

“Bazı müstesna insanlar vardır ki, ölümleri yalnız ailelerini veya yalnız dostlarını değil, bütün vatandaşları üzüntüye ve kedere boğar. Zavallı Şekip işte o insanlardandı.

Hele ölümünün ne kadar fecî bir manzara arz ettiğini insan düşündükçe, başka bir şey düşünemeyecek hale geliyor.

Hayatının semeresi ve meyvesi olan evlâdını kaybedince hayatını maddeten ve mânen muhafaza edemeyeceğine inandığı için feda etmesi de, bu tâlihsiz babanın tam anlamıyla şair olduğunu gösterir. Nâçizâne kaleme aldığım bir eserde «Şuuru tam olanlar, tam şair olamazlar.» demiştim. Şimdi ne söylense faydasızdır. «Çâre ne, böyle imiş hükm-i kazâ» demekten başka söyleyecek söz yoktur.

Kendisini çok sevdiğimiz Eşref merhuma hitâben söylediği bir manzûmede:

Şi’re, şairliğe elhâk şeref-âverdin sen,
Kilk-i i’câz ile çok hârika gösterdin sen.

demişti. Ben de Şekip merhuma aynı şekilde hitâp etmekle yetiniyorum.

Meşhur şairlerden Üsküdarlı Talat Bey, bendeniz hakkında lüzumundan fazla hürmet gösteren kemâlperverlerden olduğu için beni gördükçe: «Dünyada pek o kadar lüzumu olmayan kullarının ömrünü Rabbim sana versin.» diye dua ederdi. Biz de Şekip merhum hakkında bu şekilde dua etseydik, kabule mazhar olur muydu! Heyhat!..

Böyle büyük bir şair kaybettikleri için İzmir edebiyatçılarına, muhterem halkına, özellikle bîçare ailesine ve dostlarına başsağlığı diliyorum. Hak Teâlâ, ruhunu şâd eylesin.”

Ünlü romancımız Halit Ziya UŞAKLIGİL de Tokadîzâde Şekip’in arkasından şunları söylemektedir:

“Oğulla babanın ölüm haberi, birbirinden ayrılmak istemeyen iki yâr, beraber vurup, beraber durmaya mahkûm iki yürek gibi, aynı zamanda gelip bana çarpınca benliğimin derinliklerine kadar sarsıldım. Önce oğlu için, sonra baba için sızladım. Ve bu iki acı birbirine sarmaş dolaş oldu. Birbirine karışarak beraber ağladılar.

Şekip’i her zaman kıvrak, oynak, hareketli ve tombalak bir çocuk olarak hatırladım. O zaman yalnız gözlerinin durgun, düşünceli ve dalgın bakışında bu sefil dünyanın öte tarafından kendini bekleyen bir başka yüksek âlemin ufuklarından aksetmiş dalgalar var gibiydi.

Yıllar geçtikçe bu dalgalar daha açık renkler hâlinde
belirdi. O zaman o şuh ve şatır çocuktan ağırbaşlı,
haddinden fazla yaşlı bir genç ve babasından intikal eden
hassasiyet ve şairiyet hazinesinin birden taşıvermiş bir
tuğyanıyla yüksek bir sanatkâr çıktı. Sanatkâr dedim ve bu
deyimi kullandıktan hemen sonra pişmanlık duydum. ıran
edebiyatında, dâvân edebiyatında, Tanzimat edebiyatında
ve en yeni nesillerin edebiyatında sanatın en mebzûl ve
en rakîk meselelerinde pervasızca oynayan, en zor
hünerlerin içinden en parlak başarılarla çıkan Şekip
elbette son derece seçkin bir sanatkâr idi. Fakat o her
şeyden fazla ve tam anlamıyla bir şair idi.

Şekip’in kaybı memleket için elbette telâfî edilmesi mümkün olmayan bir kayıptır. Fakat bunun da teselli veren bir yönü var: O, hayat ile tek bağlantısı olan oğlundan sonra nasıl yaşayabilir, bu ağır üzüntünün altında çöken gövdesini nasıl sürükleyebilirdi? Ve bizler onu bu acı içinde inlerken görmeye nasıl dayanabilirdik? Eğer ölülerin de bir nefesi, onların yüreklerinin de bir çarpıntısı varsa, baba ile oğul nefes nefese, yürek yüreğe mesut ve müsterih olarak ebedî uykularını uyusunlar. Şu bîçare dünyanın öte tarafında dinlensinler!..”

Tokadîzâde Şekip merhumun «Sevmem» başlığını taşıyan bir şiirini takdim ediyorum:

SEVMEM

Kalender meşrebim, minnetim yoktur,
Yükseklerde uçan meleği sevmem.
İzzet-i nefsime hürmetim çoktur,
Öpülmek isteyen eteği sevmem.

Zelîl in kâniim hamâkatine,
Kulak vermem lâf-ı liyâkatine,
Dünya şâhit iken sadâkatine,
Kurdu severim de köpeği sevmem.

Ezelden mâilim nüktedanlığa,
Hürmetim büyüktür kahramanlığa,
Nisbetim yoksa da pehlivanlığa,
Kolayca bükülen bileği sevmem.

Hilkatten almıştır yüksek bir pâye,
Gönül pek âlîdir, bakmaz ednâye,
Meylederim sanma, denî dünyâye,
Elin kokladığı çiçeği sevmem.

Bin derde uğradım ben bile bile,
Neler çektim neler bu kafa ile,
Eğer sevmiyorsam babama bile,
Seni seviyorum demeyi sevmem.

Tâlihin kahrına göğsümü gerdim,
Dergâh-ı rızâya postumu serdim,
Yolumdan dönersem ben de nâmerdim,
Dönmek menfûrumdur, döneği sevmem.