ZİYARETGÂHLAR
Fahri SARRAFOGLU Kimdir?
1966 yılında Aksaray’da doÄŸdu. İlk, orta ve lise tahsilini Aksaray’da tamamladı. Ankara Üniversitesi İletiÅŸim Fakültesi’ni bitirdi. Aynı yıl, yabancı dil tahsili için İngiltere’ye gitti. Bir yıl Londra’da kaldı. 1990 yılında İhlas Holding’de Turkey İngilizce Ekonomi Gazetesi’nde Halkla İliÅŸkiler Müdürü olarak göreve baÅŸladı. Bilahare AgroTeknik Dergisi Reklam Müdürü olarak görevini sürdürdü. Baba mesleÄŸi kuyumculuÄŸa olan vefa borcunu ödemek için İstanbul Kuyumcular Odası ile birlikte 1991 yılında Gold News kuyumcu dergisini çıkardı. 1993-1996 yılları arasında İHA’ da Ekonomi Müdürü olarak çalıştı. TGRT FM, Marmara FM ve Günışığı FM radyolarında haftalık programlar yaptı. Bir süre MÜSİAD Basın ve Halkla İliÅŸkiler Koordinatörlüğü görevini yürüttü. Evli ve üç çocuk babası olan SarrafoÄŸlu, halen Yeni Åžafak Gazetesi ekonomi muhabirliÄŸi yapmaktadır. Bu arada «Düşün KonuÅŸ Dinle» (D.K.D.) adı altında kiÅŸisel geliÅŸim seminerleri veriyor… 1993’ten beri de İstanbul gezilerinde rehberlik yapıyor. Eserleri: Türkiye ve Dünyada Altın, 2000’e DoÄŸru Türkiye, Politikasız Ekonomi, Medine Pazarı, Cuma Konukları, Ekonomi Meclisi.
Yüzakı: Bu ay Yüzakı Dergisi olarak tatil ve seyahat kültürünü masaya yatırmaya karar vermiş bulunuyoruz. Bugün oluşturulmuş olan bu kültürün öz kültürümüze ters birçok unsur barındırdığını ve devamlı ziyaret edilmesi gereken birçok mekânı ve eseri unutulmaya terk ettiğini görmekteyiz. Bu sebeple Kültür Sanat bölümümüzde, ilgiyi milli ve manevi kültürümüz açısından ziyaret edilmesi gereken bu mekanlara ve eserlere çekmeye çalıştık.
Ziyaret kavramının açılımıyla mülakatımıza başlayacak olursak, bu mefhum ne gibi mekânları ve unsurları içine almaktadır?
Fahri SARRAFOGLU: Ziyaret mefhumunu iki ana başlıkta toplamak mümkün. Dinî, mânevî ziyaretler ve kültürel ziyaretler. Dinî ziyaretler bugün birtakım hurafelerle karışık olsa da toplumda devam eden bir hadise. Bunları hurafesinden ayıklayıp şuurlu ve istifadeli bir faaliyet haline getirebilmek için, hadisenin kültürel boyutunu da hesaba katmak gerekiyor. Ama bugün gerçekleştirilen, manevi hislerden uzak kültürel ziyaretler de turistik birer gezi olmanın ötesine pek geçemiyor.
Hurafelerin ortaya çıkış sebepleri bazen çok ilginç olabiliyor. Mesela; Åžehzadebaşı Camii tadilat sebebiyle uzun dönem kapalıydı. Kapalı iken solda, ÅŸu anki belediye binasına bakan tarafta, demir bir kapı bulunuyordu. Halk; Cuma günleri gelir, orada bekleÅŸir ve dua ederdi. Daha sonra cami ibadete açılınca ziyaret hadisesi de iç kısma taşındı. İçeride bir çınar var. Åžimdi o çınarın etrafında bir hurafe oluÅŸturulmuÅŸ durumda… Halk çınarın üstüne beÅŸik resmi, anahtar resmi gibi ÅŸeyler çiziyor… Belki maksat güzel, niyet hayır, ama amel hayır deÄŸil… Peki, bunun baÅŸlangıcı nedir? Hadisenin baÅŸlangıcı şöyle:
Caminin minarelerinin olduÄŸu tarafta önceden Helvacı Dede namında bir zatın türbesi vardı. Halk burayı çok fazla ziyaret ettiÄŸi için Millî Åžef döneminde bu türbe bir gecede ortadan kaldırıldı ve naaÅŸ Edirnekapı’da bilinmeyen bir yere defnedildi. Fakat halk bunu protesto maksadıyla oraya gitmeye ve makamı ziyaret etmeye devam etti. Ama nesil deÄŸiÅŸince oraya bu hadiseyi protesto için gidildiÄŸi unutuldu ve neticede bir hurafe ortaya çıkmış oldu. Bu türlü hurafelerden uzak durmamız ve gençleri de uzak tutmamız gerekiyor. Åžuurlu bir ÅŸekilde ziyaretler düzenlemeli ve: “İşin dini boyutu bu, kültürel boyutu bu, ama hurafeden uzak durun… ” ÅŸeklinde doÄŸru olanı göstermeliyiz.
