SAÂDET REHBERİMİZ…

H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com

Safvân bin Assâl -radıyallâhu anh-’ın yanına Zirr bin Hubeyş isimli bir kimse geldi. Mestler üzerine mesh etme hususunda soru sormak için geldiğini söyledi.

Rasûlullâh’ın sahâbîsi Safvân -radıyallâhu anh-; onun sırf ilimden bir konu öğrenmek için geldiğini öğrenince, zamanında Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den duyduğu şu müjdeyi verdi:

“Melekler; ilim öğrenenlerden hoşlandıkları için, onlara kanat gererler.” (Tirmizî, Deavât, 98) Ardından da mevzuyla alâkalı hükmü açıkladı.

İslâm dîni, düşmanlarının dahî îtiraf ettikleri gibi; «ilim dîni»dir. Yukarıda geçen hadîs-i şeriften de anlayabileceğimiz gibi, ashâb-ı kiram; ilim öğrenmek deyince, asıl, Allâh’a nasıl sahih ve en güzel bir şekilde kulluk edeceklerine dair ilimleri öğrenmeyi anlıyorlardı. Yalnız din ilimlerinde derinleşen meşhur âlimler değil; sahâbeden, tâbiînden herhangi bir kimse dahî, dînimiz hususunda ilim öğrenmekte çok gayretliydi.

Peygamber Efendimiz’in yetiştirdiği ilk nesil, âhiret selâmeti için Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-’a tâbî olmanın şart olduğunu çok iyi anlamışlardı. O’nun sünnet-i seniyyesinin, İslâm’ın en güzel yaşanma şekli olduğuna şüpheleri yoktu. Bunun için sahâbeler; Allâh’ın bize «üsve-i hasene» olarak gönderdiği Rasûl-i Ekrem’in hadis ve sünnetlerini, daha iyi bilen fakih sahâbelerinden sorup öğreniyorlardı.

Din ilimleri denilince de akla evvelâ Kitap ve Sünnet gelir. Bu iki temel kaynağımız, iki ayrı isimle anılsalar da birbiriyle iç içedir. Çünkü Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in sünnet-i seniyyesi; Kur’ân-ı Kerîm’in bir tefsiri ve tatbiki olarak, onun lâfızlarının doğru şekilde anlaşılıp uygulanmasında ilk başvuru kaynağıdır.

Biraz düşünecek olursak; bize uyulacak bir rehber göndermiş olmasının, Allâh’ın rahmetinin büyük bir tecellîsi olduğunu görürüz. Şu kısa ömrümüzde; tereddütler içinde bocalamakla, deneme yanılmalarla zaman kaybetmek ve hatalara düşmekle ziyana uğramayalım diye, Rabbimiz bize hemen tatbik etmeye hazır bilgiler vermiştir.

Hepimizin bildiği gibi, Allah -Zülcelâl- bir âyet-i kerîmede şöyle buyuruyor:

“Andolsun ki, sizin için; Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı ümit eden ve Allâh’ı çokça anan kimseler için, Rasûlullah’ta güzel bir örnek vardır.” (el-Ahzâb, 21)

Bir insanın şu fânî dünya hayatındaki gayesi, eğer Allâh’ın rızâsını ve âhireti kazanmak ise; elbette bu hususta uyacağı rehber ve örnek, ancak Allâh’ın Rasûlü olabilir.

«Allâh’ın Rasûlü» ifadesi üzerinde şöyle bir durup düşünelim. Herhangi bir kişi bile, kendisine bir iş için elçi veya vekil seçecek olsa, seçtiği kişiye dikkat eder. Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri alelâde bir kimseyi elçisi olarak seçer mi?

Üstelik kullarına karşı engin merhamet ve her işinde çok hikmet sahibi olan Allah -Zülcelâl-; gönderdiği O rehberi, bize geriye dönüşü olmayan bir yolculukta, ebedî bir hayatta kurtuluş vesilesi olarak göndermiştir. Dünyada bize çok lütuf ve ikramda bulunan Rabbimiz; âhirette de sonsuz nimetlerine mazhar olmamızı istemekte, bu yolda bize hidâyet eylemektedir.

Biz kullarını huzur, mutluluk ve selâmet yurdu olan cennete ulaştırana kadar yardımını esirgemeyen Mevlâ’mız; imtihanlarla dolu bu âlemde bize adım adım yol göstermekte, hiç çaresiz ve şaşkın bir vaziyette bırakmamaktadır. Ne zaman bir cevaba ihtiyacımız olsa, Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz’in sünneti imdâdımıza yetişmektedir.

