Cennet Müjdesi 8 VEFATINDAN SONRA VASİYETTE BULUNAN SAHÂBÎ

Ali HÜSREVOĞLU

Fahr-i Kâinat Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in irtihâli üzerinden kısa bir zaman geçmişti ki bazı kabileler dinden dönüş hareketini başlattılar. Bu irtidat hareketi, yeni orduların hazırlanmasını ve Medine-i Münevvere’den sevk edilmesini gerektiriyordu. Müslümanların bu duruma kararlılıkla ve etkili bir güçle el koyması kaçınılmazdı. Nitekim mürtedler arasında yalancılar ve peygamberlik iddiasında bulunanlar zuhur etmişti. Bu sıkıntı baş gösterdiği esnada Ebûbekir Sıddîk’ın kahramanlığı ve devlet adamlığının gerektirdiği disiplin kendini gösterdi. Bu savaş kararı o günün şartları göz önünde tutulduğu zaman muazzam bir dirayetin göstergesi idi. Konuyu doğru anlayanlardan bazıları dediler ki:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den sonra böyle bir konuda savaş kararı almakta Ebûbekir’den daha dirayetli ve cesaretli kimse çıkmamıştır!”

Ebûbekir Sıddîk -radıyallâhu anh-, bu mürtedlerin önünü almak için orduları sevk etmeye başladı. Aynı zamanda peygamberlik iddiasında bulunanlar cezalandırılacaktı. Bu mürtedlerin en azılılarından biri Müseylemetü’l-Kezzâb idi. Peygamberlik iddia ediyordu. Benî Hanîfe kabilesi de ona katılmış ve etrafında civardan büyük bir kitle toplanmıştı. İslâm’a ve Müslümanlara karşı direnmeyi düşünenler de bunlara katılmışlardı. Hicretin on ikinci yılında Hazret-i Ebûbekir, Müseyleme ve kavmi Benî Hanîfe’ye karşı savaşmak üzere Seyfullah/Allâh’ın kılıncı unvanlı Hâlid bin Velid’i görevlendirdi. Sâbit bin Kays da, Hâlid bin Velid’le beraber Müseyleme’nin karargâhı olan Yemâme’ye yollandı. Muhacirlerin sancağını Ebû Huzeyfe’nin mevlâsı Sâlim taşırken, ensarın sancağını Sâbit bin Kays taşıyordu.

Îman ehli ile şirk ehlinin karşılaştığı bu korkunç savaşın ilk anlarında Müslümanlar sıkıntılı anlar yaşadılar. Hattâ Benî Hanîfe’den bazıları Hâlid bin Velid’in çadırına kadar girmeyi başarıp Hâlid’in eşi Ümmü Temîm’i öldürmeye teşebbüs ettiler. Müslümanların bu gevşekliğini gören Sâbit’in içini bir hüzün kapladı ve:

“Biz Rasûlullah zamanında böyle savaşmazdık. Şimdi bize neler oluyor!” dedi. Ardından şöyle seslendi;

“Akranınıza ne kötü örnek oluyorsunuz! Ey Rabbim! Şu mürtedlerin yaptıklarından da şu Müslümanların gevşekliğinden de Sana sığınıyorum!”

Bu söz üzerine Müslümanlar toparlanıp bir gayret ve coşku ile savaşa giriştiler. Sahâbîler birbirlerine son vasiyetlerini yapıyorlar ve:

“Ey Bakara Sûresi arkadaşları! Bugün büyü bozuldu, ha gayret!” diyorlardı. Hazret-i Ömer’in kardeşi Zeyd bin Hattab -radıyallâhu anh- sesi çıktığı kadar bağırıyordu:

“Ey insanlar! Dişlerinizi sıkın, düşmanınızı vurun ve öne geçin!” Sonra şöyle dedi:

“Allâh’a yemin olsun ki Allah onları bozguna uğratıncaya veya ben Allâh’a kavuşup da O’na hüccetimi söyleyinceye kadar konuşmayacağım.”

