O Gül’ü Tanımak

Adem SARAÇ

O’nu tanırsak, O’nun Allah’tan getirdiklerini de doğru bir şekilde tanımış oluruz…

O Kâinatın Efendisi’ydi… Âlemlere Rahmetti…

Allah Teâlâ, O’nun nurunu yarattı önce. Bütün âlem O’ndan sonra alem oldu.

Her şey O’nun için… Bütün bunlarda bizim için.

O’na “Habîbim!” dedi. O’nu sevdi. Bize de O’nu cân u gönülden sevmemizi emretti.

O, güzeldi… Güzeller güzeliydi her alanda… Her güzellik O’nun nûr cemâlinden tüllendi, şekillendi.

Öyle ki, bu cihan bahçesi O’nun gül yüzü gibi bir gül görmedi. Nice bülbül O’nun gül yüzü karşısında kendinden geçti.

O, bir taneydi… Canlar canıydı. Güller gülüydü. Nurlar nûruydu. Herkesin sevgilisiydi.

O, bir başkaydı…

Şimdi de Peygamber olarak görevlendirilmişti. Artık Peygamber vasfı ile anılacaktı. Rasûlullah denecekti artık. Yani Allah’ın Rasûlü…

Muhammedü’ l-Emîn olarak evinden çıkmış, Muhammed Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- olarak evine dönmüştü…

Hanımlar Sultanı Hazret-i Hatice -radıyallâhu anhâ- bir yandan farklı gelişi sezmişken, bir yandan da, sevgi ve muhabbetin zirveleştiği bir ses tonu ile konuştu:

“-Anam babam Sana feda olsun! Sen her zaman nurluydun. Fakat şu an, senin gül yüzünde şimdiye kadar hiç görmediğim bir nûr görüyor, şimdiye kadar hiç tatmadığım bir koku tadıyorum!”

“-Beni örtünüz, beni örtünüz!” buyurdu güller gülü.

Hazret-i Hatice, Cân Efendimiz’ i yatırıp üzerini itina ile örttü. O’nun yalnız kalmaya ihtiyacı olduğunu anladığı için, kalkıp diğer tarafa geçti.

“Beni örtünüz!” buyurmuştu Kâinatın Efendisi. Başka bir açıklama yapmamıştı henüz. Hanımlar Sultanı da, büyük bir anlayış ve incelikle yatırıp üzerini örtmüştü.

Aceleci, telâşlı olmamak prensibi… Nerede, neyin, niçin, nasıl ve ne kadar yapılabileceğini düşünmek inceliği…

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, zevceler sultanının yatırıp örttüğü örtüler altında, bir müddet sonra sâkinleşip kalkarak, yattığı yere oturdu.

Güneş bakışlı, ay yüzlü, yıldız tebessümlü… Cihan O’na feda…

Efendimiz’in kalktığını fark eden hanımlar sultanı, hemen gidip O’nun yanı başına oturdu. Göz köprüsünden geçip, gönül memleketine inerek, olan biteni anlamaya çalıştı.

Kâinatın Efendisi, sevgili zevcesine sevgi ve muhabbetle bakıp, olan biteni tane tane anlattı. Sonra da endişesini dile getirdi:

“-Bana bir şey olmasından korkuyorum!”

Büyük bir aşk ve muhabbetle cevap verdi hanımlar sultanı:

“-Korkma! Sana bir şey olmaz! Allah’a yemin ederim ki, yüce Allah Sen’i hiçbir zaman utandırmaz; mahzun da etmez. Çünkü sen akrabayı gözetirsin. Âcizlerin derdini dert edinir, onlara yardımcı olursun. Fakirleri, garipleri, kimsesizleri küçük görmez, onlarla oturup konuşur, imkânların ölçüsünde el atarsın. Misafir ağırlamaktan ve onlara ikram etmekten hoşlanırsın. Büyük küçük demeden herkese yardım etmeye çalışırsın. Hile, yalan, dolan nedir bilmezsin. Sözün en doğrusunu söylersin. Sen herkesin çok sevip saydığı ve kendisine güvendiği emîn bir insansın. Bütün faziletler Sen’ de bir araya gelmişken, korkma, endişe etme… Sen’i iyi tanıyorum ben. Allah Sen’i gözetir. Allah’ın izniyle Sana bir şey olmaz… ”

Tanıyordu Hazret-i Hatice -radıyallâhu anhâ-… O’nu çok iyi tanıyordu . O’na sonsuz bir güveni vardı.

Bir süre sonra, aynı hadise bir defa daha tekrar etti. Hazret-i Hatice -radıyallâlhu anhâ- yine büyük bir incelik ve nezâketle yatırıp üzerini örttü…

Fakat bu sefer, daha yeni uzanıp yatmıştı ki, birden rengi değişerek kalkıp oturdu.

Hazret-i Hatice -radıyallâlhu anhâl-, şefkat, sevgi ve merhamet dolu bir sesle sordu:

“-Niçin kalktınız hemen? Daha dinlenmediniz bile?”

“-Artık dinlenmek, istirahat etmek vakti geçti ey Hatice!” buyurduktan sonra, tane tane okumaya başladı:

“Ey örtülere bürünen Habîbim! Kalk da sana îman etmeyenleri Allah’ın azabı ile korkut! Rabb’ini (nadını) yücelt, elbiseni temiz tut (maya devam el). Azaba sebep olan şeyleri terkte sebât et!” (Müddessir,74/1-5)

Zevceler sultanı, Efendiler Efendisi’nin gözlerinde kaybolup gitmişti. İlahî şerbeti içmiş gibiydi…

Efendisinin mübârek dilinden dökülen incileri, elmasları içer gibi dinledi. Dinledikçe kavradı, sarsıldı, okyanuslar gibi dalgalandı.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Allah’ın verdiği ilâhî görevi kısaca anlatıp, artık insanları İslâm’a davet etmekle görevlendirildiğini söyleyerek ekledi:

“-Ben, bu hakikati kime söyleyebilirim? Kim tasdik eder ben?”

Hazret-i Hatice -radıyallâhu anhâ- büyük bir aşk ve şevkle atıldı:

“-Ey Allah’ın elçisi! Sen’i ben kabul eder, ilk ben tasdik ederim! Önce beni çağır Allah yoluna!”

Onun bu sözleri Hazret-i Peygamberi mânevî bir sevinç içinde bıraktı. Peygamberler Sultanı’ndan ilk daveti alan hanımlar sultanı, hemen oracıkta ve o anda İslâm ile şereflendi.

Böylece, ümmet silsilesi Hazret-i Hatice -radıyallâhu anhâ- ile başlamış oldu. Bir numarada yerini alan Hazret-i Hatice ilklerin ilki oldu.

O’nu çok iyi tanıdığı için, O’nunla birlik sırrına da erdi.

Her şeyin özünde O’nu tanımak yatıyordu çünkü…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem-