Duyguları ve Kendimizi Yönetmek

Turgay ŞİRİN
turgay@yuzaki.com

Hazret-i Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- anlatıyor: “Rasûlullah -aleyhissalâtü vesselâm- buyurdular ki: «Kuvvetli/kimse, (güreşte hasmını yenen) pehlivan değildir. Hakikî kuvvetli kimse, öfkelendiği zaman nefsini yenen kimsedir.»”)

Duyguların öneminden bir önceki sayıda az-çok bahsetmeye çalıştık. Bu sayıda da mevzuyla alakalı bir diğer önemli mesele olan kendimizi yönetmek üzerinde durmaya çalışacağız. Bu hususta duyguları kontrol, kendini yönetmenin temelinde yer alan en önemli özelliktir şüphesiz. Zira duygular, insan hayatının vazgeçilmez unsurudur. Bizler hayatı duygularla yaşarız. Ancak hemen her durumda bizde meydana gelen duygu çalkantılarını yeri geldiğinde dizginleyebilmek, başarı ve huzurun teminatıdır. Bu kabiliyete sahip fertler için hayat daha kolay, mutlu ve doyum veren bir hâle dönüşmüş demektir.

Belki de iç tahriklere karşı koyabilmekten daha temel bir psikolojik kâbiliyet yoktur. Tüm duygular, tabiatları gereği, bir şekilde davranışların yolunu açtıklarından, hissî kontrolün kaynağıdır. Bu sebeple ne şekilde olursa olsun, gel iştirilecek olan bir «kişisel gelişim» anlayışı, duyguların kontrolünü listesine almalıdır.

Her sistemde olduğu gibi İslâm da duyguları kendi sistemi içinde incelemektedir. İslâm dini, duyguların kontrolü üzerinde önemle durur. Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîflerde bunların örneklerine bol miktarda rastlamak mümkündür. Üstelik İslam sadece menfî duyguları değil aynı zamanda fazla olduğu takdirde zararlı olabilecek duyguları da kontrol altına almayı emretmiştir.

“İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabîlinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Hâlbuki bunlar dünya hayatının geçici faydalarını sağlayan şeylerdir. Oysa varılacak yerin (ebedî hayatın) bütün güzellikleri Allah katındadır.” (Âl-i İmran sûresi, 3/14)

Âyette de görüldüğü gibi normalin üstünde herhangi bir şeye değer atfetmeye ya da aşırı bağlanmaya karşı bir tavsiye vardır. Bu da normali aşan duyguların kontrol edilmesi gerektiğini göstermektedir.

Özetle din, duyguları kendi sistemi içinde değerlendirmiş ve kontrol mekanizmasını devreye sokarak mü’minlere duygularını kontrol etmelerini telkin etmiştir. Bu sebeple, gelişim yolculuğunda olan bir mü’minde bulunması gereken husûsiyetlerden en temeli «duyguları kontrol»dür. İslâm, mü’minlerin vasıfları arasında bunu görmek istemektedir.

İslâm eğitim ve gelişim anlayışında duyguların merkezi olarak kabul edilen «kalbin» eğitilmesi şarttır. Zira kalp, eğitilmez ve yumuşatılmazsa, îman oraya kâmil mânâda yerleşmez. Bu sebeple İslâm, kalbi «Allah’ın evi» olarak görmüş, kalp kırmayı «Kâbe’yi yıkmak»la eşdeğer saymıştır. Mutasavvıflar da kalbin bir ayna olduğunu ve bu ayna parlatıldıkça, tek ve bir olan Allah’ın sıfatlarının bu aynada yansıyacağını bildirmişlerdir.

Kalp eğitimi, beraberinde nefsin de eğitimini gerektirmektedir. Zira her ikisi de insanın üç ana merkezinden (kalp, nefs ve akıl) biridir. Kalbin, yani duyguların kontrolü, nefsin derecesinin de bir göstergesidir. Bu sebeple kalbin gelişebilmesi için, nefsin de kontrol edilmesi, zapt edilmesi gereklidir.

Peki, nefsi zapt etmek, yani modern tabirle kendini yönetmek için ne yapmak lâzımdır? Bunun için bazı ahlâkçılar, hemen aklın gücüne müracaat etmeyi ve onun muhâkemesini, bazıları da, irade terbiyesini, şehevî arzulardan ve duygulardan sıyrılmayı, bu duyguları tenkit etmeyi, genç yaşlardan itibaren ahlâkî eğitimi ve her an nefsî hazlarla mücadeleyi tavsiye etmektedir. Kur’ân-ı Kerim’de ise bu soruya cevap olarak Allah; oruç tutmak, namaz kılmak, zinadan uzak durmak, îtikâfa çekilmek, içki, kumar ve fal oklarından uzak durmak ilh. pek çok hususu vurgulamaktadır.

İslâm ahlâkçıları eserlerinde «hisleri terbiye» (duyguların terbiyesi) üzerinde genişçe durmuşlardır. His ve duyguların terbiyesinden maksat, arzu ve temâyüller karşısında kalbi, ölçülü ve mûtedil bir hâle getirmektir. Ayrıca vicdanı ve kalbin saflığını korumaktır. Bu konu tasavvufta da nefsin kontrolü olarak anılmaktadır. «İ’tidal» kelimesi hemen hemen bu anlamları taşımaktadır. Ayrıca ahlâk kitaplarının «fazilet ve rezile» bölümlerinde nefsin kontrolünden ve ruhun kuvvetlerinin eğitiminden uzun uzun bahsedilmektedir.

