İSLÂMİYET’İN DOĞUŞU

Ahmet MERAL

HİCRET
Mekke’nin ileri gelenleri, şehir meclisinde yaptıkları tartışmalı toplantıda Hazret-i Peygamber’in Medine’ye hicretini kesin bir şekilde önlemek için onu öldürme kararı almışlardı. Karara herkes katılmakla birlikte Haşimoğulları’nın tepkisinden çekiniliyordu. Bu tepkiyi azaltmak maksadıyla her kabileden birer genç seçildi. Bu gençler hep birlikte hareket ederek menfur cinayeti beraberce işleyeceklerdi. Böylece bütün kabileler ortak sorumluluk yüklenmiş olacak, herhangi biri tek başına suçlanmayacaktı.

Baskıların çok fazla arttığı bu atmosferde Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, arkadaşı Hazret-i Ebûbekir ile gizlice Mekke’den Medine’ye meşakkatli bir yolculuğa çıktı. Yatağına Hazret-i Ali’yi bırakarak müşriklerin suikast plânlarını boşa çıkaran Hazret-i Peygamber, bu zorlu ve uzun yolculukta sıkı bir takibe uğradıysa da müşriklerin gözlerini perdeleyen ilahî yardım neticesinde yakalanmaktan kurtulmayı başardı ve yolculuğunun sekizinci gününde Medine’ye bir saat mesafedeki Kuba’ya ulaştı. Orada İslâm tarihinin ilk mescidini inşa ederken Mekke’de kalan Hazret-i Ali de iki haftalık bir yolculuktan sonra Hazret-i Peygamber’e ulaştı.

Medine halkı, uzun bir süredir Peygamber Efendimiz’ in yolunu gözlüyordu. Allah Rasûlü’nü görmenin arzu ve heyecanını yaşayan Medineliler, kadın, erkek, çocuk, yaşlı hep bir ağızdan şiirler söyleyerek Hazret-i Peygamber’i, şanlı elçiye yaraşır coşkulu bir biçimde karşılayarak bağırlarına bastılar. Daha sonra Allah yolunun yardımcıları olarak «ensar» unvanıyla övülecek olan Medineli Müslümanlar, böylece Akabe’de verdikleri sözün takipçileri olduklarını bu coşkulu sahiplenmeyle göstermiş oldular:

“Vedâ tepelerinden dolunay doğdu bize!

Allah için yaptığı davetten dolayı şükretmek gerekir hâlimize

Ey bizden gönderilen Peygamber!

Sen boyun eğmemiz gereken bir emir ile geldin.”

Artık yeni bir dönem başlıyordu. Mekke müşriklerinin dayanılmaz takip, baskı ve zulümlerinden uzak, inananların göğsünü gererek: “Rabb’im Allah’tır!” diyebileceği, emniyetli ve huzurlu bir ortama adım atılmış oluyordu. Artık Allah’ın son elçisi görevini çok daha iyi şartlarda yerine getirebilecekti. Nitekim hicretle beraber, İslamiyet ve onun getirdiği hayat tarzının esaslarını anlatan Kur’an-ı Kerim’i öğrenmek, yaşamak ve sonraki nesillere aktarmak daha da kolaylaştı.

Hazret-i Peygamber, Medine’ye ulaştığında devesinin durduğu yer satın alınarak sonradan Mescid-i Nebevî diye anılacak olan mescidin inşasına başlandı. Yedi ay süren bu caminin yapımı sırasında Hazret-i Peygamber Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin evinde misafir olarak kaldı. Daha sonra da caminin bitişiğindeki evine taşındı. Artık Müslümanlar Mekke’deki korku ve endişelerden uzak bir şekilde kıblesi Kudüs’e dönük olarak bu mescitte ibadet ediyor, çeşitli konulardaki Peygamber öğütlerini orada dinliyor, haftalık kongre niteliğindeki Cuma namazlarını da orada edâ ediyorlardı.

Hazret-i Peygamber, yakınlarını, evlerini ve mallarını doğup büyüdükleri topraklarda bırakarak Medine’ye göç eden muhacirler ile onları sıcak bir ilgiyle bağırlarına basan ensar arasında benzeri görülmedik bir yakınlık bağı kurdu. Her bir muhaciri Medineli bir Müslüman’ la kardeş ilan ederek ellerindeki imkanların paylaşılmasını sağladı. Böylece tarih boyunca devam edecek olan «din kardeşliği»nin temellerini atmış oldu.