Yüzakı: Bir de hurafelerden ayn olarak, ruhsuz turistik gezilerden bahsettiniz… Bir mekan ziyaretini turistik bir gezi olmaktan pkar1p daha ÅŸuurlu ve hatta daha feyizli bir faaliyet haline getirmek nasıl mümkündür?
Fahri SARRAFOGLU: Ben arkadaşları veya ekipleri gezdirirken istenilen istifadenin sağlanabilmesi için iki şeyin gerekli olduğunu söylüyorum:
Birincisi, niyet etmek… Ziyaret edilen mekanların hangi niyetle ziyaret edildiÄŸi bu yerlerden alınan istifadenin yönünü ve seviyesini belirler… Bu sebepten halis ve faydalı bir niyette bulunmak gerekmektedir. Yoksa elimize, taÅŸ bina görmekten ve kuru kuruya yorulmaktan baÅŸka bir ÅŸey geçmez. Ziyaretlerimizi bir mes’uliyet ÅŸuuru ve geçmiÅŸlerimize vefa duygusu içerisinde gerçekleÅŸtirmeliyiz. Hattâ: «Ya Rabbi, bu geziyi bizim için hayırlı bir ibadetiyle…» diye dua etmeliyiz.
İkincisi ise ibret almak… Çünkü yeryüzünde gezip iyiden örnek, kötüden de gerekli ibretleri almamız Kur’an-ı Kerim’de emredilmiÅŸtir:
“De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, Allah ilk baÅŸtan nasıl yaratmış bir bakın..” (Ankebût Sûresi, 20)
“De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, daha öncekilerin akıbetleri nice oldu, görün.” (Rûm sûresi, 42)
Niyetimizi bu ilâhî emirlere uymak yönünde tayin ettiÄŸimiz ve gerekli ibret ve hisseleri de aldığımız zaman ziyaret ve gezilerimiz, kendisinden en üst seviyede istifade edilen birer ibadet oluverir…
Vakıanın dinî boyutu ile alâkalı olan bu iki maddeye ek olarak kültürel ve tarihi boyut ile de alâkalı gözetilmesi gereken birkaç husus var. Tabiî ki bizim öz kültürümüz dinimizle iç içe olduÄŸu ve büyük ölçüde ondan kaynaklandığı için, bu maddeler de hiç şüphesiz ilk iki maddeyi tamamlayıcı bir özelliÄŸe sahip. Bunların en başında tarihimizi ve öz kültürümüzü yakından tanımak geliyor. Bu noktada da tasavvufu tanımak birinci derecede ehemmiyet arz ediyor. Zira -son dönemi bir nebze hâriç tutarsak- hemen hemen her Osmanlı eserinde taÅŸ üstüne taÅŸ konurken tasavvufi bir hassasiyet gözetilmiÅŸtir. Mimarından taÅŸ ustasına, hattatından ebrûzenine varıncaya dek tasavvuf terbiyesinden geçmemiÅŸ hemen hemen hiçbir sanat ve zanaat erbabı usta yoktur. En basitinden bir çeÅŸmenin kitabesi ve tezyinatı bile ustasının tasavvufi meÅŸrebine ve aldığı terbiyeye göre iÅŸlenmiÅŸtir. Bir eserde her motifin remzettiÄŸi bir hakikat vardır. Fakat bütün bu çeÅŸitliliÄŸin altında yatan ortak bir ÅŸuur ve gaye vardır: Sanatıyla, Allah’ı tanıma (marifetullah) yolunda mesafe kat etme, hizmetiyle de Allah’ın kullarına fayda saÄŸlama… İşte bütün bu deÄŸerler ve güzellikler ancak o ÅŸuurla inÅŸa edilmiÅŸ eserlerimizi ve kültürel varlığımızı yakından tanımakla bilinebilir.
