TAVRIMIZ NASIL OLMALI?

Yunus Sami EŞMELİ yunussamiesmeli@hotmail.com

Tarih boyunca insanlık, gerek iyi gerek kötü birçok mühim hâdiseye defalarca şahitlik etmiştir.

Savaşlar, göçler, keşifler, îcatlar, fetihler ve ihtilâller… Bir de dünya üzerinde dönem dönem sürekli gündeme gelen salgınlar…

Adları, çeşitleri, tarihleri, faydaları/zararları farklı olsa da hepsi ortak bir özelliğe sahip. Şöyle ki, hepsinin de meydana gelmesiyle insanların günlük hayatlarındaki düzenlerinde çeşitli değişiklikler gerçekleşmiş. İntibak etmek zorunda kaldıkları yeni durumlar ortaya çıkmış.

Aynı şu günlerde bütün dünyanın yaşadığı, ülkemizin de bütün imkânlarıyla mücadele ettiği salgın hastalık sürecinde olduğu gibi…

Zira toplum olarak gerek eğitim hayatında gerek ticârî hayatta gerek sosyal hayatta gerek iş hayatında bunun tesirlerine hep birlikte şahit olduk, oluyoruz. Bunlardan ötürü ferdî günlük hayatlarımızda da birçok değişiklik ve yeni vaziyetle muhatap kaldık, kalıyoruz.

Bunların en mühimlerinden biri ise hiç şüphesiz ki evlerimizden dışarı çıkamamamız. Çünkü bu mecburiyetten ötürü niceleri işlerine gidemez oldular. Nice iş yerleri kapanacak vaziyete düştü. Bir kesim vatandaşlarımız ücretsiz izne çıkarıldı. Kiralarını ödeyemeyenlerin, kenarda parası olmayanların ve evinde erzak sıkıntısı çekenlerin ne yazık ki sayısı arttı.

Öte yandan bütün gününü; işte, dışarıda, okulda, derneklerde vs. geçirmeye alışmış niceleri de evlerinden çıkamamakla birlikte ne yapacaklarını bilemez bir hâle büründüler.

Aslında bu vaziyetlerin gelişmesi, böyle istisnâî ve mühim hâdiselerin gerçekleştiği durumlarda kaçınılmaz bir gerçek. Ancak önemli olan şu ki, bu gibi durumlar karşısında bizler nasıl tavırlar sergiliyoruz?

Çeşitli maddî destek paketlerinin ihtiyaç olarak görüldüğü ve verildiği bir dönemdeyiz.

Böylesi bir vakitte sadece kendimizi düşünmek ne kadar doğru bir tavır olur? Ya da kendi hânemizi garantiye aldığımıza emin olduktan sonra, başkalarına karşı vurdumduymaz olmak? Peki ya zor zamanlar için evimize her türlü ihtiyaç olabilecek gıdâyı stoklayıp karşı komşumuzun durumunu bile sormamak? Bütün bunlarla birlikte fakir düşme ve aç kalma korkusuna bürünerek; bencilce, sadece kendimizi dert edinmek, ne derece doğru?

Ayrıca bu süreç bütün vakitlerimizi evlerimizde geçirme mecburiyeti de getirdi. Peki, bütün vakitlerimizi televizyonun karşısında geçirmek ne kadar faydalı ve doğru bir tavır olur? Ya da sosyal medyada saatlerimizi tüketmek bize ne kazandırır? Bir diziden başka bir diziye, falan filmden öteki filme durmadan bir şeyler izlemek; vakti değerlendirmek adına ne kadar isabetli? Akşama kadar elde telefon oyun oynamak ne gibi bir donanım kazandırır? Çeşitli internet ortamlarına üyelikler alıp, evde kaldığımız bu süreci o üyeliklerle geçirmek ve bunu çevremize de tavsiye etmek doğru mudur?

Bütün bunlar ne kazandırır bize?

Hiçbir şey.

Aksine kaybettirir. Çünkü bu salgın Allâh’ın izniyle bitecek. Bu süreç de salgının bitmesiyle nihayet bulacak. Biz de geri dönüp bakacağız. İşte o zaman; böylesi tavırlarla ne kadar süre geçmişse o kadar kaybedilmiş zamana ve değerlendirilmemiş imkâna nedâmet getirmek durumunda kalırız.