Allah Rasûlü, yerli ve göçmen Müslümanlar arasındaki birlik ve kardeşliği sağladıktan sonra, Medine toplumunun tümüne yönelerek birbirleriyle çekişme içinde yaşayan Evs ve Hazreç kabileleri ile yine Medine’ de yaşayan Yahudi kabileleri arasında iç barışı gerçekleştirmek üzere kapsamlı bir sözleşme yaptı. Yaygın olarak «Medine Vesikası» olarak bilinen ve tarihin ilk yazılı anayasa örneği olarak kabul edilen bu anlaşmayla Medine kentinde bulunan toplulukların bir arada, barış ve huzur içerisinde yaşamaları hedefleniyordu. Sözleşmede Medine’de yaşayan Müslümanların, müşriklerin ve Yahudilerin karşılıklı hak ve vazifeleri belirlendiği gibi, dıştan gelebilecek tehlikelerin önlenmesi konusunda da sorumluluklar paylaştırılıyordu. Ancak farklı gruplar arasında oluşacak anlaşmazlıkların çözümü konusundaki son noktayı Hazret-i Peygamber’in koyması karar altına alınıyordu. Yapılan bu ilk içtimaî (toplumsal) sözleşmede din ve vicdan hürriyeti açıkça temel bir ilke olarak yer alıyordu.

BEDİR SAVAŞI (624)

Medine’de yaşayan bütün grupların uzlaşarak Hazret-i Peygamber önderliğinde oluşturdukları bu şehir devletinde hüküm süren barış ortamı, en iyi bir biçimde değerlendirilmiş ve inananların sayısı hızla artmıştır. Öte yandan Müslümanların Mekke’de bıraktıkları bütün mallara müşrikler tarafından el konulmuş, bu mallar kervan ticaretinde kullandıkları sermayeye karıştırılmıştı. Müslümanlar, otoritesi hâlâ tüm Arap Yarımadası’nda etkili olan Mekke müşriklerine ekonomik darbeler vurmak ve orada bırakmak zorunda kaldıkları malları geri almak amacıyla Şam’ dan Mekke’ye dönmekte olan Ebû Süfyan yönetimindeki ticaret kervanını ele geçirmek üzere Medine’den yola çıktılar. Müslümanlar, Şam kervanının Bedir Kuyuları civarında konakladığı sırada bir baskınla sonuca gitmek istedilerse de, Ebû Süfyan, sorumluluğu altındaki kervanı Kızıldeniz yoluna yönelterek bu baskından kurtulmayı başardı. Bununla yetinmeyip Mekke’ye de haber göndererek âcil yardım talebinde bulundu. Böylece İslâmiyet’in geleceğini de etkileyecek olan ilk savaşın eşiğine gelinmiş oldu. 900 kişilik Mekke müşriklerinin ordusuna Ebû Cehil komuta ediyordu. Müslümanlar ise 300 kişi kadardı. Hazret-i Hamza, Hazret-i Ali ve Ebû Ubeyde bin Cerrah’ın üstün çabalarının sonunda savaş Müslümanların üstünlüğüyle sona erdi. Ebû Cehil başta olmak üzere Mekke ileri gelenlerinden 70 kişi öldürüldü. Müslümanların kayıpları ise 14 şehitten ibaretti. Böylece İslamiyet’in ilk büyük zaferi gerçekleştiği gibi, daha sonra mûcizevî başarılara imza atacak olan İslâm ordusunun da ilk çekirdeği ortaya çıkmış oldu. Bu zaferle Müslümanların kendilerine güveni, Peygamber’lerine bağlılığı arttığı gibi, gayr-i müslim Arap kabileleri arasında Müslümanlığa geçişler de hızlandı.

Bedir’de alınan savaş esirlerinden her biri 10 Müslüman’a okuma yazma öğrettiği takdirde serbest bırakılacaktı. Ayrıca Hazret-i Peygamber, Bedir Savaşı öncesinde ve sonrasında verdiği emirlerle düşman cenazelerine dokunulmamasını, ölülerinin âzâlarının kesilmemesini, düşman ölülerinin ortalıkta bırakılmayarak gömülmesini, esirlere iyi muamele yapılmasını, elbisesi olmayanlara giyecek dağıtılmasını buyurarak bu gün bile insanlığın başarılı neticeler sergileyemediği «Harp Hukuku»nun temellerini atmıştır.

Hazret-i Peygamber, Bedir Savaşı’ndan kısa bir süre sonra, anlaşmalara uymayan ve kıskançlıktan kaynaklanan ihânetleri görülen Benî Kaynuka Yahudileri’ni Medine’den çıkararak sürgüne gönderdi.