Yüzakı: Bu bahsettiğiniz şuur çerçevesinde bir İstanbul gezisi ana hatlarıyla nasıl gerçekleştirilmeli?
Fahri SARRAFOGLU: “Haydi İstanbul’u gezelim… Ama nereden baÅŸlayacağız?” denilecek olursa bunun cevabı bellidir: Bir İstanbul gezisi ve ziyareti Eyüp Sultan’dan baÅŸlamalıdır. Yani ilk olarak mânevî boyutu dikkate almak gerekiyor. İstanbul’un mânevî merkezi de Eyüp Sultan olduÄŸu için ziyarete oradan baÅŸlamak icap ediyor.
İstanbul’da mânevî derecesi yüksek pek çok evliyâ var… Ama elbette ki bunların hiç birisi derece bakımından sahâbeden üstün deÄŸildir. Üstelik Eyüp Sultan Hazretleri, Rasûlullah Efendimiz’e hem mihmandarlık hem de alemdarlık yapmıştır. Bugün Eyüp Sultan Camii’ne girdiÄŸinizde, minberde saÄŸlı-sollu iki adet sancak görürsünüz. Orijinal deÄŸillerdir ama orijinalinin yerine kâim olmuÅŸ birer remzdir, semboldür onlar. Birincisi, Eyüp Sultan Hazretleri’nin, Peygamber Efendimiz’e alemdarlık yaptığının remzi, ikincisi de fetih sancağının remzidir. Çünkü Eyüp Sultan Hazretleri: “Buralar fethedilecek!..” mesajını orada vermiÅŸtir. (Böyle sancakların bulunduÄŸu iki camimiz daha var. Bunlardan birisi Ayasofya Camii diÄŸeri ise Bâlâ Süleyman AÄŸa Camii’dir. Maalesef Ayasofya’da bulunan iki sancağı da bakımsızlıktan çürüttük. Bâlâ Süleyman AÄŸa Camii’ndekilerin birini de aynı ÅŸekilde çürüttük. DiÄŸerini ise çaldırdık. Yani ÅŸu anda Fatih Sultan Mehmed Han’ın bizzat diktirdiÄŸi fetih sancağı elimizde yok.)
Eyüp Sultan’dan sonra Suriçi’ne doÄŸru devam etmemiz lâzım. Zaten Suriçi’ne yaklaşırken sahâbeleri göreceksiniz. Mesela Câbir Camii de denilen Atik Mustafa Camii var. Orada Câbir Hazretleri’nin makamı var.
Suriçi’ne girdiÄŸimiz zaman ziyaretlerimizde, Fatih merkez olmalı. Orada fethi ve Fatih’i anlatmalı. Çünkü Fatih oraya çok önem verdi. Fatih Camii ve onun yeri çok önemli. Dikkat edin, Fatih Camii’ ne pek fazla turist gelmez. Süleymaniye’yi, Sultanahmet’i, Beyazıt’ı bilen turistler Fatih’i pek bilmez. Çünkü fetih onların zihninde ve ÅŸuuraltında olumsuz bir hâdisedir. Bu sebepten onunla alâkalı unsurları ve Sultan Fatih’i pek sevmezler.
