MASKELERİ DÜŞÜNCE

Ömer Sâmi HIDIR samihidir@gmail.com

Yapılan bir araştırmaya göre yurt dışında eğitim için ilk tercih edilen ülkeler Amerika ve İngiltere imiş. Tabiî bu bilgi şimdilerde tarih olmak üzere. Çünkü yaldızlı boyaları ve sahte parıltıları yıkayıp, batının gerçek yüzünü ayan beyan ortaya koyan ilâhî bir yağmur yağmakta.

Batının dünyaya gösterdiği yüzü ile gerçek yüzünün aynı olmadığını zaten biliyorduk, daha önce de bu ikiyüzlülüğü görmüştük. Meselâ Haçlı ordularının yaptığı zulümlerde, sömürge elde edebilmek için yaptığı bin bir zulümde, Birinci ve İkinci Dünya Harplerinde görmüştük. Ancak biraz unutmuştuk. Gençler ülkemizin kıymetini tam olarak idrak etmemişlerdi.

Tarihe geçen bu manzaraları hatırlayalım:

ZAMÂNE KORSANLIĞI

Avrupa Birliği birbirine sıkı bağlarla bağlı bir birlik. Ancak ne oldu ise bu birliğe üye olan Çekya, yine birlik üyesi İtalya’nın yüz on bin maskesine el koydu.

İtalya ise buna kızdığı hâlde, Tunus’a tıbbî alkol taşıyan gemiyi gasp etti. Tunus Ticaret Bakanı;

“Bütün Avrupa ülkeleri virüs korkusundan birbirinden tıbbî ekipman çalıyor.” dedi.

Fransa aynı yolda yürüdüğü İspanya ve İtalya’nın sipariş verdiği yüz binlerce maskeyi gasp etti. İspanyol ve İtalyanların feryâdı üzerine hırsız devlet, maskelerin yarısını göndermek zorunda kaldı.

Fakat Fransa da Çin’den sipariş verdiği maskeleri alamadı. Çünkü maskeler Çin’deki havalimanında, üç kat nakit para veren Amerikalılar tarafından alıkonuldu.

Berlin İç İşleri Senatörü bu hâdiseyi; «modern korsanlık» olarak niteledi fakat ne fayda!

Almanya, İsviçre’ye gidecek olan 240 bin maskenin ihracatını durdurup ürünlere el koydu.

Almanya’nın satın aldığı 6 milyon maske ise -nakliye esnasında- aktarma istasyonu olan Kenya’da iken buhar oldu! Bunun üzerine sağlık alanındaki bütün satın almalar «uluslararası korsanlık» sebebi ile savunma bakanlığına devredildi. Bu hâdise, bir hırsızın başka bir hırsız tarafından soyulması şeklinde tarihe geçti.

Tabiî kimse kimseyi şikâyet de edemedi çünkü bu zamanda şikâyet etmek, aynı zamanda kendi suçunu itiraf etmek anlamına gelmekte idi.

Benzer tablolar Amerika ve Kanada arasında da cereyan etti. Kimin gücü kime yeterse!

Hattâ Amerika’nın kendi eyâletleri arasında bile bu soygun ve gasp vakaları görüldü.

Tam da Mehmed Âkif’in söylediği gibi:

Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!

HUZUREVLERİNDEKİ DRAM

Kanada’nın Montreal kentindeki bir huzurevinde, salgından sonra bakıcıların huzurevini terk etmesi sebebiyle 31 kişinin hayatını kaybettiği ortaya çıktı. Fakat beklenenin tersine buradaki vefatların sadece beşi virüs kaynaklı! Geri kalan 26 kişi, bakıcı ve hemşirelerin virüs kapmaktan korkup huzurevini terk etmelerinden dolayı meydana geldi. Yaşlıların günlerce yemek yemediği, su bile içemediği, ihtiyaç göremedikleri için yataklarının kirlendiği ve birçoğunun yatağından düştükten sonra günlerce beton zeminde yardım beklediği ortaya çıktı. İşte çok sevimli gösterilen batının gerçek yüzü!