Peki gelişen yeni şartlar, vaziyetler karşısında tavrımız nasıl olmalı?

Öncelikle şu âyet-i kerîmeyi asla unutmamalıyız:

“Şeytan sizi fakirlikle korkutarak cimriliği ve hayâsızlığı emreder;

Allah ise size kendi katından mağfiret ve bol nimet va‘dediyor.

Şüphesiz Allah; lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (el-Bakara, 268)

Bu noktada Hasan-ı Basrî Hazretleri’nin ifadeleri de câlib-i dikkat:

“Kur’ân’ın tamamını okudum. Doksan yerde Allâh’ın rızka kefil olduğunu sadece bir yerde ise şeytanın insanı fakirlikle korkutacağını gördüm. Ancak insanın Rabbinin doksan yerdeki va‘dini unutup, şeytanın sadece bir yerdeki yalanına kandığını da gördüm.”

Dolayısıyla;

Şeytanın yalanına kanıp fakir düşme ve aç kalma korkusuyla cimri bir tavır takınmak yerine, er-Rezzak sıfatına sahip yüce Rabbimiz’in va‘di ve sonsuz nimetleri olduğunu asla unutmayıp bu istikamette cömert ve paylaşmacı bir tutum sergilemeliyiz. Rabbimiz’in;

“…Altın ve gümüş biriktirip Allah yolunda infâk etmeyenleri, elem veren bir azapla müjdele!” (et-Tevbe, 34)

Îkazını hatırlamalı ve;

“Size ne oluyor da Allah yolunda infâk etmiyorsunuz?..” (el-Hadîd, 10) suâlinin muhatabı olmamak için bilhassa şu içerisinden geçtiğimiz zor süreçte infak hassâsiyetimizi artırmalıyız.

Her birimiz imkânımız nispetinde ailemize, akrabalarımıza, dostlarımıza ve din kardeşlerimize yardımcı olmalıyız. Ulaşabildiğimiz noktada gücümüzün yettiği her imkânı kullanmalıyız.

Yakınlarımızı gözetmeli, komşularımızın hâlini sormalı, ihtiyaç sahiplerinin farkında olmalıyız.

Gıdâ alışverişlerimiz dışında ekstra fazla giderimiz olmuyor. Normal zamanlarda yakıt için ayrılan, dışarılarda harcanan, AVM’lerde tüketilen miktarları, bu süreçte infâk edebilmek adına fırsat olarak görmeliyiz.

Etrafımızda işine gücüne gidemediğini bildiğimiz niceleri var. Evlerine erzaklar hazırlamalı ve ikrâm etmeliyiz. Bu sayede cömertlik ve merhamet duygumuzu da geliştirmiş oluruz. Maddî gücümüz yoksa bile vesile olmayı dert edinmeliyiz. Veya;

“Yarım hurma ile de olsa, cehennemden korunmaya bakın!” (Buhârî, Edeb, 34) hadîs-i şerîfini düstur edinerek imkân nisbetinde her türlü paylaşmaya açık olmalıyız.

Öte yandan;

“İki nimet vardır ki, insanların çoğu (onları değerlendirme hususunda) aldanmıştır:

Sağlık ve boş vakit.” (Buhârî, Rikāk, 1) hadîs-i şerîfinden de ders çıkarmalıyız. Sağlığımız adına evden çıkmamalı ve bu süre zarfında oluşan boş vakitleri değerlendirmeliyiz.

Kazâ namazlarımız varsa onları kılabilmek adına bu süreci kâr olarak görmeliyiz.

Evde çocuklarımıza sohbetler yaparak, güzel kıssalar anlatarak, birlikte verimli vakitler düzenleyerek, onlarla iş yoğunluğumuzdan dolayı hiç geçiremediğimiz kadar vakit geçirerek; bu süreci bir fırsata çevirmeliyiz.

Kur’ân-ı Kerim okuyarak, meâline ve tefsirine bakarak, Allah Teâlâ’nın emirlerini hiç vakit bulamadığımız kadar okuyup anlamaya çalışarak; bu zorlu dönemde bilgimizi artırmayı sağlamalıyız.

Yoğun geçen iş hayatlarımızda yapamadığımız kadar gönül âlemimizi derinleştirecek ve zenginleştirecek faaliyetlere yönelmeliyiz.

