KAYBEDENİ OLMAYAN YARIŞ

YAZAR : Hadi ÖNAL hadional23@gmail.com

1

Yarış dendi mi aklımıza rakip ya da rakipler gelir. Öyle ya hangi kulvarda olursa olsun, ipi göğüslemek için mutlaka birilerini geçmek gerekir. Ebeveynlerimizin, arkadaşlarımızın, taraftarlarımızın övgü dolu sözlerini veya alkışlarını hak etmek için koşarız habire. İster ferdî isterse grup hâlinde olsun her yarışmanın bedeli olduğu gibi bir de ödülü vardır. Ancak ödülden çok, rakiplerimizi geçmenin hazzı heyecanlandırır bizi. Ardımızda bıraktıklarımızın çokluğu, övünmemizin derecesini artırır. Hele de ipi ilk sıralarda göğüslemişsek;

“Dile kolay” deriz “şu kadar insanın katıldığı bir imtihandı. Kolay mı o kadar kişiyi ardında bırakarak dereceye girmek?!.” yahut “Kaptan, düdüğü çalınca bir koşu başladı ki sormayın; zaman ilerledikçe önümde olanların sayıları da azalıyordu. Son bir hamle ile ha gayret dedim kendi kendime…”

İnsanın fıtratında var olan başkalarını geçme duygusunu dolu dolu yaşayanların yanı sıra bu duyguyu tadamayanlar çoğunluktadır elbette. Kaybedenlerin çokluğu, o çoklukta yer alanların buruklukları üzerinde durulmaz çoğu zaman. Kaybedenler; istediklerini elde edememenin verdiği hayal kırıklığını, bir başka yarışa daha çok hırslanmış, daha da bilenmiş olarak saklarlar. Yahut;

“Yapamıyorum, beceremiyorum, yokum ben bu işte!” der, der de çekilirler kabuklarına. Öyle de yarışlar hep bu minval üzere midir? Yani mutlaka birilerinin kazandığı, çoğunluğun kaybettiği yarışlar mı vardır bu dünyada? Hayır, bu dünyada kaybedeni olmayan yarışlar da vardır. «O nasıl öyle?» demeyin. Yine rakiplerimiz olacak. Yine başkalarını geçmenin verdiği hazzı tadacağız. Yine ödül alacağız yarışın sonunda; ancak kaybetme riskimiz olmayacak, hep kazanacağız. Öylesine bir yarış ki bu, hem biz mutlu olacağız hem de çevremizdeki insanları mutlu edeceğiz. Sonra bir dalda değil birçok dalda aynı zaman diliminde yarışma imkânımız olacak. Kaldı ki bir veya pek çok dalda katılacağımız bu yarışmalarda kazanma duygusunu da en yüksek derecede tadacağız. Bizlere ve bizim dışımızdakilere mutluluk kapılarını açan bu yarışların sonunda verilecek ödüle gelince; öylesine büyük, öylesine muhteşem ki…

Peki, nasıl bir yarış bu? Adı ne? Hangi dallarda yapılmaktadır? «Ödül» diyorsun da nedir ödülü? Durun, durun biliyorum; yarışmanın adı dahî her zaman heyecan verir insana. Onun için tek tek anlatacağım.

Bu yarış, insanın yaratılış gayesine koşması; kısaca insanın, insan olma yarışıdır. Kur’ân medeniyetinin ışık huzmeleri altında gerçekleşecek olan bu yarışın dallarına gelince; o kadar çok dalı var ki hangi birini sayayım?

Selâmda yarışmak, sevgide yarışmak; şefkat ve merhamette yarışmak, tevâzu ve alçak gönüllülükte yarışmak… Kin ve öfkeyi kalplerden atmak için yarışmak; sabırda yarışmak, şükürde yarışmak… Dostlukta, arkadaşlıkta, yârenlikte yarışmak; iyilikte, güzellikte yarışmak; hayır ve hasenatta yarışmak… Sâlih amellerde, güzel sözlerde yarışmak… Duâda, duâlarda yarışmak… Görüyorsunuz ya hayatlarını Allâh’ın rızâsını kazanmak için adayanlara o kadar çok yarışma çeşidi var ki.

Gelin isterseniz kısacık da olsa tanımaya çalışalım bu yarış türlerinden bazılarını. Biliyoruz ki sevgi, Allâh’ın insan kalbine yerleştirdiği bir güzel duygudur. Bu duygunun en yücesi de, şüphesiz Allah sevgidir. İnsan; yaratanını sevince, O’nun yarattıklarını da sever. Yaratılanı sevme; beraberinde şefkati, merhameti, fedâkârlığı getirir. Bu duygu insana, Yûnus gibi;

Ben gelmedim davi için,
Benim işim sevi için,
Dostum evi gönüllerdir;
Gönüller yapmaya geldim.

dedirir. Bu duygu, insanın yüreğini; şefkat, merhamet ve fedâkârlıklarla bezeyerek gönül avına çıkarır. Bu kulvarda yarışanlara ne mutlu!

