GURBETTEN GELMİŞİM

Ayla AĞABEGÜM

Yaz başlarken tatil heyecanı sarar içimizi, yakınlar birbirine yaz tatilini nerede geçireceğini sorar. Gidilecek gözde mekanlar vardır, oraları görmemiş olmak biraz da utanılacak bir durumdur. Nedense: «Tatili nerede geçireceksin?» sorusu beni hep üzmüştür. Belki öğretmen olmam bu sorunun cevabını veremeyen boynu bükük insanları düşündürür. O insanların yaşadıkları acıları içimizde hissedebilirsek, tatile gidemeyen çocukları, gençleri düşünebilirsek, «TATİL» moda olan, mutlaka gidilmesi gereken bir kavram olmaktan çıkar, kelimeye yeni anlamlar kazandırmış oluruz. Tatil, bir yıl boyunca yaptığımız rutin işlerin dışına çıkarak yeni projelerin uygulamaya geçirileceği bir zaman dilimi olarak değerlendirilebilir.

Tatil, bana çocukluk günlerimi hatırlatır, yaşadığımız şehir, mahallelerimiz, köylerimiz, orada yaşayan insanlar … Çocukluk günlerimin içinde babamın, gözleri nemli okuduğu Rıza Tevfik’in mısraları vardır.

Uçun kuşlar uçun doğduğum yere
Şimdi dağlarında mor sümbül vardır
Ormanlar koynunda bir serin dere
Dikenler içinde sarı gül vardır…

Tatil, çocukluk yıllarımızın geçtiği yerlere gitmek, o güzellikleri yaşamak olabilir… Tabiî o güzellikleri bulabilirsek… Yaylalar, ormanlar, zeytinlikler, kıyılar tatil beldeleri oldu. 15-20 gün kalmak için alınan yazlıklar, yıl boyu içinde oturulacakmış gibi döşenmeye başlandı. Oteller ise yıldızlı olmalarıyla itibar kazanıyor. Benim dedelerimin uğruna şehit olduğu topraklar, yazlıklar uğruna talan edildi, kalanları da yabancılar, plânlı bir şekilde yağmalıyor. Ve o tatil beldelerinde; memurlar, işçiler, emekliler, dar ve orta gelirliler kalamıyor.

Faruk Nâfiz ÇAMLIBEL’in «Han Duvarları» adlı şiiri duygularımızın, hicranlarımızın ifadesidir, söylemekten aciz kaldığımız anlarda mısralar imdadımıza yetişir.

Uykuya varmak için bu hazin günde, erken
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birden bire kıpkızıl birkaç satırla yandı,
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
Ben garip çizgilerle uğraşırken baş başa
Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa:

“On yıl var ayrıyım Kınadağı’ndan
Baba ocağından, yâr kucağından,
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben.”

Ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları.

Bir nesil, bu mısraları ezbere bildiği için duygular yoğun yaşanırdı. Mısralar hayatımızdan çıkınca duygular da önemini kaybetti. Yıldızlı yıldızlı otellerin duvarlarında mısralar yer almıyor, oralardan şairler geçse de, yıldızların içinde içli duygular terennüm edilemiyor. Yıldızlı yıldızlı otellerde kimler kalıyor, onların evleri de tatil beldeleri gibi değil mi? Dönüp büyük şehirlere bakalım: Mahallelerimiz vardı, bahçeli evlerimiz, komşularımız, zenginle-fakirin aynı mahallede yaşadığı mutlu günler… Sonra o evler bizden alındı, büyük
apartmanlar yapıldı, arsa sahiplerine de sus payı olarak oturacakları dairenin dışında bir daire daha verildi. Farkında değildik; almanın mutluluğunu yaşarken, giden değerlerimizi sonra fark ettik. Duygularımız çalınmıştı, onları bir daha yaşayamayacaktık. Aradan yıllar geçti. Apartman katları gözde mekanlar olmaktan çıktı, çeşitli gelir düzeyinde olan insanlarla aynı mahalleyi değil, aynı apartmanı bile paylaşmak zordu. Sokaklar güvenli değildi, bu yerleşim birimlerinin bahçeleri de yoktu. Yeni gözde mekânlar arayışı için de bu sefer bahçeli evler değil, şehrin en yeşil, yüksek, havadar yerleri seçiliyor, bahçeli villalar için yerleşme merkezleri yapılıyordu. Kapıda birkaç güvenlik bölümünden geçmeden içeri giremiyordunuz.