Bize sonsuz keremiyle çok cömert bir Rab olan Allâh’ımıza karşı bizim nasıl kulluk yapmamız gerektiğini ancak; «O’nun En Sevgili Kulu»ndan, «el-Emîn olan Elçisi»nden, rahmetinin müjdecisi ve mağfiretinin davetçisi olan «Nebî-yi Zîşân Efendimiz»den öğrenebiliriz.

O’nun sünneti, bu dünyada türlü türlü şüpheye ve şaşkınlığa dûçâr olmuş aklımızın ışığıdır. Ne zaman aklımız karışsa, gönlümüz bulansa; O’nun hadîs-i şerifleri bize sükûnet ve kararlılık vesilesi olur. O’nun rehberliğine uyduğumuz zaman yolumuzu şaşırmayacağımızı biliriz. Biliriz ki; O’nun sünnetini öğrenip, uymaya çalıştıkça doğru yoldan sapmayız. Çünkü O’nun sünneti, Allah -Zülcelâl- tarafından tasdik edilmiş bir yoldur:

“Yâsîn! Hikmet dolu Kur’ân hakkı için, Sen şüphesiz gönderilenlerden (Rasûllerden)sin, dosdoğru yol üzerindesin.” (Yâsîn, 1-4)

Bilindiği üzere;

“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hûd, 112) âyet-i kerîmesini de ihtivâ eden ve doğru yoldan sapan kavimlerin helâkinden bahseden Hûd Sûresi nâzil olduğu zaman Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz’in saçlarına aklar düşmüştü. Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- bunu fark edip sebebini sorunca;

“Beni Hûd Sûresi ve kardeşleri (Vâkıa, Mürselât Sûreleri) ihtiyarlattı.” (Tirmizî, Tefsîr, 57) buyurmuştu.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Sen dosdoğru yol üzerindesin.” (ez-Zuhruf, 43) diye tasvip ve tasdik edildiği hâlde neden böyle endişelendi? Elbette kendisinden sonra ümmetinin «sırât-ı müstakîm» üzere devam edip etmeyeceği konusunda korkuyordu. Acaba ümmeti; Kendisi’nin en güzel örnek olduğu, Allâh’a ihsan üzere kulluk yolundan sapmadan yürüyecek miydi?

İşte bu endişesi sebebiyle Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz ümmetinin ilme ve sâlih amele sarılmasına çok önem veriyordu. Bir hadîs-i şerîfinde;

“Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır.” (Müslim, Zikr, 39) buyuran Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; ümmetinin gaflet ve cehâletin karanlıklarından, ilim ve irfânın aydınlığına çıkması için gayret gösteriyordu.

Kendisi bazen karnına taş bağlayıp açlığa sabreden Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz, eline geçeni Mescid-i Nebevî’nin bitişiğindeki suffada kalıp ilim öğrenen talebelere harcıyordu. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız siz de öylece kılın.” (Buhârî, Ezân, 18) buyurarak amelleri bizzat tatbikî olarak öğretiyordu.

Yine yüz binden fazla insanın katılmasını teşvik ettiği Vedâ Haccı’nda bütün ashâbına;

“Hac menâsikini benden alınız.” (Tirmizî, Hacc, 38) buyurarak artık hac ibâdetinin de ancak O’na uyulmakla sahih olacağını beyan ediyordu.

Kendisinin örnek olması yanında; birçok zaman sözlü olarak, bazen elindeki bir değnekle toprağa şemalar çizerek, bazen parmaklarıyla veya elinde tuttuğu bir eşyayı işaret ederek herkesin anlayabileceği şekilde sözünü iyice açıklayan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, göze ve kulağa hitap eden bütün vasıtaları dînî eğitimde kullanmıştır.

Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz, insanlardan uzak duran biri değildir. Hanımlarının hücreleri, mescidin bitişiğindeki birer odadan ibaretti. Hadîs-i şeriflerden de anlaşıldığı kadarıyla; başta namaz vakitleri olmak üzere, gün boyunca sıkça odasından mescide çıkar, insanların yanında bulunur, sorularına cevap verir, ibâdetlerini görür, hatalarını düzeltirdi. O’nun bir şeyi görüp ses çıkarmaması dahî takrirî sünnet olduğu için, hataları uygun bir lisanla düzeltirdi.

