Altın Yapraklar!

M.Ali EŞMELİ

Mevsimler gibi;

Hükümdarlar geldi geçti.

Devran sürdükleri demlere göre elleri, nice hazineler devşirdi.

Fakat sonra…

Hepsinin yerinde hazan yelleri esti.

Sonbahar rüzgârları, ömür defterlerinin yapraklarını sarartıp soldurdu. Ardından teker teker kopardı ve toprağın bağrına fırlattı.

Kimisinden geriye tek yaprak bile kalmadı.

Kaybolup gittiler; unutuldular. Yok oldular. Çünkü hayatları, hazan mevsimindeki sarı yapraklarla aynı cinstendi. Onlar ilkbahar yeşilliğinde bile kupkuru sarı yapraklar için çalışmışlardı. Ne diyelim;

Sararıp solduğu gün vâh ile ömrün gazeli,
Tatmayan var mı gönül, dert ile meşhûr eceli?
[Seyrî]

Ne olsa hazan esiyor. Sararıp solmuş yaprakları mutlaka dalından kopartıyor.

Aslında bu hazanı, sadece sonbahar olarak görmemeli. Cehâlet olarak, nefsaniyet olarak, gaflet olarak, medeniyetsizlik olarak, hamlık olarak, tembellik olarak, insanı tahrip eden her türlü kötülük olarak da düşünebiliriz. Çünkü bu tür hazanların âkıbeti daha fecî. İnsanı yok eden asıl hazanlar da aslında bunlar. Gönlü, aklı ve irfanı; iyice pörsüyüp dalından düşmüş bir yaprak gibi ayak altında çiğnenen nice insan, bugün tarihin çöplüğüne süpürülmekte değil mi?!.

Ömür defterlerini soldurup da hazanlara kaptıranlar, her nefes bir aldanış içinde yaşamıyorlar mı?

Demek ki;

Ömür defterlerimiz, sararıp solan cinsten değil, solmayan ve çöplüğe atılmayan türden olmalı. Ancak o zaman hayatın mânâsı yerini bulur. Yani hayat defterlerimiz, «altın yapraklar»dan ibaret olmalı. O vakit ne kadar hazan rüzgârları esse de dert değil. Kadim şairlerimiz altınla yazılan kitap yapraklarını ve yazılanların değerini ifade ederken bu yolda ince mânâlara temas ederler:

Kâtib-i takdîr hatt-ı sebz tahrîr etmeğe
Levh-i gül-zârı hazân bergi zer-efşân eylemiş
[Fuzûlî]

“Kaderi yazan kâtip, sevgilinin ayva tüylerini (yüz güzelliğini) kaleme almak için gül bahçesi levhasını sonbahar, yaprağı da altın saçıcı eylemiş.”

Görüldüğü üzere Fuzûlî de «altın yapraklar»a dikkat çekmekte. Bunların oluşması ve elde edilmesi ise, uzun yıllar gayret ve emek ister. Her mevsimi, zamanı ve fırsatı yerinde değerlendirmek ister. Değerlendirmeye göre de ömrün sonbaharı ya sararmış yapraklarla ya da altın yapraklarla dolu hâle gelir.

Bu gerçeğe Garib-nâme’sinde bilhassa dikkat çeken Âşık Paşa, insanın ömrünü dört mevsime benzetir. Her mevsimi normal şartlarda bir ömrün yirmişer yılı olarak anlatır:

Bir yılun şerhi ki bu dört fasl-ıla
Takrir itdüm ben sana kıldan kıla
Ol senün seksen yaşun benzer şuna
İşid imdi eydeyüm önden sona
Uşbu seksen yıl dahı dört fasl olur
Değme faslına yiğirmi yıl gelür

“Bir yılın açıklamasını, dört mevsimle ben sana inceden inceye anlattım.”

“Senin seksen senelik ömrün de o dört mevsime benzer. Şimdi sen dinle; ben de başından sonuna kadar anlatayım.”

“İşbu seksen sene de dört fasıldır ki, her faslına yirmi yıl denk gelir.”

