Ayın Tarihi

Handenur YÜKSEL

SULTAN 111. AHMED

23’üncü Osmanlı padişahı Sultan III. Ahmed, 1673’te doğdu, 1703’te 30 yaşında iken tahta çıktı. Hattat ve şairdi, «Necip» mahlâsıyla şiirler yazdı. Döneminde Akdeniz kıyısındaki Oran şehri fethedildi. 1711′ deki Prut Seferi’nde Ruslardan Azak, 1715′ teki Mora Seferi’nde Venediklilerden Mora geri alındı. Dağıstan, Osmanlı tâbiiyetine girdi. 1723’te İran Savaşı başladı, İran’ın 5 büyük vilayetine girildi. 1727’de İbrahim Müteferrika tarafından ilk matbaa açıldı. Lâle Devri denilen meşhur devir bu sultanın dönemine rastlar. 1730’daki Patrona Halil İsyanı sonunda tahttan ferâgat eden Sultan III. Ahmet, bundan 270 yıl önce, 1Temmuz1736’da 62 yaşında iken vefat etti.

FİDYESİNİ ÖDEYEN KURTULUR

Osmanlı Devleti’nin büyük denizcisi Kaptan-ı Derya Hızır Hayreddin Paşa, 1466’da Midilli’de doğdu. Ağabeyi Oruç Reis’le birlikte küçük yaşta denize açıldı. Avrupalılar Hızır Reis’e «Barbaros» dediler, bu «Kızıl Sakal» demekti. Onlar Akdeniz’in her köşesinde Barbaroşo’ya lânet okuyarak kaçarken, bu isim gaziler arasında «Barbaros» şekline dönüştü.
Allah, Barbaros’u sanki düşman donanmasını korkutmak için yaratmıştı. Bu korkudan olsa gerek: «Eyvah Barbaros geliyor!» diye kaçışırlardı.

Barbaros, 1520-1529 yılları arasında İspanyolların elinde bulunan küçük bir ada dışında Akdeniz’ in tek hâkimi oldu. Mevcudu 35 gemiye yükselen filosu ile bölgenin korkulu rüyâsıydı. Büyük gayretler sonunda Kuzey Afrika’ da bir devlet kurmayı başardı. Hızır Hayreddin Paşa, 1533 yılında Kanunî Sultan Süleyman tarafından bir Hatt-ı Hümâyûn ile İstanbul’a çağrıldı ve kendisine Kaptan-ı Deryalık görevi verildi. 1538’de Preveze’de dünyanın en güçlü donanmasını mağlûp eden Barbaros, Rumca, Arapça, İspanyolca, İtalyanca ve Fransızca bilirdi. Barbaros Hayreddin Paşa, 5 Temmuz 1546’da 80yaşında iken vefat ederek, Beşiktaş’taki türbesine defnedildi.

***

Hayreddin Paşa, Kanunî tarafından Dersaadet’e davet edildiğinde Haliç Tersanesi’ni gezme fırsatı buldu. Orada yaşadığı hayreti şu sözlerle ifade eder:

“Osmanlı donanmasının başına geçtiğim için sonsuz bir sevinç içindeyim. Bu öyle kudretli bir donanma ki, Frengistan’ın (Avrupa’nın) bütün donanmaları birleşse alt etmesi kâbil olmaz. Haliç üzerinde öyle büyük bir tersane kurulmuş ki, dünyada benzeri yok, hiçbir tersane bu kadar gemiyi kızaklayamaz. İstenirse, burada bir yıl içinde, Venedik donanmasının bir eşi inşa edilip, donatılabilir. Gerçi İstanbul tersanesinin şöhreti dünyayı tutmuştur. Venedik kâfiri bile, Sultanımızla sulh içinde olduğu demlerde bu tersaneye kadırga sipariş eder.

Tersanede çalışan 20 bin işçinin içinde, akla gelebilecek her çeşit sanatkâr var. Bunların çoğu, ücretle çalışan hıristiyan esirler, ama şaşırtıcı olan şu ki, ücretlerini biriktirip fidye bedellerini ödeyenler hür olarak memleketlerine dönebiliyor.”

ŞÜPHELİ ŞEYDEN SAKINMALI

Hanbelî Mezhebi’nin kurucusu Ahmed İbn-i Hanbel, 780’de Bağdat’ta doğdu: Hadis sahasındaki derin bilgisi her tarafta duyulduğu için, onu gıyaben tanıyan muhaddisler, istediği hadisleri’ kendisine rivâyet etmekte tereddüt göstermezlerdi. Halîfe Me’mun, Mu’tasım ve oğlu Vâsık dönemlerinde hapis ve işkencelere mâruz kaldı, pek çok defa kırbaçlandı, evinde göz hapsinde tutuldu. Az yer, çok ibadet ederdi. Evinde yiyip-fçecek bir şey bulunmadığı zaman, üzülecek yerde sevinir, ekmek kırıntılarını ıslatıp üzerine tuz döküp yerdi. Her gün Kur’ân’ın yedide birini okumayı âdet edinmişti.