Fatih Camii’nin bulunduÄŸu yer, önceden metruk, yani terkedilmiÅŸ bir kiliseydi. Lâtin iÅŸgali sırasında yine Hıristiyanlar tarafından mahvedilmiÅŸti. Fatih Camii’nin yapımında iÅŸte o kilisenin taÅŸ kalıntıları zâyi edilmemiÅŸ bilâkis temelde kullanılmıştır. Ne büyük eseftir ki 1938’de Fransız bir mimara izin verildi ve Bizans eserlerini çıkaracağız diye, Åžu Fatih Camii’nin temelleri oyuldu. Temelde yer alan büyük, uzun taÅŸlar ve lâhitler birer birer çıkarıldı. Bugün Lâleli’de, cadde kenarında sergilenen taÅŸlar, oradan çıkarılmışlardır. Temeli oyulduÄŸu için de Fatih Camii günbegün kaymaktadır… Bugün Fevzi PaÅŸa Caddesi tarafında bulunan o ucûbe, o düzensiz payandalar ise bunun önüne geçebilmek için oraya 1980’li ve 90’1ı yıllarda konuldu. TaÅŸlar, demirler ve diÄŸer türlü düzensiz ve çirkin ÅŸeylerle orası desteklenmeye çalışıldı. Bütün bunları gezip görerek bilmemiz gerekiyor. Fatih’te birçok medrese ve fetih mescidi var. Onları tekerteker ziyaret etmek gerekiyor.
DüzenlediÄŸimiz gezilerde grupları patrikhanenin önünden mutlaka geçiriyorum. Patrikhaneyi şöyle bir dolandırdıktan sonra karşısında bir cami var, onu gösteriyorum. Yukarı tarafında ise incecik minareli bir cami var (İncebel Camii). Biraz daha yukarıya çıktığımızda da bir Mevlevî Tekkesi görüyoruz. Tekkenin oradaki Rum okuluna mesafesi sadece bir metre kadar… Yani Rum okulu ile sınır sınıra, o kocaman okulun yanında en fazla beÅŸ yüz metrekarelik ufak bir tekke… Bu tekkenin oraya yapılışındaki mesajı iyi anlamak gerekiyor. Rumların yoÄŸun olduÄŸu yerde Mevlevî derviÅŸleri, irÅŸad ve tebliÄŸlerini meydan okumadan ve ürkütmeden, hâlleriyle vermeye çalışmışlardır.
Oradan yukarı çıktığımızda İsmailaÄŸa Camii’ne varırız. Onun özelliÄŸi nedir? İsmailaÄŸa Camii’nin mimarîsi dünyada tektir. Kâbe’nin ölçülerine göre yapılmıştır. Nasıl ki Kâbe’de Tevbe Kapısı yukarıdaysa camiin giriÅŸ kapısı da öyle yukarıdadır. İmamın olduÄŸu namaz kıldıracağı yerin saÄŸ tarafı Altınoluk’u andırır. Haceru’l-Esved bölümü yukarıdadır. Müezzin mahfili, Kabe’deki müezzin mahfiline benzetilmek için üç dört karış da olsa yukarıda yapılmıştır. Camiin içerisinde bulunan revaklar Kâbe’de bulunan Osmanlı revaklarını andırır… Ayrıca camiyi yaptıran kiÅŸi ÅŸeyhülislamdır ve sonraki 6 ÅŸeyhülislâm aynı aileden gelmiÅŸtir. Hepsinin kabri de oradadır.
İsmailaÄŸa Camii’nin hemen arka çaprazında Mevlânâ Halid-i BaÄŸdadî’nin İstanbul’daki ilk halifesinin kurmuÅŸ olduÄŸu. NakÅŸibendi Tekkesi var (İsmet Efendi Tekkesi). NakÅŸibendilik İstanbul’a bu zat ile gelmiÅŸtir. Sonra diÄŸer tekkeler… Mevlevi Tekkesi, Cerrahi Tekkesi, UÅŸÅŸakı Tekkesi… Bir de Emir Buharı Tekkesi var. Bu tekke de hem irÅŸad hem ilim merkezi olarak faaliyet göstermiÅŸ bir yer…
Bunları gezip görmek gerekiyor. Ayrıca Sahn-ı Seman medreselerinin haricinde Fatih’te yedi ayrı medrese bulunuyor. Bunların birçoÄŸu ÅŸimdi müze… Kimi karikatür müzesi, kimi inÅŸaat müzesi kimi de halı müzesi… Yani maalesef hiçbiri yapılış gayelerine uygun olarak kullanılmıyor.
