Bir Şair, Bir Hâtıra

Bekir Sıtkı ERDOĞAN

İsmail Hâmi DÂNİŞMEND’in hanımı olan Hüsniye Anne’den daha önce bahsetmiştim. Bu hanım her Salı günü şairleri evinde toplar ve böylece enfes bir şiir ziyafeti tertip ederdi. Öncesinde kaç senedir toplanıyorlardı bilmiyorum, ama ben o meclise davet edildiğimde 70’li yıllardı.

Bir gün Hüsniye Anne, Cemil MİROĞLU isminde bir şairi davet etmişti. Bu adam Fas, Cezayir gibi ülkelerde büyük sefirlik yapmış. O esnada da Afrika ülkelerinden birinde aynı görevde bulunuyordu. İzinli olduğu hâlde İstanbul’a gelmiş. Bizimle tanıştırdılar. Ben kendisini gazelleriyle ve Hayyam rubâîlerinin manzum tercümeleriyle tanıyordum. Hayyam rubâîlerini çok güzel ve sade bir Türkçeyle çevirmişti.

Tanıştırılırken elini tuttuğumda kendisine: «Sizin gönülden hayranlarınızdan biriyim.» dedim. Benden epeyce yaşlı bir adam ve ben de o zaman henüz genç sayılırım. Şöyle bir baktı bana ve dudak büktü. Öyle ya, genç bir adam… Kim olduğumu da bilmiyor. Besbelli, hulus çakıyor gibi sandı beni.

Çay faslı bittikten sonra bir kısmımız evlerine dağıldı. Biz de yemek saati geldiği için yemek salonuna geçtik. Yemekte «Kışlada Bahar», «Hancı» gibi şiirlerimden bahis açılınca kim olduğum ortaya çıktı. Böylece Cemil MİROĞLU bana dikkat kesildi.

Sonra bir ara bir köşeye çekip dedi ki: “Aklıma bir redif takıldı. Ben uğraştım, pek bir şey olmadı. Bir de sen uğraşsan bununla.” dedi. Redif «gönül gönüle» imiş. Devam etti: “Bu redifi ben «gönülden gönüle» diye kullanabildim.” Orada adamın beni sınadığını anladım. “Hemen mi söyleyeyim?” diye sorunca: “Yok yok, dur. Haftaya Salı günü ben gene buradayım. O zaman söylersin.” dedi.

Redif «gönül gönüle» olunca kalıp da «mefâilün/feilün»le bitecek demektir. Bakın, hemen kelimeye göre bir kalıp seçiliveriyor. Buna göre kıt’ayı yazdım.

Bir hafta sonra gittiğimde yazmış olduğum kıt’ ayı okudum:

Uzak uzak iki yıldız bakar gönül gönüle
Görünmedik nice şimşek çakar gönül gönüle
İner peşinden o yağmur, o sel, o şarkı taşar
O şarkı taştı mı bir kez akar gönül gönüle

Önce okudum, sonra da yazılı olduğu kâğıdı eline verdim. Uzun bir müddet elindeki kâğıda baktı. Ben: “Efendim, ben onu biraz daha işlerim, siz noksanına bakmayın. ” diyecek oldum. Hemen atıldı: ” Sakın ha, bir kelimesine dokunmayın!” dedi. Kıt’anın zevkini almıştı ya bir kez, o tat kaçsın istemiyordu besbelli. Sonra bir taraftan da: “Yahu, ne kadar güzel olmuş. Tamam efendim işte bu… ” demeye başladı. Böylece ondan da bir teşvik ve takdir görmüş oldum. Allah rahmet eylesin. Bu vesilelerle şiirlerini okuyoruz, ismini anıyoruz ve rahmet diliyoruz kendisine.

Daha sonra ben bu kıt’aya ikinci bir kıt’a daha ekledim. Böylece iki kıt’alık bir şiir meydana geldi. İkinci kıt’ a da şöyle:

Gözümde hep o yoğun sis, şakaklarımda o kar
Sızar o şarkıyı hâlâ içimden aynı pınar
İnan ki sönmeyecektir o şarkı haşre kadar
O şarkıdan ne gazeller yakar, gönül gönüle…

İlk dörtlüğü geçen sene Elazığ’da Hazar Şiir Akşamları’nda okumuştum. Şair kardeşimiz M. Ali EŞMELİ de yanımdaydı. Bu dörtlüğü duyunca aynı redifi hemen oracıkta o da bir dörtlükte kullanmış ve: «Bekir Sıtkı ERDOĞAN Üstadın bir dörtlüğünden ilhamla» diyerek bana ithaf etmiş. Mevzuumuzu onunla noktalayalım:

Düşünce yerlere gökten, şaşar gönül gönüle,
Dönünce göklere yerden, taşar gönül gönüle…
Kusurlu aşk ile insân, uzak düşer yâre;
Tamâm olunca muhabbet, yaşar gönül gönüle…