Ömrün Yaz Ayları

Muhammed Ali EŞMELİ
seyri@yuzaki.com seyri@seyri.com

Hayat bahçesinde yapılması gereken işler zaman zaman bir sonraki mevsime kalır. O mevsim bazen hiç gelmez, bazen de gelir fakat insanın bu defa ömrü kifayet etmez. Mesela; kışın, yaz için düşünülenler ile yazın yapılanlar arasında çoğu kere fikr1 caymalar ve kaymalar yaşanır. İnsan yapısındaki bu zikzakların sebebini Hazret-i Mevlana, kendine has üslubuyla biraz da iğneleyerek şöyle anlatır:

Kış gelince, sokak köpeği bir köşeye büzülür, kışın soğuğu onu öyle ezer ve öyle perişan bir hale getirir ki:

«Bu soğuktan kurtulmam için, sığınabilecek taştan bir ev yapmam gerek.» diye kendi kendine söylenir. Sonra da karar verir:

«Bu lcüçülc gövdeme elbette bir kulübe yapabilirim. O halde yaz gelince,dişimle, tırnağımla çalışayım, /aş için taştan bir ev kurayım.»

Fakat yaz gelince; kemilclerindelci buzlar çözülür ve dipdiri hale gelir. Sıcak havanın güzelliği karşısında derisi gevşer. Bu durumdan iyice hoşlanır.Bir müddet sonra da kendisini lcoslcocaman görür ve bu defa kendi kendine:

«Ey efendi, bu iri yarı vücutla sen hangi eve sığabilirsin?» demeye başlar.Sağda, solda kolaylıkla yiyecek bulur, semirir, tembelliğe dalar; karnı tok,sırtı pek, kendine güvenmiş bir halde, bir gölgeye çekilir, yatar, uyur. Gönlü onu îkaz eder:

«-Amca! Gel kendine bir ev yap!»

Oda:

«-İyi de, bu kalıpla ben, bir eve nasıl sığabilirim, söyle?» diye cevap verir.”

Bu tahkiyeden sonra Hazret-i Mevlana, bize seslenir:

Ey insanoğlu, sen de bir belaya, bir derde düştüğün zaman, hırs kemiklerin büzülür, incelir, sen de küçülür, kalırsın. O zaman, kendi kendine günah ıstıraplarından ve belalardan kurtulmak için: «Tevbeden bir ev yapayım da, kışın orada barınayım.» dersin.

Fakat, dert ve beladan kurtulunca; gevşek/ile ve tembelliğe düşersin de, o evi yapmak sevdasından vazgeçersin.”

İnsanoğlunun ömrünü dolduran pek çok güzel hedef ve gayelerin âkıbeti bu! Dar ve yoğun zamanlarda yürekleri kanatan yerinde maksatlar, rahat ve boş zamanlarda araya giren gevşeklik ve gafletler yüzünden çok defa bir kenara atılmış vaziyette kalır. Hele insanı aklen ve rûhen atıl bırakma şekline dönen tatillerdeMevlana’nın yukarıdaki tespitini her yıl yaşıyoruz. Çünkü tüketim dünyasındabütün bir hayatı bir mirasyedi gibi kullanmak öğretiliyor. Yapılacak iş vevazifelere karşı akıl ve gönüller körelti lirken, tüketime ve boş yaşamaya karşı dinamik
tutuluyor. Böylece rahata ve gevşekliğe yönelik işti ha gittikçe fren kabul etmez derecede artıyor, buna mukabil akıl ve ruh dünyasındaki başarısızlıklar ve noksanı ıklar rahatsız etmez hale geliyor. İşte bu gerçeğin doğurduğu birfıkra:

Çocuk bütün derslerinden zayıf almıştı. Sadece müzik dersi pekiyi idi.Babası şaşkın şaşkın sordu:

“-Bu kadar zayıfa rağmen nasıl şarkı söyleyebiliyorsun?”

Çocuk pişkince cevap verdi:

“-Pekiyi alabilmek için babacığım … ”

Böyle fıkraların gerçekte fazlasıyla yaşandığı bir ortamda M. Akif’in şu şiiri hatıra geliyor:

Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi,
Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi.
Lakin aşk olsun ki aldırmazdaotlarmışeşek,
Sanki tavşanm ış gelen, yahut kılıksız köstebek!
Kar sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı …
Hasmı, derken, çullanırmış yutmadan son lokmayı!..

Tarih sahnesi, bu tasviri kimbilir kaç kez yaşamıştır.Her seferinde yatıp uyuyanlar, zevke dalıp vakti boşa harcayanlar ile çalışıp gayret edenlerin mücadelesinde daima ikinci gruptakiler kazanmıştır.