Âşık Paşa’nın tasnifine göre, insanın ilk yirmi yılı, ilkbahar mevsimine benzer ve bahar özellikleriyle doludur. Sonraki yirmi yılı, yani 20 ile 40 yaş arası, yaz ayları ve yaz hususiyetlerini ihtiva eder. Ömrün güz mevsimi ise, 40 ile 60 yaş arasıdır:

Çünki kırkdan geçdi geldi altmışa
Ol yigirmi yıl dahı düşdi işe
Anun içinde dahı gör hâl niçe
Dinle imdi eydeyüm uçdan uça

“Kişi kırkından altmışına gelinceye kadarki yirmi yılda da işine devam eder.”

“O yıllarda da bak nice hâl içindedir; şimdi dinle de baştan sonuna dek söyleyeyim.”

Cümle iş anda dutar hadd u karâr
Sûret olur her bir işde pâyidâr
‘Aklı kâmil re’yi muhkem mâlı çok
Dutmış olur kişi anda var u yok
Muhkem olur ol zamân ‘akl u bilü
‘İlm ü hikmet cân gönül olmış tolu
Ne ki cevher var-ısa bellü beyân
Gizlü kalmaz cümlesi görnür ‘ayân
Her bir a‘zâ bir hüner issi olur
Kırkdan altımışa degin böyle olur
Nitekim şol güz güninde hâs u ‘âm
Ni‘mete batmış olur her bir makâm

“Bütün işler o demde (kırk ile altmış yaş arasında) neticelenir ve karar kılar. Vücut da her işte dengeli bir devamlılık elde eder.”

“Olgun akıllı, sağlam düşünceli ve zengin olur. İnsan bu durumda varı da yoğu da avucunda tutar.”

“O zamanda akıl ve bilgi pek sağlamdır. Can ile gönül, ilim ve hikmetle doludur.”

“Bilinen ve anlatılan ne kadar cevher varsa hepsi ortaya çıkar, hiçbiri saklı kalmaz.”

“Her uzuv, ayrı bir hünere sahip olur. Bu hâl, kırk yaşından altmış yaşına kadar böyle devam eder.”

“Gerçekten de sonbahar günlerinde insanların seçkinleri de sıradan olanları da, derece derece nimet içinde yüzerler.”

Âşık Paşa, insan ömrünün bu şekilde verimli güzelliklerini anlattıktan sonra bahsettiği neticeler için bazı şartlar koşar. Buna göre:

İnsanoğlu, küçük yaşlardan itibaren eğitim ve öğretim ile meşgul olmalıdır. Sonra, daha önce yapılan hatalardan ders alıp doğru ve gayretli bir şekilde çalışmalı; hem tevbekâr hem de ibadet ehli olmalıdır. Sonra, elindeki nimetlerin kâhyası durumuna geldiğinde de yine sohbete/söz ile eğitime devam etmelidir. Eğer bir kimse bütün bu hususlarda muvaffak olursa, ihtiyarladığında huzur ve rahmete lâyık olur:

Oglan-iken mektebe meşgûl olan
Yigid-iken tevbe vü tâ‘at kılan
Kedhudâlıkda düşer ol sohbete
Kocalıçak lâyık olur rahmete

“Çocukken okul tahsilinde gayret gösteren, gençlik yıllarında tevbe ve kulluktan ayrılmayan, mal ve mülkünün kâhyası olduğunda da sohbetlere devam eden kimse, ihtiyarladığı zaman rahmete lâyık olur.”

Bu îzahlardan sonra Âşık Paşa, sözlerini şöyle tamamlar:

Bu hikâyet uş tamâm oldı tamâm
Kamu ‘ömrün bir yıla geldi tamâm
Hâlini böyle güden oldı velî
Bir yıl içinde görür seksen yılı

“İşte bu anlatılanlar etrafında söz tamamlandı. Anlaşıldı ki, bütün ömür bir yıla denk gelmektedir.”

“Bilin ki, kendi hâl ve yaşayışını buna göre düzenleyebilen kimse, velî olmuştur. Artık o, bir yıl içinde (koca bir) seksen yılı görür.”

