İHTİŞAMLI SÜLEYMANİYE

Mustafa Necati BURSALI

 

Bu ne tılsımlı sanat, bu ne billûr âbide?
Akıl hayrete düşer, hayran kalır her dîde!

Rüyâ değil gördüğün, ey benim gönlüm inan,
Tepelerin üstüne «Arş»ı kondurmuş Sinan!

Âcizdir baştan başa ihâtada göz onu,
Nasıl ifade eder kemâliyle söz onu?..

Bunda heybet bir güzel, bunda nakış bir başka,
Can daha ilk nazarda kanat açıyor aşka!..

Bir ferahlık doldurur insanın tâ içini,
Cennet lâlesi gibi gülümser her bir çini…

Kubbesi ve minberi, Yâ Rabbi, ne muhteşem,
Ne zaman nazar kılsam artar gönlümde neş’em!

Yaşamakla bilinir, ermez buna akıl, sır,
Elini mi sürmüş ne, her taşa kutlu Hızır!..

Nur kanatlı melekler mihrabına başvurur,
Can ırmağı köpürür, burda dîde yaş vurur!..

Mübârek gecelerde yıldız yağdırır semâ,
İlâhî tecellîye mazhar olur dâima!

Rûhun yamaçlarında eser bir tatlı nesim,
Allah’a kulluk için bin kat artar hevesimi

Artık bu bezm-i safâ dünyadan çeker bizi,
Ecdâdın arasında buluruz kendimizi!..

Söze, tarife sığmaz; yüreği dolduran haz,
Bu bir dost bayramı ki, ben ne desem yine az!..

Hangi cihete baksam Muhammedî nur taşar,
Cennet bulvarı gibi neş’e ve huzur taşar!..

Bu mest edici meltem yerden mi, gökten mi ne?
Rûhumun bahçesini gülle doldurdu yine!

Yüzler nur serpen bir ay, gönüller vefalı kuş,
Sinan, O Kâbe Şeyhi tâ rûhumu okumuş!..

Vatan toprağında bu, bir gonca-i Kâbe’dir,
Canımın aynasına akseder Uhud, Bedir!..

Sızlar ciğerin zârı, çağlar gözlerin nemi,
Bir sevdalı sabâ ki, doldurur hep sînemi!

Burada aynı safta paşalar ve gedâlar,
Cemaatin her biri bir başka zevke dalar!

Bu mâbed, Süleyman’ın bir cihangirlik tâcı,
Onu kemâl üzere vasfetmek kimin harcı?..

Dağ gibi, derya gibi mehâbetli bu eser,
Zaman, mekân boyunca insanlığa gülümser!..

Burda Hızır ebedî ruhlara su vermede,
Burda mihrap ve minber gül kokusu vermede!

Burda cihan başkadır, burda zevkin sonu yok,
Alınlar nur gündüzü, vecdin, şevkin sonu yok!..

Kalplerde ve dillerde Mevlâ’nın yâdı başlar,
Artık gözden silinir dünya dolu savaşlar!..

Dalar imam, cemaat cennetin iklimine,
Muhammedî sevdalar kucak açar kimine!..

Kimini semâlara, Arş’a götürür Burak,
Kimi cemâl bağında, kimi bilmez hiç durak!..

Artık ne bir zamanın, ne mekânın yeri var,
Allah’ın kullarının, Allah’a seferi var!..

Yükselir yüreklerden, dudaklardan bir nidâ:
Bizi kendine yâr et, ey rahmeti bol Hudâ!

Sen’in kerem bulutun, çiçeğime verir su,
Zaman boyu eksilmez; kuş sesi, gül kokusu!

Sen’sin ebedî Sultan, muhtaçtır herkes Sana,
Kulluğu devlet bilir, nice padişah Sanal

Nimetlerin sayısız; hurma, zeytin, dut Sen’in,
Bizim her zerrem izde rahmetin mevcut Sen’ in!

Aşkına kanat açtı şimdi burda her yürek,
Ey Rabbim! Bu kulların Sen’i istemede tek!

……………………………….

Kalpler nûra gark olur, veda eder yasına,
Nice ay yüzlü erler kavuşur Leylâ’sına!

Bir visâl âlemi ki, kalkar perde aradan,
Artık bu vakitlerde kulu ile Yaradan!

Salâyı Bilâl verir, ezanı Dâvûd okur,
Aşka bürünür âlem, her şey, her mevcûd okur!

Cihanın toprağında bal ırmağıdır akan,
İşte bu manzaradır göğü hayran bırakan!

Zehrini atar dünya, açılır tâ Arş’a yol,
Semâdan müjdelerle gelir melekler kol kol!

Her can, her yürek koşar, Bilâl’ in nağmesine,
Bu güzel insanların artık dünya nesine!

En önde saf tutmuştur lale yanaklı pîrler,
Birbirine karışır zikirler ve tekbirler!

Dil birdir, gönüller bir, burda canlar tek vurur,
İlâhî sevdalarla artık her yürek vurur!

Hayaller bile almaz böyle hoş bir eyyâmı,
Ey Sinan! Müjdeler sun, bu sevgili Leylâ mı?

Her damla şebnem olur, yaşını atar dîde,
Alır bizi dünyadan bu muhteşem âbide!..

Gönül bir güleç bahçe, ruh ipek kanatlı kuş,
Âlemde kimse görmez böyle saltanatlı kuş!

Îman levhası yüzler Muhammedî nûr taşır,
Arş’ın eteklerinden melekler huzûr taşır!

Gıpta eder yer ve gök, gıpta eder mâh bize,
Biz O’nun kullarıyız, kâfîdir Allâh bize!..