Hobilerimiz varsa; yazmak, çizmek vs. gibi onlara hiç ayıramadığımız kadar vakit ayırabilme imkânına sahip olduğumuzu benimsemeli ve etrafımıza da bu tarz tavsiyeler vermeliyiz.

Bunlara dikkat etmediğimiz takdirde;

Birtakım problemlerin çıkmasının önünü alamayız ne yazık ki. Çünkü vakti güzel işlerle değerlendirmediğimizde bir boşlukta kalmış oluyoruz. Fiziğin boşluk kabul etmediği gibi biz de, gönüllerimiz de, nefsimiz de herhangi bir boşluk kabul etmiyor. İmam Şâfiî’nin buyurduğu gibi:

“Sen kendini hak ile meşgul etmezsen, bâtıl gelir seni işgal eder.”

Özellikle içinde olduğumuz salgın sürecinde, faydalı meşguliyetlerle doldurmadığımız vakitlerimiz; psikolojik olarak sürekli kendimizi rahatsız ve huzursuz hissetmemize sebep oluyor. Sonrasında da çok karşılaştığımız;

“Dışarı çıkamıyoruz, işe gidemiyoruz, maaşımız acaba ne olacak, paramızı alabilecek miyiz, geçinebilecek miyiz, ne zaman bitecek bu süreç, normale dönebilecek miyiz, bundan sonra artık hayat nasıl olacak?” gibi kaygılar baş gösteriyor. Bunlar da psikolojik gerginlik, anksiyete / kaygı bozukluğu gibi durumlara yol açıyor.

Öte yandan bunlar sadece sağlığımız açısından mı zararlı? Hayır. Çünkü bu sıkıntılar aile ortamlarımıza yansıyabildiğinden dolayı, bir yönüyle evlerimiz için de problem. Zira sürekli gerginliğin olduğu evlerde; huzursuzluk, kavga ve aile fertlerinin birbirlerine sataşmaları kaçınılmaz oluyor.

Yapılan araştırmalarda görülen, bilhassa şu süreçte; ev içi geçimsizlik, kadına şiddet ve boşanmak isteyenlerdeki artış durumu ne yazık ki bu tabloyu destekler mahiyette.

İşte bu yüzden; olması muhtemel bütün sıkıntıların önünü alabilmek için, vakti güzel değerlendirmeliyiz. Hem maddeten hem mânen disiplinli, plânlı ve programlı olmalıyız.

Herkesin evde kapalı kalmasıyla birlikte, evlerimizde gerçekleşmesini hiç istemediğimiz; aile içi gereksiz çekişmelere, sataşmalara ve çocuklara gösterilecek haksız ve mânâsız çatmalara ancak bu şekilde mâni olabiliriz.

Hâsılı;

Bu uymak mecburiyetinde olduğumuz yeni şartları; sadece kendimizi düşünerek, bencil tutumlarla ve ne şekilde olursa olsun şeklindeki uygulamalarla geçirerek katlanılması ve dayanılması gerekli olan bir süreç olarak israf etmemeliyiz. Bilâkis güzel plânlama ve programlamalarla; hep yapmak isteyip vakit bulamadığımız için yapamadığımız, bu sebeple ertelediğimiz hayırlı niyetlerimizi, çalışmalarımızı, infaklarımızı vb. gerçekleştirmeye yönelik bir fırsat olarak değerlendirebilmeliyiz. Kendimize yeni donanımlar katabilmeliyiz. Ailemizle birlikte güzel vakitler geçirebilmeliyiz. Çocuklarımıza faydalı olabilmeliyiz.

Yani;

Tavrımız, hayatın beklenmedik gelişmeleri karşısında bocalayan, boş ve faydasız amellerle ömrümüzü hebâ etmemeli!..

Tavrımız, hayatın önümüze çıkardığı her yeni durumu; faydalı ve dolu dolu geçirebilmeyi, geri dönüp baktığımızda;

«İyi ki…» diye bahsedebilmeyi ve bilhassa Allâh’ın rızâsına muvâfık bir şekilde değerlendirebilmeyi sağlamalı!..

Bu noktada, gelişen yeni vaziyetlerle de birlikte kendimize soralım:

Bizim tavrımız nasıl?