Tarih boyunca gelmiş geçmiş bütün insanlar arasında hayatı en iyi şekilde bilinen şahsın Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz olduğuna şüphe yoktur. Başka hiçbir mûcizesi olmasa; o garip diyarda zuhur etmiş, «ümmî bir zât»ın hayatının bu kadar iyi biliniyor olması mûcize olarak yeter.

Hayatımızın her sahasında, ufak tefek işlerimizde bile Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in sünnetine uymak; Allâh’ın rızâsını kazanmak için güzel bir vesiledir. Meselâ; sünnete uyma niyetiyle, elbisemizi sağdan başlayarak giymenin hiçbir külfeti yoktur. Böyle kolay bir işte bile sevap kazanma fırsatı sunması; Allâh’ın bize karşı keremi olduğu gibi, Rasûlü’nü hatırlamamız ve her hususta örnek kabul etmemize bu kadar önem vermiş olmasının da bir alâmetidir.

Böyle küçük şeylerde bile Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e uymanın sevabı varsa; elbette O’nun asıl uyulacak en büyük sünneti olan, hayatını hep;

“Asıl hayat âhiret hayatıdır.” (Buhârî, Cihâd, 110) inancıyla ve fedâkârca yaşamasını örnek almak elbette ne kadar büyük bir sevaptır!

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e uymanın en üstün hâli ise; O’nun yüksek ahlâkını örnek alıp, kalbimizi temizleyip, her amelimizde üstün bir şahsiyet ortaya koyarak insanları İslâm’a hayran bırakmak olmalıdır. Eğer bunu başarabilseydik, dünyada da aziz olur ve bütün insanlığın kurtuluşuna vesile olabilirdik. Tıpkı sahâbe-i kiram gibi…

Ashâb-ı kiram bu nimete lâyık olmak için sünneti öğrenmeye ve dosdoğru nakletmeye büyük önem vermiştir. Onlar hem kendileri Peygamberimiz’in rehberliğine uydular, câhiliyyenin hurâfelerinden kurtulup, âhirette geçerli olacak hakikî kulluğa kavuştular; hem de sonraki nesillerin kurtuluşuna vesile oldular.

Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz sahâbe-i kirâmın bu hâlini örnek göstermiş ve onları şöyle taltif etmiştir:

“Eğer onlar (ehl-i kitap) da sizin îmân ettiğiniz gibi imân ederlerse; doğru yola girmiş, hidâyeti bulmuş olurlar. Yok eğer yüz çevirirlerse, onlar sadece ve sadece şikak (çelişki, anlaşmazlık, ayrılık) içindedirler…” (el-Bakara, 137)

Devamındaki âyet-i kerîmede ise; sahâbenin Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i örnek alması, âdeta O’nun rengine bürünmeye benzetilmiştir:

“Allâh’ın boyası! Ondan daha güzel boya hangisi? (Biz ona boyanmışız) ve biz O’na ibâdet ederiz.” (el-Bakara, 138)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de Allah -Zülcelâl- tarafından medhedilen bu altın neslin hâlini, sonraki ümmetine örnek göstermiştir:

“İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlardır. Sonra bunlara uyanlardır, sonra da bunlara uyanlardır…” (Buhârî, Şehâdât, 9, Fezâilu’l-Ashâb, 1, Rikāk, 7, Eyman, 27)

İşte sahâbeden sonra, tâbiîn, tebe-i tâbiîn ve onlardan ilim öğrenip öğreten âlimler vasıtasıyla bize kadar ulaşan sünnet-i seniyye yolu, bizim tek kurtuluş yolumuzdur.

İşte bu ehemmiyetinden dolayıdır ki; Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in amellerine, ahlâkına ve hayatına dair her türlü habere; «hadîs-i şerif» denilmiş, kayıtlara geçirilip, büyük bir itinayla muhafaza edilmiştir.

Hadis; Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den haber veren her türlü haberin umumî ismi olduğu gibi, aynı zamanda bir ilim dalının da ismidir. Hadis ilmi; hem hadîs-i şeriflerin bize ulaşmasına vesile olan rivâyet senetleri üzerinde, hem de lâfızlar ve onlardan hüküm çıkarma bakımından birçok dallara ayrılır. Bu ilimlerde asırlar içinde pek çok değerli âlimler yetişmiş ve büyük bir emek ortaya konmuştur.

Allah -Zülcelâl-; bizleri, bizden öncekilerin büyük gayretlerle bize hazır sunduğu dosdoğru yola uymaya, onlara hayru’l-halef olmaya muvaffak eylesin. Âmîn…