Sonra, İstanbul’un birçok yerinde türbeler var… Mehmed Emin Tokadı Hazretleri, Sümbül Efendi, Merkez Efendi, Ebu’l-Vefa Hazretleri… Bu merkez ÅŸahsiyetlerin, bulundukları yerde niçin bulundukları çok önemli… Gezerken bu tür hususları da merak edip öğrenmeliyiz. Neden Ebu’l-Vefa Hazretleri Vefa’dadır? Neden Sümbül Efendi Koca MustafapaÅŸa’ya yerleÅŸmiÅŸtir? Neden Merkez Efendi sur dışına çıkmıştır? Hepsinin bir amacı var. Bu Allah dostlarının her biri İstanbul’un İslamlaÅŸması aÅŸamasında ayrı mevkilerde hizmet etmiÅŸlerdir.
Bir de kanaatimce, kiliseden çevrilme camilere bilhassa ehemmiyet vermeliyiz. Mesela Fethiye Camii ve Gül Camii bunlardan ikisidir. Normalde kiliselerde papazın bulunduÄŸu yer Kudüs’e doÄŸru iken Gül Camii’nde bu, yapılış itibariyle kıbleye doÄŸrudur. Mimar öyle yapmış. Bu sebepten burası camiye çevrilirken mihrabı çevirme ihtiyacı mevzubahis olmamıştır.
Ziyarete mânevî ağırlıklı olarak baÅŸlıyoruz, kültürel ağırlıklı olarak devam ediyoruz ve orada hemen gerekli mesajı veriyoruz: ArkadaÅŸlar, biz niye buraya geldik, sur içerisinde niye ben size 5 tane kilise gezdirdim. İstanbul’da bir tek Ayasofya yok. Herkes İstanbul’ da bir tek Ayasofya’yı biliyor. Yanlış… Åžu anda İstanbul’da Dünya Kiliseler BirliÄŸi’nin hedeflediÄŸi 5 tane daha Ayasofya var: Kariye Camii, Küçük Ayasofya, Molla Fenârî İsa Camii, Fethiye Camii, Kalendarhane Camii… Bunları da, kiliseye çevirmek istiyorlar. Maalesef üç tanesinde kısmen de olsa muvaffak oldular. Ayasofya Camii’nin bugün sadece küçük bir kısmı ibadete açık… Esasta müze olarak kullanılıyor. Fethiye Camii’nin, yarısı cami, yarısı müze… Müze tarafı bakımlı, temiz; cami tarafı ise rutubet kokuyor. Edirnekapı’ daki Kariye Camii ise tamamen kapalı… Burası, Ayasofya’dan sonraki en eski kilisedir. Kariye Müzesi diye geçer. Bütün bunlar elimizden teker teker çıkarılmak isteniyor. Åžimdi sırada Zeyrek Camii var. Burası mekân itibariyle Ayasofya’dan çok daha büyük… Esası üç ayrı kiliseden oluÅŸuyor. Molla Zeyrek orayı almadan önce 700 kiÅŸi ilahiyat eÄŸitimi görüyormuÅŸ orada. Molla Zeyrek ise orayı medrese haline getirdi. Yüzyıllarca cami ve medrese olarak hizmet gördükten sonra kapatıldı. Sonra bir dönem bir televizyon orayı stüdyo olarak kullandı, orada bazı filmler çektiler. Bunların bazı eÅŸyaları hala orada durur. Bir ara “Åžu kısmı ibadete açılsın, ÅŸu kısmı da müze olsun.” denildi. Åžimdi de: “Efendim, etrafta pek çok cami var. Burası da müze olsun, kültürel bir yapı olsun.” diyorlar. Böyle diyerek camimizi elimizden almaya çalışıyorlar. Etrafı desen zaten elden gitti… Åžimdi cafe olmuÅŸ. Sahip çıkmazsanız, iÅŸte böyle elinizden gider.
Bir de İmrahor İlyas Camii var. Yine kiliseden çevrilmiÅŸ bir cami… Ama ÅŸimdi gidin bakın, sadece dört duvar kalmış. Kapıya da «Anıt» diye yazmışlar. Bu caminin etrafında, farklı mezheplere ait üç tane kilise ve bir de sinagog var. Yani onun orada cami olarak varlığı birçok mesajı ihtiva ediyor aslında. Ama gel gör ki; buraya da sahip çıkamamışız.
Yüzakı: Peki buralara sahip çıkılabilmesi için neler yapılması gerekiyor?
