Canlı Bedene Ameliyat Yaptırmam!

Handenur YÜKSEL

“Bir karış dahî olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil milletime aittir. Milletim bu toprakları kanlarını dökerek kazanmış ve yine kanlarıyla mahsuldâr kılmıştır.”

Sultan II. Abdülhamid, 21 Eylül 1842’de doğdu. Babası Sultan Abdülmecid’dir. Annesini 11 yaşında kaybeden sultan, zeki, fakat fikir ve kanaatlerini dışa vurmayan bir karaktere sahipti. 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyeti ilân etti. 33 yıllık hükümdarlığı sonunda, (26 Nisan 1909’da) içinde Avrupa devletlerinin parmağı olan bir ihtilâlle tahttan indirilerek Selanik’te bulunan Alâtini Köşkü’ne hapsedildi. Balkanlar’ın işgali üzerine, İstanbul’a getirilerek Beylerbeyi Sarayı’na alınan Sultan II. Abdülhamid, 10. 02. 1918’de vefat etti. Dîvanyolu’ndaki II. Mahmud türbesine defnolunan hükümdar; dindar, vatansever ve hayırseverdi; izzet, vakar, haysiyet ve namus sahibi bir hükümdardı.

Arz-ı Mev’ud (vaadedilen topraklar) üzerinde devlet kurma çalışmalarına başlayan Yahudiler, Theodor Herzl başkanlığında bir heyetle padişaha müracaat ederek, kendilerine Filistin’de toprak verilmesini istediler; bunun karşılığında sultana çok büyük tekliflerde bulundular. Osmanlı’nın bütün borçlarını ödemeyi dahî taahhüt ettiler.

Sağ kaldığı müddetçe, Filistin’de bir Yahudi Devleti’nin kurulmasına asla müsaade etmeyeceğini belirten Sultan II. Abdülhamid, Herzl’e şu tarihî cevabı verdi:

“Bir karış dahî olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil milletime aittir. Milletim bu toprakları kanlarını dökerek kazanmış ve yine kanlarıyla mahsuldâr kılmıştır. Ben, canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına asla müsaade edemem!”

İHÂNET EDENLERDEN OLMA!

Tıp tarihçisi, kütüphaneci, arşivci, koleksiyoncu, süsleme sanatçısı, minyatürcü, hattat, müzehhip, kısacası hezârfen bir ilim adamı olan Prof. Dr. Süheyl ÜNVER, bundan 20 sene önce, 14 Şubat 1986’da İstanbul’da vefat etti. Kültür hayatımıza sayısız hizmetleri bulunan Prof. Dr. Ünver, Türk Tıp Tarihi Kurumu’nda 38 yıl genel sekreterlik ve başkanlık yaptı.

Prof. Dr. Muhittin SERİN’in, Hocası Kemal BATANAY’dan yazı meşk ettiği günlerden biriydi. Meşkten sonra ziyaret ettiği Üstad Süheyl ÜNVER, kendisine şöyle nasihatte bulundu:

“Oğlum, geçmişte üstadlara en büyük ihâneti kim yapmıştır, biliyor musun? Ders ve feyiz aldıkları hocalarının hayatları, sanatları, iç dünyaları ve çalışma tarzları hakkında hiçbir bilgi nakletmeyen talebeleri… Sen hocasına ihânet edenlerden olma! Hocanın karşısında eli-kolu bağlı oturmak edep değildir. Boş durma, bir nefesini bile boş geçirme. Talebelerinin ihmali yüzünden pek çok sanatkârın hayatı hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz, unutulup gitmişlerdir.”

Hocası Kemal BATANAY’la ilgili hacimli bir eser kaleme alan Muhittin SERİN, bu kıymetli eserinin ardından şu ifadeleri kullandı:

“Süheyl ÜNVER’in hayatıma yön veren îkazları ve o günden itibaren başlayan gözlemlerimi yazma alışkanlığı Kemal BATANAY Hoca’mla ilgili eserin ortaya çıkmasına zemin hazırladı.”

BUNLARI ALDIĞIN YERE VER!

