Gönül Semâmızdan Bir Yıldız Daha Göçtü KİM ÖLÜ, KİM DİRİ?

YAZAR : Ekrem YÜZBAŞI

Gönül Semâmızdan Bir Yıldız Daha Göçtü
KİM ÖLÜ, KİM DİRİ?

5 Haziran 2017 günü, Bandırma bölgesinin mânevî mimarlarından, muhterem babamız Nâzım YÜZBAŞI, 87 yaşında rahmet-i Rahmân’a kavuştu.

Onun bir asra yakın îman ve irfanla dolu ömür hâtırasını yâd etmek ve rûhunu şâd etmek için müstesnâ bir hizmet ve hikmet yolculuğu olan hayatını hulâsa edebilmek, zor. Erbab-ı kalem olmayınca daha zor.

Kendi anlatmıştı:

1930’ta Uşak’ın Karahallı kazasının Beki köyünde dünyaya gelmiş, askere gidene kadar 4-5 sene kadar koyun çobanlığı yapmış. Koyun çobanlığının, bu mahlûkattaki güzel melekelerden dolayı, sair çobanlıklara göre insana güzel hasletler kazandırdığını daima ifade ederdi.

Daha sonra, bez ve benzeri eşya ticareti. 1964’ten sonra da halı ticareti. 1953’te hem kayınpederi vesilesiyle hem de ticaret sebebiyle Bandırma’ya taşındı.

O tarihte Bandırma mânevî bakımdan zengin bir yer… Burada Osmanlı’nın son devir nakşî meşâyıhından Hacı Ali Rıza Efendi mânevî irşadda bulunmuş. Çok hayırlar işlemiş, şehrin maddî ve mânevî imarında büyük emeği olmuş.

Takdîr-i ilâhî bu zatın yazlık ve kışlık iki evini ve dükkânını zaman içinde muhterem pederim aldılar. Böylece sâlih insanlardan sâlih insanlara intikal etmiş oldu. Bilhassa yazlık evin alınmasını Çiçekçi İbrahim Ağabey telkin etmişti. Daha sonra burada sahâbe kabirleri bulunduğu için feyizyâb bir mekân olduğunu ifade edenler oldu. Hâsılı her birinin alınmasında, Allâh’ın yardımı ve büyüklerin himmet ve tasarruflarının olduğuna kâni olduk.

Hacı Ali Rıza Efendi Hazretleri, Ali Haydar Efendi Hazretleri’ni yetiştiren zat…

Merhum babam Nâzım Efendi’nin Sâmi Efendi Hazretlerine intisabı 1969 senesinde. Evrâdı nizâma girinceki hâlini anlatırken derdi ki:

“Ondan sonra bütün vücudum dinleniverdi. Ufkum açıldı, sanki geniş bir vadiye indim.”

O sıralarda Isparta’ya halı almaya gider. Bu ticarî seyahatler üç-beş gün sürmektedir. Orada Cuma namazı için gusledip erkenden camiye varır. Mânevî bir tecrübe yaşar. Caminin içinde arka saflarında bir şahsın nûru, âdeta güneş gibi parlar. Hemen gidip o şahsın arkasına oturur. Derin bir murakabe hâlinde iken yan taraftan bir adam, kabaca dürter:

“‒Ne uyuyorsun, burası uyuma yeri mi?”

Fakat babamı cezbeden önündeki nurlu zat devreye girip adama der ki:

“‒Kim uyur kim uyanık?”

Sonra babamın elinden tutarak yanına çeker ve sorar:

“‒Hangi bahçenin gülüsün, kokun biraz karışık geliyor?”

Hakikaten o günlerde babam, Kadir Amcadan sonra Sami Efendi’ye bağlanmış ise de, iki zâtın da tesiri altındadır. Adının Bekir Efendi olduğunu öğrendiği bu nur yüzlü zât ise, meseleyi öğrenince;

“‒Ah evlâdım; «Sâmi Efendi babamdır, babamdır, babamdır!» desene!” diyerek mânevî irtibatını tamamen Sami Efendi’ye tahsis etmesini işaret eder.

Ayrılırlarken de;

“‒Ne zaman Isparta’ya gelirsen mutlaka görüşelim.” diye tembih eder.

Babam müteakip zamanlarda, kendisi de bir mürşid-i kâmil olan bu Bekir Efendi’yi ziyaret ederdi. Yaptığı mânevî ameliyatlarıyla tebarüz etmiş o zâta bir defasında sorar:

“‒Beni de ameliyat edecek misiniz?”

O da der ki:

“‒Yoo, sen Sami Efendi’nin evlâdısın.”

Muhterem babamın bu yolda hem muhabbeti, hem de teslîmiyeti çok yüksekti. Bağlılığı tamdı. Sami Efendi Hazretleri’ne intisâbından bir müddet sonra Bursa’da sohbete katılmış ve içinde şöyle temenni etmiş:

“‒Sami Efendi Bandırma’ya gelemez. Fakat Musa Efendi, Bandırma’ya gelebilseydi de evimde bir kahve ikram edebilseydim, ayağını bastığı yeri öperdim!”

O yıllarda Bandırma’da rahmetli Ali Öztaylan Amca gibi daha köklü ihvanlar da mevcut. Babam henüz bu yolun yenisi. Lâkin hâlisâne temennisi, adresine ulaşmıştır. Bir telefon gelir, Musa Efendi’nin yanından bir ağabey, tarih ve saat vererek;

“Musa Efendi ve beraberindekiler, sizin evinize misafir olacak ve orada kalacaklar.” der.

