ORTA SEVİYE TUZAĞI

YAZAR : Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

Son zamanlarda iktisat çevrelerinde dile getirilen bir ifade var:

«Orta Gelir Tuzağı…»

Türkiye gibi büyüyen ekonomiler, bir seviyeye ulaşıp oradan daha yukarı çıkamaz, yerinde saymaya başlarsa buna bu ad veriliyor. Bu tuzağa yakalanan ülke, millî gelirini daha yukarı taşıyamıyor. Büyüme hızı artmıyor, yavaşlıyor.

Bu, iktisadî bir yazı değil elbette. Fakat insana dair her şeyde birbiriyle irtibat vardır.

«Eşzamanlılık prensibi» gibi isimler verenler de var. Dînî bir hakikat, ekonomiye; lisânî bir mevzu sosyolojiye tam uyabiliyor.

İnsanın şahsiyet gelişiminde de böyle bir «orta seviye tuzağı» var:

Nefs-i mülheme.

Nefsin mertebeleri şöyle sıralanıyor:

Nefs-i Emmâre: Hep kötülük isteyen, şerre ve günaha dadanmış hâl… Kâfir veya fâsık seviyesi…

Nefs-i Levvâme: Yaptığı kötülüklerden pişmanlık duyan, kendini ayıplayan, fakat çıkış gösteremeyen seviye.

Bu seviyeyi aşıp da biraz iradeyi ele alınca, bir miktar kendine çekidüzen verince, o seviyeye Nefs-i Mülheme adı veriliyor. Orada takvâ ve fücur ilham olunuyor. Neyin doğru neyin yanlış olduğu kalpte idrak edilmeye başlıyor. Bir basamak olarak değerli, tıpkı Levvâme gibi. Fakat varılmak istenen yer değil. Bu sebeple bir tuzağı var:

İlhamlara ve idraklere aldanarak; «Tamam, oldum bittim!» zannetmek.

İktisattakinde yerinde sayma ve içten içe kaybetme gibi, bu tuzak da asıl makbul seviyeden alıkoymuş oluyor. O seviye şu:

Nefs-i Mutmainne: Takvânın, hayrın; sadece idrak, sadece fark etme değil, gönle sinmiş bir tatbikata dönüşmesi. Günahı sadece zorlayıcı bir iradeyle terk edebilmek değil, tamamen gönülden çıkarabilmek. İbâdetleri ve vazifeleri; zorlanarak değil, lezzet alarak edâ edebilmek. Kulluğun huzuruna erebilmek.

Herkes verir de telkini, ancak tadan bilir.
En zirvenin de fevkini ancak tadan bilir.

Târîfe sığmıyormuş o eşsiz müşâhede;
Rûhun kanatlı şevkini ancak tadan bilir.

Kalbin; cihânı, cenneti, her vârı terk edip,
En sonda terki terkini ancak tadan bilir.

Hakk’ın; yolunda bir adım atmış velî kulu,
Refref hızıyla sevkini ancak tadan bilir.

Sen tatmadın o lezzeti Tâlî, nakildesin,
Aşkın o haz ve zevkini ancak tadan bilir.

Dil anlatır, muhayyile söyler, gözün görür;
Lâkin o son sabahkini ancak tadan bilir.

Tatmamış nefis; tattığı yarı yolu tam zannederse, orta seviye tuzağına yakalanmış olur. «Orta Gelir Tuzağı» bir müddet sonra, yatırımların düşmesi vb. sebeplerle ekonomiyi daha da geriye de götürebilirmiş. «Orta Seviye Tuzağı»na düşen de, «Levvâme»ye hattâ -Allah korusun- «Emmâre»ye yuvarlayabilir. Zaten büyüklerin söylediği gibi:

“Mânevî dereceler, sökülemez apoletler değildir.”

Çare nedir?

İktisat mütehassısları «Orta Gelir Tuzağı»ndan kurtulmak için, bol tasarruf ve yatırım lâzım diyorlar. Yani tuzağa kapılmamak; «Oldu, yeter!» dememek ve devam etmek.

Şahsiyet gelişimi ve dînî hayatta da, insan; daha yolun başında olduğunu idrak edip çalışmaya devam etmeli: Sâlih ameller biriktirmeli, yeni hayır-hasenatlara teşebbüs etmeli.

«Orta Gelir» niye tuzaktır? Çünkü eskiye nazaran gelir artmıştır. Bir doyum oluşturmuştur. Doyum yani tatmin. Yani çalışmayı bırakıp doymaya, yemeye yönelmek gibi şeyleri akla getiriyor. Kazanmanın getirdiği neşe, sevinç ve rahatlığın gevşekliğe sevk etmesi.