İslâm âlimlerine göre his ve duyguların terbiyesinden maksat; arzu ve temâyüllerle kalbî tesirlerin ölçülü ve mûtedil bir hâle gelmesini temin etmek, böylece vicdan ve kalbin saflığını korumaktır. Bunun için de şu esasları dikkatle yerine getirmek gerekir:

1. Ruhta dâima güzel his, duygu, hak, doğruluk, hayır, fazilet sevgisi gibi duygu ve meyilleri, davranışlarla kuvvetlendirmek, bu duyguları uyarmak ve meydana çıkarmak için her fırsatı kullanmak…

2. Kötü his ve duyguların ruh üzerindeki menfî tesirlerini, özellikle kötü olan temayülleri yok etmeye çalışmak…

3. Hiddetli, üzüntülü veya heyecanlı olduğumuz bir zamanda, kendimize sahip, nefsimize hâkim olmadan hiçbir icraatta bulunmama meziyetini kazanmak…

Klâsik kitaplarımızda vicdan denilen mekanizma ile duygu ve fiiller arasında kurulan bağlantılar dikkat çekicidir. Şu bir gerçektir ki fiillerin duygulara tesiri vardır. Bu anlamda, yaptı ğ ımız fiillerin sonucunda bizde birtakım duygular oluşur. Pişmanlık veya mutluluk, öfke veya kaygı gibi duygular bunlara örnek verilebilir. Aynı zamanda duygularımızın da fiillerimize etkisi vardır. Nitekim öfkeliyken yapılan davranışların çok fazla kontrollü olamayacağı ortadadır. Aynı zamanda engellenme ve aşırı üzüntü durumlarında da sağlıklı kararlar veremeyebiliriz. Tüm bunlar bize duygularımızın da davranışlarımıza etkide bulunduğunu göstermektedir. İnsanın kendini yönetmesi için öncelikle olumlu ve olumsuz duygularından haberdâr olması gereklidir. Olumsuz duygular, dikkati kendi takıntılarına çevirip zihnin odağını değiştirme çabasını aksatırlar. Bu yüzden meselâ klinik depresyonda olanlarda kendine acıma, keder, umutsuzluk, çaresizlik düşünceleri tüm diğer düşüncelere baskın çıkmaktadır. İşte bu noktada duygular yoğunlaşmayı bastırdığında veya motivasyonu kırıcı negatif etkiler göstermeye başladığında duyguları kontrol edebilmek ve kendini motive ederek, olumsuz duyguların engel olduğu işe tekrar dönebilmek önemli bir yetenek ve başarıdır. Öte yandan olumlu motivasyonun, (heves, coşku, güven duygularının harekete geçirilmesi) başarıdaki rolünü de vurgulamak gerekir. Olumsuz duygular, ruh hâlini menfî yönde etkilemekte hattâ yönlendirmektedir. Ruh hâlindeki hafif değişiklikler bile düşünce sürecini sarsmaktadır. İmtihan kaygısı bunun en güzel örneklerinden biridir. Genel olarak kaygı, aklı zayıflatmakta, hattâ zihnimizdeki kaygı düzeyi dikkati kendine çekip, başka yere odaklanma çabalarına müdahale edecek şekilde bir fâsit dairenin (kısır döngü) tuzağına düştüğünde, felâketlere yol açan bir zihnî durgunluğa yol açmaktadır. Yapılan araştırmalar, kaygı düzeyiyle akademik başarının paralel olduğunu, birebir ilişkili olduğunu göstermiştir.

Olumsuz duygular ne kadar negatif etkilerde bulunuyorsa, olumlu duygular en az onun kadar belki de daha fazla, insan üzerinde pozitif etkilerde bulunmaktadır. İyi ruh hâlleri, dayandıkları sürece, esnek ve karmaşık düşünebilme yeteneğimizi güçlendirir, dolayısıyla iyi ruh hâli zihnî problemler ya da kişilerarası meselelere çözüm bulmayı kolaylaştırır. İyi bir kahkahanın zihne faydası, üreticilik gerektiren meseleleri çözerken en açık şekliyle göze çarpmaktadır.

İyi ruh hâlindeki kişiler plân yaparken veya karar alırken, daha geniş ve olumlu düşünmeye meyil gösterirler. Yani iyi ruh hâlindeyken, daha olumlu hâdiseleri hatırlarız, kendimizi iyi hissettiğimiz bir sırada, işin iyi ve kötü yanlarını düşünürken hâfıza bizim zihnî malzemeleri tarttığımız terazinin olumlu kefesine ağırlığını koyar. Bu, hâfızanın ruh haline uygun çalıştığını da göstermektedir. Aynı sebeple berbat bir ruh hâli, hâfızayı olumsuz yöne saptırarak bizi korkak, aşırı temkinli kararlar almaya yönlendirecektir.

İyimserlik büyük bir şevk unsurudur. Umudun körükleyicisidir. Umut ise hedefler ne olursa olsun onlara ulaşmak için gerekli irade ve yönteme sahip olduğumuz inancıdır. Umutlu olmak, kişinin zorlu engeller veya yenilgiler karşısında bunaltıcı ve yıkıcı olan kaygıya, teslimiyetçi bir tutuma ya da ezici depresyona yenik düşmemesi anlamına gelir. Gerçekten de umut besleyebilen kimseler, hedeflerine doğru ilerlerken diğerlerine oranla daha az kötümser, genelde daha az kaygılı ve hissî açıdan daha az sıkıntılıdırlar.