Babam hayretinden;

“‒Ağabey yanlış kişiyi aramış olmayasınız, ben yolun yenisiyim, usul erkân bilmem, kusur etmeyeyim.” dese de, o ziyaret gerçekleşir.

Musa Efendi 1973’teki bu ziyarette, kendisine Balıkesir bölgesinin mânevî vazifesini de tevdî eder.

Muhterem pederimin fârik hususiyetlerinden biri de, talebelere olan muhabbet ve alâkasıydı. İmam-hatip okullarında okuyan delikanlılara sohbetler yapar, onları İslâm’ı tebliğ ve irşad yoluna ısındırırdı. Sıcak bir ilgi içinde;

“‒Sen iki kişi getir, sen üç arkadaşını kazan. Onlara çay ısmarlayalım. İkram edelim.” diyerek, talebe halkaları meydana getirir, onların mânevî tahsiline yardımcı olurdu.

Bu şekilde onun rahle-i tedrîsinde çok sayıda talebe yetişti. Onlara sık sık;

“‒Siz istikbâlin muallimleri olacaksınız!” derdi.

Ardından mânidar bir şekilde;

“‒Öğretmen demiyorum hâ muallim olacaksınız!” diye teyit ederdi.

Hakikaten o hizmetlerinde yetişenler ve onların da evlâtlarından bugün birçok âlim ve muallim zât yetişmiştir. Elhamdülillâh…

Sâmi Efendi Hazretleri, Musa Efendi Hazretleri ve Muhterem Hacı Osman Efendi’ye, yani üç mürşid-i kâmile de tam teslim oldu. Üstadlarımızı zikretmediği sohbeti olmazdı.

Musa Efendi Hazretleri’ne muhabbetini ifade eden şu hâtıra çok mânidardır:

Hazret-i Sâmi ve Hazret-i Musa üstatlarımızın bir ziyaretinde, Mehmet Aydın ve bazı yakın dostlar, sormuşlar:

“‒Nâzım Ağabey, burada güzel bir hâl var, bu nedir?”

Rahmetli pederim demiş ki:

“‒Şu levhayı görüyor musunuz? Onu Musa Efendi geçen sene hediye ettiler. Şimdi şu Hacı Ali Efendi’den intikal eden maddî ve mânevî değere hâiz eve, altındaki dükkâna, içindeki halılara bir değer biçin… Ben şu levhayı, hepsinden daha kıymetli tutarım!”

Onlar da tasdik etmiş:

“‒Anlaşıldı, işin sırrı, fart-ı muhabbet!”

Bilvesile;

Muhterem ve merhum babamın bu yolun üstatlarından işittiği ve muhtelif sohbetlerinde sıkça tekrarladığı ve duya duya bizim de iyice ezberlediğimiz bir iki cümleyi özellikle zikretmek isterim:

“Her işin başı şeriat olacak. Şeriat yoksa kişi havada da uçsa, suda da yürüse ona itibar edilmez.”

“Bal küpünden bal, sirke küpünden sirke sızar. Siz içinizi bal eyleyin ki, sizden de dışarıya bal sızsın.”

“Takvâ hayatının onda dokuzu, helâl rızıktadır.”

Bu ölçüler içinde kalbî hassâsiyeti çok ziyadeydi. Gönül terazisinde arızalı çıkanlara karşı dikkat etmemiz gerektiğini bizlere de tembihlerdi. Hakikaten bu, zâhir ve bâtın dengesinde farklı bir ayna özelliği yaşatıyordu. O aynada neler seyrediliyordu.

Çok cömert bir şahsiyetti.

Hayır ve eğitim hizmetlerini daha düzenli yürütebilmek için Bandırma Hacı Ali Rızâ Efendi Vakfı’nı kurdu. Gece gündüz fakir-fukarâ ve talebe hizmetlerine devam eden, hiç yorulmadan ve bıkmadan büyük bir şevkle sohbetler yaparak halkı irşada ömrünü adayan bu gönül eri, 5 Haziran 2017 tarihinde Hakk’a irtihal etti.

6 Haziran günü Bandırma Haydar Çavuş Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra Edincik Mezarlığı’ndaki ebedî istirâhatgâhına emanet edildi.

Sevenlerinin uzak yakın her yerden akın ettiği cenâzesinde kendisini tanımayan iki polis memurunun arasında geçen şu konuşma ne güzel bir hüsn-i şahâdettir. Bir memur soruyor:

“‒Kimdir bu vefat eden şahıs?”

“‒Halıcı Nazım Yüzbaşı…”

“‒Yahu bu zat, halı satmamış, insan yetiştirmiş, gönül kazanmış!..”

Onu defnettiğimiz gün;

Babamın Isparta’da tanıştığı zatın; «‒Kim uyur, kim uyanık?» suali aklıma geldi ve kendi kendime dedim ki:

“‒Kim ölü, kim diri?”

Cenâb-ı Hak, son nefes vaktimiz gelip de bedenen ölsek bile gönül ve mânâ itibarıyla diri kalanlardan eylesin!

Cenâb-ı Hak, rahmetiyle muâmele eylesin. Bizlere ve bütün nesline de ona sadaka-i câriye hükmünde hayırlı evlâtlar olabilmeyi ihsan buyursun. Sevenlerine ve yakınlarına sabr-ı cemîl nasip eylesin. Yolundan gidebilmeyi müyesser kılsın.

Âmîn…

Rûhu için bir Fâtiha-i şerîfe, üç İhlâs-ı şerif…