İngiltere’deki huzurevlerinde ise yakınlarını kaybedenler; sevdiklerinin ölüme terk edildiğini, virüs için test yapılmadığını, hastahânelerden ambulâns gönderilmediğini ve hattâ doktorların bile ziyarete gitmediğini savunuyor.

Amerika’da ise maddî kayıplar öne sürülerek, yaşlıların hâli görmezden geliniyor. Bir eyâletin vali yardımcısı, ekonominin durduğunu ve bu durumu tersine çevirmek için sağlık tedbirlerini bırakarak çalışma hayatına geri dönmeyi teklif etti. Ülkeyi ayakta tutmanın bedeli olarak ise, en yüksek risk grubundaki 70 yaş üzeri insanların kendi başlarının çaresine bakması gerektiğini savundu.

İspanya’da; salgının başlangıcından bu yana, huzurevlerinde yaklaşık 14 bin kişi hayatını kaybetti.

İtalya ve Avusturya’da huzurevlerinde yapılan ihmaller sebebi ile yetkililer hakkında soruşturma başlatılması, merhametsizliğin nelere sebep olduğunu gözler önüne serdi.

SİLÂH SATIŞLARI PATLADI

İslâm medeniyetinde zarar vermek yoktur. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zulmetmekten ve zulme uğramaktan Allâh’a sığınmıştır. Batı medeniyetinde ise sığınılacak ilâhî kudret zihinlerde oturmadığı için; üstesinden gelinemeyecek hususlarda tevekkül etmek yerine tedirginlik deryâsında ne yapacağını bilmez hâlde çırpınır durur. Acziyetini idrak etmeyen insan, türlü musîbetlere dûçar olur. Bu salgın da bunun misalleri ile dolu.

Yapılan araştırmalara göre son zamanlarda, Amerika’daki silâh satışları çok yüksek miktarlara ulaşmakta. İnsanlar muhtemel bir kargaşada kendilerini korumak için silâh almaya yönelmekte. Bir silâh mağazası sahibi; «Satışlar yüzde 800 civarında arttı, stoklar tükenmek üzere…» derken, bir başkasının; «İnsanlar tuvalet kağıdı alır gibi silâh ve cephane almaya çalışıyorlar!..» ifadesi durumun vehâmetini gözler önüne sermekte. İnsanların en çok evlerini korumak için silâh aldığı belirtilirken; onları, dükkânlarının yağmalanmasından korkan tüccarların izlediği ifade edilmekte. Daha önce de birçok felâkette yağma vakalarının yaşandığı Amerika’da; salgının sebep olduğu panik havası, had safhaya ulaşmış durumda. Bugüne kadar hiç silâh almamış kişilerin bile silâh aldığı bildirilmekte. Güven ortamının ne kadar büyük bir nimet olduğu, hattâ maddî zenginliklerden bile çok daha ehemmiyetli olduğu bir kez daha anlaşılmakta.

Batının gerçek yüzünün ne kadar acımasız ve tehlikeli olduğunu canlı olarak gören bir zümre de oraya okumak için giden talebelerimizdi. Onlar Türkiye’ye döndüler. Birçok ülkeden dönen talebelerin oradaki sağlık yetkililerinden duydukları;

“–Sizi tedavi edemeyiz, evinizde kalın!” ifadeleri karşısında;

“–Türkiye gibi bir vatanımız olduğu için şükrettik. Burada hastahâneler ücretsiz, oysa o modern ülkelerde para bile verseniz tedavi imkânı yok! Bir maske için 30 dolar vermeyi kabul ediyorsunuz fakat satın alamıyorsunuz.” şeklindeki ifadeleri şüphesiz tarih sayfalarında yerini aldı.

Şanlı tarihimiz, yardıma muhtaç devletlere yaptığımız yardımlarla doludur. Bu dönemde de tarihe geçen faaliyetler oldu. 1845 yılında İrlanda’da yaşanan Büyük Kıtlık felâketi zamanında Osmanlı Devleti’nin İrlandalılara yardım ettiğini hatırlayan İngilizler, onların torunlarından yine iyilik ve yardım gördüklerini itiraf etmek zorunda kaldılar.

Ne mutlu elindeki nimetlerin kıymetini bilip, ecdâdı gibi hayırlı bir kul olabilenlere…