Çünkü bir yıl dört fasıl, seksen yıl da dört fasıldır. Bir yılın incelik ve hikmetleri çerçevesinde verimli ve gayretli yaşayanlar, seksen yıllık bereket elde ederler. Ancak gaflet edip de bomboş bir şekilde seksen yıl nefes alıp verenler, hiç doğmamış gibi yok hükmündedirler. İnsan da sayılmazlar. Âşık Paşa’nın ifadesiyle:

Ol ki seksen yaşadı gaflet ile
Eyle san kim gelmedi bu menzile
Doğmaduğa say anı kim var değül
Çün bu dâniş anun-ıla yâr değül
Âdemî oldur bile kendüzini
Hazret’e dutmış ola ol yüzini

“Seksen yıl gaflet içinde yaşayan kimseyi sen bu dünya meskenine hiç gelmedi kabul et!”

“Madem ki (gafleti yüzünden) var değildir, onu doğmamış farz et! Çünkü bu bilgi de ona dost ve yardımcı değildir.”

“İnsan odur ki, (gaflete düşmeyip) kendini bilir ve daima Allâh’a yönelir.”

Bu mânâ etrafında insan olanların gönüllerinde ise solmayan tecellî gülleri açılır. Onlara sonbahar rüzgârı da tesir etmez. Bursevî Hazretleri’nin ifadesiyle:

Kangı dilde açılır Hak’dan tecellî gülleri
Görmez ol bâd-ı hazânı dâimâ handân olur

“Hangi gönülde Allah’tan tecellî gülleri açılırsa, artık o gönül daima huzur ve sürûr içinde olur, ebediyen hazan rüzgârı görmez.”

O hâlde;

Hayatımızın defterlerindeki sayfaları, sonbahar gazeli olmaktan kurtarabilmek ve tecellî gülleri ile doldurabilmek için onları altın yapraklara dönüştürmek lâzım. Eğitim defterimiz, altın yapraklarla dolu olmalı. Ahlâk defterimiz, gayret defterimiz, başarı defterimiz, daha başka ömrümüzü kuşatan hangi defterlerimiz varsa, hepsi altın yapraklarla dolu olmalı. Bu tabiî ki kendiliğinden olmaz.

Unutmamalıyız; bazen bizi yetiştirecek eserlerden bir satır daha fazla okumak, bin altın yaprak demektir. Bir fakire gücümüz miktarınca az da olsa uzattığımız bir kâğıt, hayat defterimizde hiç hazan görmeyecek bin bir altın yaprağa dönüşür. Sadece bir harf öğretebilmek bile, sağ omzumuzda sayısız altın yaprak istifler.

Millî şairimiz Âkif’in, bir zamanlar;

Vîrânelerin yaşçısı baykuşlara döndüm,
Gördüm de hazânında bu cennet gibi yurdu!
Gül devrini bilseydim onun, bülbül olurdum;
Yâ Rab, beni evvel getireydin ne olurdu?..

dediği gibi dememek için bugün elbirliği ile gayrete mecburuz. Ömrümüzü, tarihteki gibi her bakımdan yine altın yapraklarla doldurmaya mecburuz.

Bunun için her vakit, bir fırsat mevsimi. Her nefes, bizim için bir simya. En değersiz sayfalarımızı bile altına dönüştürecek bir simya. Hele üzerimize bütün rahmet ve bereketiyle bu yıl da gölgesini bahşeden Ramazân-ı şerif… Apayrı bir mânevî simya. Mübarek Ramazân-ı şerif, bu yılki ömür defterimize inşallah yepyeni altın yapraklar getirir.

Bu meyanda sözü, Faruk Nafiz’in, Ramazân-ı şerif ile birlikte gelmesini istediği temennilere bırakalım:

Ramazan geldi saâdetle, safâlar getire;
Helvalar, baklavalar, türlü gıdâlar getire!
Ehl-i îman olanın kalbine kuvvet vererek
Kâfirin aklına noksan ve hatâlar getire!
Bize kandilleri sönmüş Ramazanlar yerine
Nûru çok, maskesi yok leyl ü mesâlar getire!
Hepsi bir boyda alelâde zekâlar sayısız,
Bize her sâhada bir hayli dehâlar getire!