Fahri SARRAFOGLU: Buralar nihayetinde camidir. Ve camiler de cemaatle yaşar. Bu sebepten camilerimizi muhafaza edebilmek için esas itibariyle cemaat şuurunu kazanmamız gerekiyor. Cemaat olduktan sonra hiçbir cami elimizden kolay kolay alınamaz. Fakat yerleşim yerlerinin uzağında kalmış veya etrafındaki insanların namaza veya camiye ilgisinin olmadığı camilerimiz var. O camiler için de programlı grup ziyaretleri tertip edilebilir.
Mesela; biz bir grup olarak böyle bir çalışma baÅŸlattık. Bugün itibarıyla (08 Haziran 2006) 47 gün oldu. 47 gündür İstanbul’daki belli camileri sabah namazı vaktinde özellikle geziyoruz. Bilhassa kiliseden çevrilme camileri ve manevi önemi haiz olduÄŸu halde cemaati azalmış camileri tercih ediyoruz. ÇoÄŸu camiyi müftülükten rica ederek açtırıyoruz. Ama buna raÄŸmen hala sabah namazını Ayasofya’da kılabilmiÅŸ deÄŸiliz. Bir türlü açtıramadık. İnÅŸallah nasip olur. Bu ziyaretlere 10 kiÅŸiyle baÅŸladık, ÅŸimdi 40 kiÅŸi.ye çıktı. Bilenlerden herkes kendine bir grup oluÅŸturdu.
İmamların tek başına namaz kıldığı camiler var. Bu böyle oldukça bunlara nasıl sahip çıkabiliriz ki?.. Mesela; Molla Gürânî Camii’ne gittik. İmam bize sarıldı: “Her gün iki kiÅŸi namaz kılıyorduk. Bir yaÅŸlı amca geliyordu, bugün gelmedi. Çok üzüldüm. «Ya Rabbi, hiç olmazsa bir kiÅŸi gönder de, namazımızı cemaatle kılalım.» diye dua ettim. 8 kiÅŸi gönderdi.” deyip hepimizle teker teker musafaha etti. Hâkezâ Cabir Camii’nde olsun, Gül Camii’nde olsun sadece ikiÅŸer, üçer kiÅŸilik cemaatler oluyor. Bu sebepten çoÄŸu cami sabahları açılmıyor bile.
Kısacası, camilerimize sahip çıkmanın birinci ve en önemli yolu onları cemaatsiz bırakmamaktır. Bu, teker teker hepimizin üzerine düşen bir vazifedir.
Ama bunlara ek olarak kültür kuruluÅŸlarına ve sponsor olabilecek ticari kuruluÅŸlara düşen vazifeler de vardır. İlk önce, sahip olduÄŸumuz cami ve hayrâtın vakfiyeleri tespit edilip mümkün olduÄŸu kadar ihyâ edilmeye çalışılmalıdır. Maddî noktada iÅŸadamlarına özellikle seslenmek istiyorum. Åžu an Vakıflar Genel Müdürlüğü güzel bir uygulama baÅŸlattı. Sponsorluk teklifiyle eserlerimiz tamir edilmeye çalışılıyor. Karaköy Tophane’deki Tophane ÇeÅŸmesi’ni Saka Su ihya etti. Azapkapı’nın yanındaki Sokullu Mehmet PaÅŸa Camii’nin önündeki çeÅŸmeyi de Kuveytürk Finans Kurumu ihya ett1. Üsküdar’daki çeÅŸmeler ve camiler de bu ÅŸekilde ihya ediliyor. Önümüzde sahip çıkılması gereken o kadar çok eser var ki… Çünkü sadece İstanbul’da 22 bin küsur vakıf vardı. Bu vakıfların her birinin kendine ait mal varlığı bulunuyordu. Bunlara sahip çıkılmadığı için vakıflar da yok oldu. Bugün mevcut olan vakıflar ise zor durumda? Çünkü onları besleyen kaynak talan edilmiÅŸ. Mesela sadece Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri’nin vakfiyesi bile Üsküdar’dan Ümraniye’ye kadar olan bölgeyi kapsıyordu. Mısır Çarşısı Yeni Camii’nin vakfiyesi olarak kurulmuÅŸtu. Nitekim bugün de geliri Vakıflar Genel Müdürlüğü’ ne gider fakat nedense camiye harcanan doÄŸru düzgün bir meblaÄŸ yoktur. Sultanahmet Camii’nin etrafındaki arasta da aynı ÅŸekildedir. Yine aynı ÅŸekilde Fatih Vatan Caddesi’nde Emniyet Genel Müdürlüğü’nün hemen karşısında Mimar Sinan’ın bir mescidi vardır. Bu Mimar Sinan’ın kendi yaptırmış olduÄŸu bir mesciddir. Koca Mimar burayı yazlık ve kışlık ÅŸeklinde yapmıştır. Namaz yaz mevsimi caminin bir kısmında kış mevsimi ise diÄŸer kısmında kılınır. Orijinal, çok küçük, minyatür bir minaresi vardır. Åžimdi gidin görün, ÅŸu an sadece minaresi kalmıştır… Oysa etrafındaki binaların yolun ve parkın bulunduÄŸu yer olduÄŸu gibi cami müştemilatına aittir.