Kibir ve gösteriş, insanı arzu ve tutkularının kurbanı yapar. Dünyada olduğu kadar âhirette de insana sıkıntı ve azap veren kibir ve gösteriş illetinden kurtulmanın yegâne yolu tevâzû ve alçak gönüllüktür. Kişi, nefsini Hakk’ın huzûrunda kulluk mevkiine koyuyor ve hemcinslerine karşı kibri ve gururu ayaklarının altına alıyorsa tevâzû ve alçak gönüllülük yarışını kazanmış demektir.

Mükemmel sûrette yaratılan insanın düşmanlarının çokluğunu hepimiz biliriz. Bunların başında da kin, haset ve öfke gelir. Kin, haset ve öfke yanlarına kendileri gibi çirkin yüzlü; yalanı, riyâyı, fitne ve bozgunculuğu da alarak insanı lânetlenmiş zillet çukuruna sürüklemek için durmaksızın didikler ve çekerler. İnsanın bu sevimsiz ve seviyesiz düşmanlarına karşı kalbini, aklını, mantığını ve bilgisini üst seviyede kullanarak bir büyük savaşa girmesi şarttır. Salt kendisini değil çevresindekileri de bu belâlılardan korumak ve muhafaza etmek için sürekli mücadele etmesi gerekir. Hem ruh hem de beden sağlığı için yapılan bu savaş yarışında, ipi göğüsleyenin kazanacağı mükâfatı ifade etmeme bilmem gerek var mı?

İslâm’ın yüceliğini tebliğ, görevlerimizin başında gelir. Bu tebliği yaparken güzel ahlâkın dışa yansıması olan söz ve davranışlarımızın etkisi tartışılmaz. O yüzden söz ve davranışlarımızı mükemmelleştirmek için de yarışmalıyız. Bu yarışta;

“Kullarıma de ki: Sözün en güzel olanını söylesinler.” (el-İsrâ, 53) âyeti rehberimiz olmalıdır.

Elbette ki bütün bu yarışmalarda başarıya ulaşmak, güç ve kuvvet ister. İşte o güç ve kuvvet de sabırdır. Cenâb-ı Hak, Âl-i İmrân Sûresi 200. âyetinde;

“Ey îmân edenler! Sabredin ve sabırda yarışın, nöbetleşin, her zaman hazır olun. Allah’tan korkun. Umulur ki kurtulursunuz.” buyurmaktadır. Sabır ve kararlılıkla olumsuzlukların üzerine yürüyen insana Allah yardım eder. Sabretmek ve sabırda yarışmak Kur’ân ahlâkı ile bezeli insanların vazgeçilmezidir.

Dostlukta, arkadaşlıkta, yârenlikte yarışmak; insanı yalnızlıktan korur. Hayır ve hasenatta yarışmak ise belâ ve kötülüklerden muhafaza eder.

Ebedî hayata; «Merhaba!» dediğimizde ardımızdan duâ ve sevapların eksilmemesi için bu dünyada yapacağımız hayır ve hasenatlar vardır. Peygamberimiz, Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem;

“İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer; ancak şu üç şey bundan müstesnâdır; Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine duâ eden hayırlı evlât.” (Müslim, Vasiyyet, 14. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Vasâyâ, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36; Nesâî, Vasâyâ, 8) buyurmuştur. İşte, amel defterlerimizi açık tutacak bu üç güzellik için; bu dünyada yarışmak her hâlükârda mükâfatlarımızın devamlı kılınmasını sağlayacaktır.

Allâh’ın bize bahşettiği hayat nimetini değerlendirmek, verilen mahdut zaman diliminde amel defterlerimizi hayırlarla doldurmak için, bir günümüzü diğer bir günümüzle müsâvî etmemeli, sürekli yarış içerisinde olmalıyız. Hem nefsimizle hem hemcinslerimizle…

Yukarıda sıraladığımız yarışlarda olduğu gibi ibâdet, itikat, tâat; fikir, zikir, hamd, şükür yarışlarının kaybedeni yoktur. Ödüllere gelince; Allah sevgisi, hoşnutluğu ve rahmetidir. Böylesi büyük ödülle birlikte dünya nimetlerinin hiçbiri ile mukayesesi mümkün olmayan;

“Sabrettiğiniz için size selâm olsun. Âhiret yurdu ne güzeldir!” (er-Ra‘d, 24) âyet-i kerîmesi ile ifade edilen ebedî mekân, cennettir.

Ne mutlu, selâmlarla kaynaşıp duâlarda yarışanlara…

Ne mutlu kaybedeni olmayan güzellikteki yarışlardan yüzü ak, gönlü pak olarak çıkanlara.