UHUD SAVAŞ! (625)

Bedir’de ağır bir yenilgi alan Mekke müşrikleri, 13 aylık bir hazırlıktan sonra, intikam duygularıyla dolu olarak 3000 kişilik bir orduyla Medine üzerine yürüdü. Müdafaa hazırlıklarını yürüten Hazret-i Peygamber, savaşı Medine’ de karşılamak istediyse de, gençlerin ısrarı üzerine Uhud Dağı’nın eteklerine gitmeye karar verdi. İki ordu karşı karşıya geldiğinde, Müslümanlar önce düşmanlarına karşı belirgin bir üstünlük sağladılar. Bunun üzerine müşrik ordusu dağılarak geri çekilmeye başladı. Rasûlullah’ ın askerî açıdan stratejik olan tepeye yerleştirdiği ve “Şartlar ne olursa olsun burayı terk etmeyeceksiniz.” diye emrettiği okçular, «savaş bitti» düşüncesiyle bulundukları yeri terk ederek diğerlerinin arasına karıştılar. Bundan yararlanan müşrikler, Müslümanların arkasından dolanarak savaşın seyrini lehlerine çevirmeyi başardılar. Başta Hazret-i Hamza olmak üzere 70 sahâbe şehit oldu. Bu savaşta Hazret-i Peygamber’ in mübârek dişleri de kırılmıştı. Hattâ öldüğü haberinin yayılması Müslümanlar arasında tam bir panik ve bozguna yol açmıştı. Buna rağmen kısa sürede toparlanan ve tekrar harekete geçen mü’minler, müşriklerin kesin bir sonuç almasını önlemeyi başardılar. Hazret-i Peygamber geri çekilen müşrik ordusunu takip ederek psikolojik üstünlüğü korumayı ihmal etmedi. Bu savaş mü’minlere, Peygamber’e itaatin ne denli önemli olduğunu gösteren tarihî bir ibret tablosu oldu.

Öte yandan Benî Nadir kabilesi mensupları, Uhud Savaşı esnasında müşriklerle işbirliği yapmaları ve bazı suikast teşebbüslerinden dolayı önce uyarıldılar, sonra tekrar anlaşmaya davet edildikleri halde buna yanaşmadılar ve direndiler. Bu sebeple 15 gün boyunca kuşatma altına alındılar. Başarılı bir muhasaranın ardından Medine’den çıkarıldılar.

HENDEKSAVAŞI (627)

Uhud Savaşı’ndan da istediği neticeyi alamayan Mekkeli müşrikler, bu kez nihaî olarak İslamiyet’in gücünü yok etmek ve tam bir zafer elde etmek amacıyla gizli müttefikleri Yahudilerden de destek alarak Ebû Süfyan liderliğinde, çeşitli kabilelerden oluşan 10000 ilâ 12000 kişilik güçlü bir orduyla Medine önlerine geldiler. Ancak beklemedikleri ve Araplar’ın bilmediği sürpriz bir savaş taktiği ile karşılaştılar. Hazret-i Peygamber, Selmân-ı Fârisî’nin teklifiyle Medine’nin etrafına hendekler kazdırarak şaşırtıcı bir savunma hattı hazırlamıştı. 20 gün devam eden kuşatma sırasında küçük çaplı bazı çatışmalar meydana geldiyse de, müşrikler hendekleri aşıp şehre girmeye muvaffak olamadılar. Şiddetli bir fırtınanın ardından kuşatmayı kaldırarak Mekke’ye geri dönmek zorunda kaldılar.

Bu muharebede Hazret-i Peygamber’in diplomatik önlemleri de savaşın Müslümanların lehinde sonuçlanmasında önemli rol oynamıştır. Yeni Müslüman olan Gatafan kabilesinden Nuaym bin Mes’ud’u Yahudilerle Mekke müşriklerinin arasını açması ve birbirlerine olan güvenlerini sarsması için gizlice diplomatik temaslar yapmakla görevlendirdi. Nuaym ince ve ustaca girişimleriyle Yahudi-müşrik ittifakını çökertmeyi başardı.

İlk iki savaşın sonrasında olduğu gibi, Benî Kureyza adlı Yahudi kabilesi mensupları da, Hendek Savaşı sırasında Medine Sözleşmesi’ndeki görev ve sorumluluklarını yerine getirmemeleri, Müslümanlara karşı hâince davranmaları ve müşriklerle işbirliğine gitmeleri sebebiyle savaşın hemen ardından Medine’ den çıkarılarak cezalandırıldılar.

Müşriklerin bu son saldırısı, artık askerî ve psikolojik güçlerinin son bulduğu ve İslâm’ın ilerleyişini durdurma umutlarının tükendiği yeni bir sürecin de başlangıcı olmuştur.