UnutulmuÅŸ vakıflardan birisi de İstanbul’un ilk hayvan vakfı olan Hacı Evhaddin Camii’nin vakfıdır. BulunduÄŸu yer Kocamustafa PaÅŸa’da Silivrikapı’da Sümbül Efendi türbesini geçtikten sonradır. Halk burayı, yanlış olarak, Hacivat Camii diye bilir. Yanında hamamı var, müştemilâtı var, sıbyan mektebi var, çeÅŸmesi var… Burayı yaptıran kiÅŸi, bir kasapbaşıdır. Bu sebepten caminin vakfiyesinde şöyle bir madde bulunmaktadır: «Günde 8 okka ciÄŸer alına, sokaktaki hayvanata, kediye-köpeÄŸe dağıtıla.» Vakfiyedeki bu senet, vakıf ortadan kalktıktan sonra bile yakın zamana dek uygulanagelmiÅŸtir. Çünkü uygulamayı halk sahiplenmiÅŸ ve 1980’1ere kadar bu uygulamayı devam ettirmiÅŸtir. Ama sonra bunu onlarda unutmuÅŸtur.
Yabancı dillerde eserler yazılıyor. Åžu anda mecliste oynanan oyunlara bakın iÅŸte. Vakıflar Kanunu’nu deÄŸiÅŸtirip Ayasofya’yı kilise olarak ibadete açmaya çalışıyorlar. Yani kansız silahsız bir savaÅŸtır gidiyor… Bu mücadelede uyanık olmak lazım… Yoksa gafletle neler elden gitmez ki?
Bugün Dolmabahçe Camii dediÄŸimiz Valide Sultan Camii 10-12 sene kadar Deniz Müzesi olarak kullanıldı. Sultanahmet Camii de bir ara müze olmanın eÅŸiÄŸinden döndü. Bunu ressam Cemal TOY kardeÅŸimiz anlatmıştı. Bir Türk ressamın galerisi olacakmış neredeyse… Hatta resimlerin konacağı platformlar bile hazırlanmış. Neyse ki muvaffak olunanı adı. Yani Sultanahmet Camii sahip çıkılamasa elden gidiyordu.
Yüzakı: Bu konuda son olarak eklemek istediğiniz şeyler var mı?
Fahri SARRAFOGLU: Son olarak söylemek istediklerim, gençlere yönelik … Öncelikle ÅŸunu belirtmek istiyorum: İstanbul’u 1976 yılında ilk olarak ayağımda naylon terlikle gezmeye baÅŸladım. O yıldan 72 beri de, elhamdülillah, geziyorum… Ama 30 yıldır gezdiÄŸim halde, hala İstanbul’un göremediÄŸim o kadar sırları var ki. İnÅŸallah bu emanetleri bizden sonraki nesillere aktarma imkanı bulursak ne mutlu bize.