Demek istediğim şu ki, bizler için boşa geçen vakitlerden, gaflet ve tembellikle yanlış değerlendirilen tatillerden daha büyük canavar yoktur. Bu bakımdan içinde bulunduğumuz günleri, bizi gaflet ve gevşeklik canavarının ağzına kuzu yapacak şekilde geçirmemek, bugünlerde en mühim meselelerimizden olmalıdır.Çünkü tatil günleri de: “Takdir-i ezel gayrete aşıktır.” ifadesinin dışında değildir. İstirahat ihtiyacı ayrı bir şey tabii. Fakat hocanın derse gelmediği anlarda memnuniyet çığlıkları atan talebeler gibi hayat sürenlerin sevinci, her zaman kursaklarında kalmış, hüzün ve ıstırapla neticelenmiştir. Şair ne güzel söylemiş:

Karınca kanatlanınca zanneder ki beşarettir,
Bilmez ki o zavallı, bu ölüme işarettir …

Çünkü o kanatlanma, neşelendiren bir beşaret gibi başlamışsa da ölümle bitecektir. Zira malumdur ki kanatlanan karınca, ölümün eşiğinde demektir. Bu, aynı zamanda yaratılışı, uygun olmayan şekilde kullanmaya kalkışmanın hazin sonunu göstermektedir. Dolayısıyla insan için hayatta sırf keyif merkezli kanatlanmalar da,aslında aklın, iradenin, rûhun ve başarının ölümüne işaret ettiğinden dolayı, çok acı sonlara gebe olur.

O halde insan hayatında en büyük başarı, ömür takvimini doğru olarak kullanabilmekten geçer. Çünkü o takvimden kopan bir yaprak, bir daha geri verilmeyecektir. Bu bakımdan Aşık Paşa, ömrün yaz mevsimini değerlendirme bakımından şu ikazlarda bulunur:

Kimse kim yazın yeşil yaprak seve
Yay gününde yaylayu kölge kova

Güz gelicek nesne girmez eline
Görnüdur kim kışın anun hali ne

Her ki yazın nimete bünyad ura
Yay gününde güneşe karşu dura

Güzün oldur ol zahire bağlayan
Kış içinde hoş bıyığın yağlayan

Niçeler ol kişiye muhtaç ola
Ol tok ola, cümle alem aç ola

İmdi sen kendüzüne gelsen gerek
Bu meseldür kim didüm bilsen gerek

“Kim yaz vaktinde kendini yeşil yaprağa kaptırır ve yaz günlerini yaylayıp da gölge kovalamakla geçirirse,sonbahar geldiği zaman elinde bir şey kalmaz. Kış gelince halinin ne olacağı ise ortada…

Her kim de yaz vaktinde nimet için hazırlıklar yapar ve yaz günlerinin sıcak güneşine sabrederek çalışmasını sürdürürse, sonbahar geldiği zaman zahire bağlayan o olur. Artık o, vakti rahatça bıyığmı burabilir. Çünkü birçokları ona muhtaç durumdadır. Herkes aç iken o toktur.

O hâlde artık senin de kendine gelmen gerek. Sana anlattığım bu misâlin hikmetini bilmen gerek…”

Bu şekilde insanları ikaz eden Aşık Paşa’ya göre yaz ayları, insan ömrünün 20 ile 40 yaşı arasındaki zinde yıllar gibidir ki, güç ve imkân bakımından en verimli olabilecek zamanlardır. Dolayısıyla çok iyi değerlendirilmelidir. Bunu şöyle ifade eder:

Sûret anda kâyim ü muhkem olur
Hoş fasıl hoş mevsim ü hoş dem olur

Gizlü kalmaz ilm ü san’at feth u cûd
Hoş ganîmetalurol dem bu vücûd

Âdemînüñ içi taşı bay olur
Eyle sankim yıl içinde yay olur

İşret ü şâdî vü kuvvet had alur
Zîra kim kırk yaş ulu menzil olur

“İnsanın yapısı bu yıllarda dimdiktir ve sağlamdır.Bu sebeple fasıl da hoş, mevsim de hoş, vakit de hoştur.

İlim ve sanat, başarı ve cömertlik kendini gösterir. O vakit bu vücut, hoş ganimetler elde eder.

İnsan,hem iç dünyasında hem de dış dünyasında zenginleşir.İşte bu hâli yıl içindeki yaz olarak farzet! Safâ,neşe ve kuvvet,zirvededir.Bu sebeple kırk yaşı, ulu bir merhaledir.”
Unutmamalı ki, ekim dikim ayları olan yaz ayları nasıl geçerse, ardından gelen aylar da ona göre güzel hasatlarla geçer. Yani miskince ve kötü bir şekilde geçen yaz tatili, kötü bir eğitim sezonu demektir. Dikkatle bakanlar görecektir ki, tatiller nasıl geçiyorsa, tatil ol mayan günler de öyle geçmektedir.

Gelin o halde bu tatili, ataletten kurtulmaya ayıralım.İstirahatımızı ihmal etmeyelim ama,keyfi zaman öldürmeyelim. Gelin kışın öğrenemediklerimize vakit ayıralım. Kitaplara vakit bulalım. Özellikle gelin bu tatil bir de dağarcığımızda, güzelim Türkçemizi zenginleştirme zamanı olsun. Necip Fazıl’ın ifadesiyle:

Renk renk hatıralarım oda oda silindi;
Anne kokan bir Türkçem vardı, o da silindi.

şeklinde şikâyet edilir hâle gelen Türkçemizi, tekrar Yûnus Emre güzelliğinde kullanabileceğimiz kıvama getirelim.

Var mısınız şöyle demeye:

Elim, avucum bomboş; heba eyledin dünü,
Ey yatak, beni yarın çağır, bugün iş günü!..
[Seyrî]