Âlim ve şair Pir Mehmed Azmi Efendi İstanbul’da doğdu. Defterdar Pir Ahmed Çelebi’nin oğludur. Rusçuk, İstanbul ve Edirne Dâru’l-Hadis’lerinde müderrislik yapan ünlü âlim, bir dönem Kıbrıs Adası’nın teftişiyle de görevlendirildi. Son zamanlarında şehzade III. Mehmed’in hocalığına tayin edilen Azmi Efendi, 1582’de (muhtemelen Şubat’ta) vefat ederek Eyüp Sultan Mezarlığı’na defnedildi.

Hüseyin Vâiz’in «Ahlâk-i Muhsinî» isimli eserini, birçok ilavelerde bulunmak sûretiyle Türkçeye çeviren Azmi Efendi’nin bu çalışması, telif sayılabilecek kadar önemlidir.

Sultan III. Murad, şehzadesi Mehmed’e iki haraç defteri verir. O devirde, bu defterlere sahip olabilmek büyük bir lütuftur; zira bunların karşılığında devlet hazinesinden istenildiği kadar para çekilebilmektedir. Sultan, oğlu Mehmed’e, bu defterleri hocası Azmi Efendi’ye vermesini söyleyerek şöyle dedi:

“Hocana söyle, ihtiyacına sarf etsin!”

Şehzade Mehmed, babasının iradesini yerine getirerek, defterleri hocasının önüne koyunca, Azmi Efendi sordu:

“–Şehzadem bunlar ne ola?”

“–Haraç defterleridir hocam, sizin için gönderildi.”

Azmi Efendi müteessir oldu; defterleri şehzadeye iade ederken şunları söyledi:

“–Elhamdülillah, ne ahvâlimiz var ise, lütf-i Hüdâ’dır. Bu iltifatlara rızâmız yoktur. Var bunları aldığın yere ver!”

Ayrıca talebesine, gerçek ilim adamının örnek şahsiyetini şu şiirle özetler:

Baş eğmeyiz edâniye dünyâ-yı dûn için,
Allâh’adır tevekkülümüz, îtimâdımız.

Biz müttekâ-yı zerküş-i câha dayanmayız,
Hakk’ın kemâl-i lütfunadır istinâdımız.

Minnet Hüdâ’ya, devlet-i dünyâ fenâ bulur,
Bâkî kalır sahîfe-i âlemde âdımız.

“Biz, dünyanın basit ihtiyaçları için, edna insanlara baş eğmeyiz. Bizim güven ve dayanağımız Allâh’adır.

Biz, gelip geçici mutlulukların zayıf desteğine dayanmayız; itimadımız, Allâh’ın varlığımıza yönelmiş noksansız iyilikleridir.

Minnet Allâh’a ki; dünya devleti, ömürler gibi sönüp gider. Bizim adımız ise, hayat sahifelerinde sonsuza kadar kalır.”

MAHZUN ETMEMEK İÇİN GELDİM!

Hattat Hacı Ârif Efendi 1830’da Filibe’de doğdu. Hâfız İsmail Efendi’den sülüs ve nesih öğrenerek icazet aldı. 93 Harbi sırasında İstanbul’a göçtü. Saraçhanebaşı’nda bir bakkal dükkânı açarak, uzunca bir süre ticaretle uğraştı. Maarif mekteplerinde ve Nuruosmaniye Camii avlusundaki meşkhanede 1899’a kadar hocalık yaparak pek çok talebe yetiştirdi. Hacı Ârif Efendi 1909’da İstanbul’da vefat etti.

Ârif Efendi, çok şiddetli bir kış günü, hem yolların karla kaplı olması, hem de hastalığı sebebiyle meşkhaneye gitmekte tereddüt etti. Fakat, bu zor şartlara rağmen, hiç kimse gelmese bile, Aziz (Hattat Aziz Efendi, 1872-1934) gelir düşüncesiyle dershaneye gitti. Talebesinin boynu bükük kendisini beklemekte olduğunu görünce şöyle dedi:

“–Evlâdım, bugün ders gösteremeyecek kadar rahatsızım, fakat seni mahzun etmemek için geldim.”

İşte ruh ve sanatta kemâle varmanın yolu budur: Çocuğun rûhundaki tertemiz sanat aşkı ve hocanın ferâgatle, karşılık beklemeden verdiği hizmet.