Gençler meraklı olsunlar. Sorup araÅŸtırıp öğrensinler… Tekrar cihana adaletle hükmeden bir ülke olabilmek için sahip olduÄŸumuz deÄŸerlerin, kültürel ve manevi unsurların farkında olmamız gerekiyor. İstanbul’ dan sonra ufkumuzda Roma var diyoruz. Ama İstanbul’u ve diÄŸer ÅŸehirlerimizi tam manasıyla tanıyıp onlara sahip çıkmadan Roma’yı ufkumuza almamız mümkün deÄŸil. İstanbul’da keÅŸfedilmeyi bekleyen o kadar çok esrar var ki… Ben rastlayabildiklerimi yazıp tanıtmaya çalışıyorum. Mesela; İstanbul’da RasGlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in el izinin olduÄŸunu biliyor musunuz? Ayak İzi tamam, Hırka-i ÅŸerif de tamam, bunları hepimiz biliyoruz. Ama el izini kim biliyor? Üstelik de bir kilisenin kapısında … Bu kilise Balat’tadır. İsmi de TGr-i Sina Kilisesi. .. Tek başına bir kilisedir. Patrikhaneye baÄŸlı deÄŸildir. DoÄŸrudan Mısır’a baÄŸlıdır. Hikayesi ise ÅŸudur: RasGlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in 12 yaşında ticaret yaparken Bahira ile görüştüğü ve Bahira da ondaki Peygamberlik mührünü görüp müjdelediÄŸi için RasGlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- kendisine peygamberlik geldikten sonra o kiliseye eman vermiÅŸtir. Çünkü bu kilisede teslis inancı yoktu. Tek olan Allah’a ibadet ediliyordu. Onlar da RasGlullah’ın ziyaretine teberruken Peygamber Efendimiz’in el izini kapılarının üstüne nakÅŸettiler. Yavuz Sultan Selim Han Mısır’ı fethedince Kutsal Emanetleri getirirken: “Bu kiliseyi de nakletmek istiyorum.” dedi. Oradaki yapıya dokunulmadan o kilisenin aynısı Balat’a yapıldı. İşte aynı el izi burada da vardır ve aynı eman hala geçerlidir. Ama zamanla unutulmuÅŸ. Bugün önünden geçerseniz metruk zannedersiniz.
İstanbul merkezli olmak üzere Anadolu ÅŸehirlerini ve evvelce hakimiyetimiz altında bulunmuÅŸ olan diÄŸer kıtalardaki ÅŸehirleri gezip tanımak çok önemli. Mesela; BosnaHersek’e, Saraybosna’ya gidin. Bana Edirne’den çıkıp Bulgaristan’a ve Macaristan’a gitmek nasip oldu. Oralar hep Osmanlı eserleri ile dolu. Sokullu’nun, Yusuf PaÅŸa’nın, Murat PaÅŸa’ nın ve diÄŸer Osmanlı büyüklerinin hayratı var oralarda. Bütün bunları bizzat gözle görüp o mekanların havasını teneffüs etmek lazım.
Bir de bu hayır ve hasenat müesseselerinin nasıl bir sistem içerisinde geliÅŸtiÄŸine de dikkat etmek gerekiyor. Bu noktada benim dikkatimi çeken ÅŸey müsadere sistemi olmuÅŸtur. Müsadere sistemi bildiÄŸiniz üzere devlet erkanının büyük servet ve mülk sahibi olmasını engelleyen bir sistemdi. Devlet erkanından herhangi biri ne kadar mülkü olursa olsun bunlar, nihai noktada saltanat makamına ait olmakla saltanat makamı bu mülkü gerektiÄŸinde müsadere edebilir, yani o ÅŸahsın elinden alabilirdi. Tarihte müsadere sistemi, dünya hayatında insanın aslında hiçbir zenginliÄŸe sahip olmadığı ÅŸuurunu kuvvetlendirmiÅŸ ve insanların dünyaya deÄŸil de ahirete yatırım yapmaları yönünde bir tesirde bulunmuÅŸtur. Bu sebeptendir ki boÄŸaz boyu yalıların yapılışı da büyük ölçüde bu sistemin ortadan kalktığı tarihten sonradır. Yani müsadere sistemi kalkınca ahirete yatırım azalıp dünyaya yatırım çoÄŸalmaya baÅŸlamıştır. Bu da boÄŸaz gezileri esnasında anlatılıp ibret alınması gereken ayrı bir durum…
Yüzakı: Bu zengin muhtevalı sohbetinizden dolayı dergimiz ve okuyucularımız adına teşekkür ederiz?
Fahri SARRAFOGLU: Ben de Yüzakı Dergisi’ne teÅŸekkür eder ve yürüdüğünüz yolda muvaffakıyetler dilerim…