Mâneviyatta, mutmainne makamı; tatmine ulaşmış demek. Fakat bu kalbî bir tatmin olmalı. Nefsânî değil.

İnsan iki hâlin arasındadır:

«Kabz ve Bast…»

Kabz; tutuk, moralsiz, neşesiz, buruk hâlin adıdır. Hastayken veya acı bir haber aldığımızda yahut sebepsiz yaşadığımız bir neşesizlik hâli gibi…

Bast ise, hayat dolu olmak. Neşe, ferahlık…

İnsan her iki hâlin de faydasını alabilmeli, zararından kaçınabilmeli…

«Kabz»ın tehlikesi, yeis… Tamamen hüsran duygusuna kapılmak.

Faydası ise, ciddiyet, acı lokmayı sabırla yutkunabilmek.

«Bast»ın tehlikesi; şımarma, gevşeme, aşırı ümit ve hayalcilik.

Faydası, lezzet alarak daha fazlasını yapabilme enerjisi.

Talebelikten bir misalle izah edelim:

Bir talebenin sevdiği, alâka duyduğu bir sahada okuması, başarısını artırır.

Fakat imtihanlar, başarısızlık korkusu ve sınıfta kalma (sene uzatma) baskısı olmasa, kim tam olarak dersine çalışır?

Din; heyecandır, muhabbettir, istekle ve arzuyla koşturabilmedir. Bu sebeple «Bast» enerjisine ihtiyaç duyar. Fakat uhrevî ceza endişesi de insana çekidüzen verir.

Heyecan tazelemek mühim bir ihtiyaçtır. Mübârek zamanlar aslında tam da bunu sağlıyor. Kimi sahih kaynaklı, kimisi fezâili-i a‘mâl ruhsatıyla zayıf kaynaklı, kimisi de sene-i devriye mantığında… Fakat hepsi, «Kabz» veya «Bast» tuzağına düşmüş insana, el uzatıyor. «Bin aydan hayırlı!» gibi hususî ücretler va‘dediyor. «Gel bir mîlât olsun!» diyor. Sadece; «Bugün yap!» demiyor. «Bugünden itibaren…» diyor. Sürdürebilen kazançlı… Sürdüremeyen de en azından o günü değerlendirmekle hata etmiş değil…

Diğer taraftan da mübârek günler kabz enerjisini de kullanıyor, korkutuyor:

«Bunu da değerlendirmezsen sana yazıklar olsun!» diyor. Sırf mübârek zamanlara hürmet için bile; kötülüklere ara verilmesi, kimileri için de tamamen terk etmeye vesile oluveriyor.

İktisattaki «orta gelir tuzağı»na sebep olan hususlardan biri, tek tip üretim imiş. Sadece montaj sanayi, sadece turizm gibi tek tipte kalmış ekonomiler, bu tuzağa daha kolay yakalanabilirmiş. Bundan kurtulmak için bir yol da üretimin çeşitlenmesi imiş.

Dînî hayatta da, kandil vesilesiyle; bir oruç, bir hatim, bir ikram, bir vaaz, bir sohbet denirken bu çeşitlenme yaşanabiliyor. Hele Ramazan’da bu çeşitlenme; mukabele, teravih, seher kalkışları, kumanya ve fitre derken iyice kuvvetleniyor. Dînî hayatımız sadece ferdî veya sadece içtimâî ibadetlere daralmamalı. Dînimiz bütün hayatı ihâta edecek şekilde geniş…

Orta Seviye Tuzağı diye adlandırdığımız hâlin topluma yansıması, belki de son zamanlarda sancısını yaşadığımız, şuurlu bir gençliğin inşa edilememesi, çokmuş gibi görünen mânevî hizmetlerin aslında gençliğin sadece yüzde 3’üne ulaşabilmesi gibi dertlerimiz olabilir.

İlâhiyat ve tasavvuf meselelerine, iktisadî bir bakışla bakmaya çalıştık.

Dileriz ülkemiz siyasî ve iktisadî tuzaklardan selâmette olsun. İsraftan korunup tasarrufla büyüsün. İstihdamı artıracak pek çok faydalı sahaya yayılmış yatırımlarla kuvvet bulsun. Ülkemiz imkân ölçüsünde hiçbir sahada ele güne muhtaç kalmasın.

Dînî hayatımız da tuzaklardan sâlim bir şekilde, huzur ve itmi’nâna ersin… Ferdî-içtimâî sahada sürekli bir tazelik içinde heyecan ve muhabbeti yaşasın. Mübârek günler de buna bir vesile olsun…