Şimdi soruyorum, izin verenlere, yaptıranlara ve oturanlara: Oralarda mutlu olabilecek misiniz? Kapılarınızda olan güvenlik elemanlarının sizleri para karşılığı koruduğunu sanıyor ve rahat ediyorsunuz. Biraz düşünürseniz yurdumuzu koruyanların «huduttan hududa koşan polislerimiz ve askerlerimiz» olduğu gerçeğini göreceksiniz. Faruk Nafiz ÇAMLIBEL’in dediği gibi: “Sevgi bağından bir çiçek dermeden baba ocağından ayrılan, huduttan hududa koşanlar…” şehit oldukları zaman yapılan cenaze törenlerinde ailelerini görüyoruz, o boynu bükük, geçimini zor temin eden anne babalar hala vatan uğruna şehit olan oğluna ağlarken; «diğer evlâtlarım da vatan uğruna feda olsun!» diyebiliyor. Nedense şehit olanların içinde iş dünyasının, medya dünyasının, siyaset dünyasının, magazin dünyasının çocukları yer almıyor. O zaman tatili hak ediyoruz, diyemeyiz.

Hiç olmazsa bu yıl bir değişiklik yapalım. Bu gözde mekanları yaptıranlar, izin verenler ve oturanlar, sivil toplum kuruluşlarında yer alanlar, belediyelerin sorumluları, siyasilerimiz tatil yapmayalım. Ruhu ölmüş çocukların, gençlerin, yetişkinlerin her geçen yıl sayısının arttığı bir ülkede millet olarak ayakta kalmak kolay değil. Huduttan hududa koşan o samimi insanlar ve aileleri için yeni projelerin içinde olalım. Okullarımız, kültür merkezlerimiz yaz boyunca eğitim mekanları olsun. Konserlere, festivallere ve daha nice nice yerlere belediyeler tarafından harcanan meblağlar halkın
eğitimine harcansın. Çocuklarımız, gençlerimiz, anneler,
babalar örnek parçalar okuyarak, konuşarak, şiir ezberleyerek kabiliyetleri ölçüsünde bir sanat dalıyla tanışarak vaktini değerlendirsin, yapı lan yardımlar verilen eğitimden sonra dağıtılsın.

Çocuklara ve gençlere verdiğim konferanslarda örnek parçalar okuyarak derslere devam ederken bu yıl bir yenilik yaptım. Okuduğum parçayı, en heyecanlı yerde keserek: “Siz olsaydınız, yazıya nasıl devam ederdiniz?” diye soruyordum. Verilen cevaplar, yazarın söylediklerini, benim düşündüklerimi aşan güzellikteydi. Bu, tatil projem için de bir ipucu veriyordu, dinleyicileri sistemli bir şekilde, milli, manevi ve estetik değerler üzerinde düşündürürsek, anlattıklarımız bir dayatma olmayacak, o konuda kendi düşünceleri, ruhlarına etki edecektir. Liseli Gülçin’in sevgilisiyle beraber olmak için
anne-baba ve abisini nasıl öldürdüğünü serinkanlılıkla anlatması ve buna benzer haberlerin her geçen gün artması, tehlikenin vardığı noktayı hissettiren örnekler değil midir?

Sayın Başbakanımız Tayyip ERDOGAN, içi yanan bir baba ve başbakan olarak: “Eli silah tutan bir gençlik istemiyoruz!” diyor, açılan ve açılacak olan spor tesislerinin müjdesini veriyor. Ben bir eğitimci olarak haykırıyorum: “Ne olur Sayın Başbakanım! Spor tesisleri yetmez. İyi bir sporcu, ruh eğitiminden geçmeden sporda başarılı olamaz. Bir depremde işadamlarını toplayarak yurt dışında olan zelzele bölgelerine yardım talep etmiştiniz. Şimdi içinde ülkemizin insanlarının
bulunduğu manevi depremde onların safında yer almaları için, sponsor olacaklara, film ve diğer alanlarda, reklamlarda verecekleri mesajlar olması gerektiğine ikna ediniz. Bu yaz; tatil yapmadan eğitim, proje ve uygulama içinde geçirmemiz için bir seferberlik başlatınız. Müzikle, şiirle, sanatın bütün dallarıyla geçen günler ve okul yılları bizi özümüze döndürecektir.”

Yeni eğitim-öğretim yılında sanat dalları seçmeli değil esas ve uygulamalı ders olmalı ve saatleri artırılmalıdır. İnsanlarımızın mısralarla konuştuğu günlere geri dönmek dileğiyle…
Öz vatanımız bize gurbet olmasın!