En önemli eseri «el-Müsned» dir. 31 Temmuz 855’te Bağdat’ta vefat etti.

***

Oğlu, hastalığı sırasında babası İmam Hanbel’i ziyarete gelerek:

“-Babacığım, Halîfe’nin verdiği hediye paradan elimde bir miktar kaldı, onunla hacca gidebilir miyim?” diye sordu. Büyük âlim:

“-Evet, gidebilirsin.” deyince, oğlu:

“-Ama sana verdiği az bir şeyi bile kabul etmiyorsun.” Bu söz üzerine İmam şöyle buyurdu:

“-Ey oğlum, o benim için haram değil, fakat ben ondan sakınarak nezih kalmak istiyorum!”

İmam, halîfelerden hediye almanın haram olduğuna hükmetmiyor, sadece şüphe ediyordu. Şüpheli şeyden sakınırdı, çünkü o zâhidlerdendi.

«IBRAHİM’İN RABBİ’ NE YEMİN OLSUN!»

Peygamber’imizin -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hazret-i Hatice’den -radıyâllâhu anhâ- sonra en sevdiği eşi olan Hazret-i Âişe -radıyâllâhu anhâ- 613’te Mekke’de doğdu. İlk halîfe Hazret-i Ebûbekir’in kızıdır. Çok küçük yaşta Peygamber’imizle evlendi. Birçok savaşa katıldı. Uhud Gazâsı’nda sırtında su taşıdı, yaralılara baktı. Hazret-i Peygamber’in vefatı üzerine 18 yaşında dul kaldı. Peygamber eşlerinin başkalarıyla evlenmelerini yasaklayan Kur’ân hükmüne uyarak yeniden evlenmedi. Hazret-i Aişe, geceleri namaz kılar, günlerinin çoğunu oruçla geçirir, kimsenin aleyhine konuşmazdı. Kanaatkâr, mütevâzı ve cömertti. Öksüz ve fakir çocukları himayesine alır, onların terbiye ve yetişmelerine özen gösterir, onları elleriyle evlendirirdi. Hazret-i Âişe, Hazret-i Peygamber vefat ettiğinde çok genç olmasına rağmen, Kur’ân-ı Kerîm’i ve Hazret-i Peygamber’in sünnetini en iyi bilen ve anlayan sahâbeler arasındaydı. 14 Temmuz 678’de 65 yaşındayken Medîne’ de vefat ederek, «Cennetü’l-Bâkî» kabristanına defnedildi.

***

Hazret-i Âişe’ den şöyle bir söz rivayet olunur:

“Bir gün Rasûlullah-sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«-Ya Âişe, senin benden ne zaman memnun olduğunu, ne zaman öfkelendiğini bilirim.» buyurdu.

«-Nereden biliyorsun?» diye sordum.

«-Memnun olduğunda, Muhammed’in Rabb’ine yemin olsun; öfkeli olduğunda ise, İbrahim’in Rabb’ine” ye’min olsun, dersin.» buyurdu.”

YAŞIN HAKKINI VERMEK

“Din, bir meslek olamaz; bir kısım insanların din adamı diye ayrı bir sosyal sınıf meydana getirmeleri, dinin bir dünya sanatı haline konulmasına yol açar.” diyen felsefeci-yazar Nurettin TOPÇU 1919’da İstanbul’da doğdu. Yüksek öğrenimini Paris’teki ünlü Sorbonne Üniversitesi’nde tamamladı. Ülkeye döndüğünde İzmir ve İstanbul liselerinde felsefe öğretmenliği yaptı, «Hareket Dergisi»ndeki makale ve incelemeleriyle tanındı, hikâyeler de yazdı. «Türkiye’nin Maârif Dâvâsı» ve «Mehmed Âkif Üzerine İnceleme» başlıca eserleri arasındadır. 31 yıl önce 10 Temmuz 1975’te vefat etti.

***

Bir gün Prof. Dr. Sabahattin ZAİM, Sultanahmet otobüs durağında hocası Nurettin TOPÇU’ yu gördü, elini öptü ve:

“-Hocam, maşallah yıllar sizi hiç yıpratmamış.” dedi. Moral versin diye söylenen bu sözler, Topçu’nun neşesini kaçırdı. Yüzü bulutlanarak üzüntüyle cevap verdi:

“-Ya öyle mi? Hâlbuki her yaşın hakkını vermek gerekir. Demek ki biz yaşımızın hakkını verememişiz!”