Abbad bin Bişr ve Ebû Dücâne müşrikleri biçmeye başlayınca Sâbit bin Kays ve Ebû Huzeyfe’nin mevlâsı Sâlim yerde kendilerine bir çukur hazırladılar. Sâbit güzel koku sürünüp iki beyaz elbise giydi. Şehid oluncaya kadar arkadaşlarının beraberinde savaştılar. Allâh’ın rıdvanı hepsinin de üzerine olsun.

O gün, Sâbit bin Kays -radıyallâhu anh-’ın üzerinde çok kıymetli bir zırh vardı. O şiddetli harp hengâmesinde bile şeytanın vesvesesine kapılan bir Müslüman onu görüp aldı ve kendisi için sakladı. İstîâb kitabının müellifi bu konuda diyor ki:

“O gün Sâbit’in üzerinde pahalı bir zırh bulunuyordu. Müslüman savaşçılardan biri Sâbit’in şehid olduğunu görüp o zırhı aldı. Müslümanlardan başka biri de uyurken Sâbit onun rüyasına girip dedi ki:

«Sana bir vasiyetim var. Sakın ola ki bu bir rüyadır deyip önemsemezlik etmeyesin. Ben dün öldürülünce Müslümanlardan biri zırhımı aldı. Şimdi bulunduğu yer ise buraya çok uzaktır. Saklandığı yerde bir kısrak iple çadıra bağlıdır. Zırhın üzerine bir çömlek kapattı. Çömleğin üzerinde de bir deve eğeri var. Hâlid’e git, ona bir adam gönderip zırhımı aldırmasını söyle. Medine’ye varınca da Rasûlullah’ın halîfesi -Ebûbekir’i- görünce; ‘Benim şu kadar ve şu kadar borcum var. Kölelerimden filânı azad ettim, filânı da!’ de.»

Rüyayı gören adam Hâlid’e gitti ve gördüğünü anlattı. Hâlid adam gönderip zırhı aldırttı. Ebûbekir’e rüyasını anlattı ve Sâbit’in vasiyetini yerine getirdi.”

Arkadaşları demişlerdir ki:

“Ölümünden sonra vasiyet edip de vasiyeti yerine getirilen kişi olarak Sâbit’den başkasını tanımıyoruz. Şüphesiz ki bu, Sâbit bin Kays’ın bir kerametidir.”

Böylece Sâbit bin Kays sahâbî arkadaşlarından bir grup içinde Allah yolunda şehâdete ulaştı. Muharebe meydanına döktüğü kanlar ve söylediği tesirli sözler Cenâb-ı Hakk’ın nasip ettiği zaferin çekirdeği ve başlangıcı oldu. Bu zafer, sadece ve sadece Allâh’ın sözünün en yüce olması, küfredenlerin sözünün de ayaklar altında kalmasını gaye edinerek yurtlarından çıkan güzel insanlarındı.

Sâbit, kendinden sonrakiler için övülmeye lâyık bir hâtıra bırakarak Allah yolunda şehid oldu. Düşman saflarında kapatılamayacak bir gedik açtıktan sonra, Müslüman süvariler bu gedikten düşmanın merkezine girerek zafer kazandılar.

Sâbit bin Kays’ın îman meydanında şehâdeti kendisiyle de son bulmadı. Onun şehâdeti yine şehâdet bereketinin çekirdeği oldu. Üç oğlu vardı: Muhammed, Yahya ve Abdullah. Sâbit onları İslam aşkıyla yetiştirmişti. Üçü de Allah yolunda öldürülüp şehid oldular. Şehâdet şerefiyle beraber «makām-ı emîn»e ulaştılar. Kendilerinden sonra gelenlere de en güzel sûrette örnek oldular.

SABİT BİN KAYS’IN CENNETLE MÜJDELENMESİ

İlk sahâbîler, îman nûrunun ve güzelliğinin kalplerini tamamıyla aydınlatıp mutlu kıldığı insanlardı. Gecenin bir bölümünde uyumazlar, seherlerde istiğfar ederlerdi. Kendilerine Allâh’ın âyetleri okunduğu zaman îmanları artar da artar, Rablerine tam güvenirler ve kalpleri daima O’na dönük olurdu.

Yine bu güzel insanlar; sadece farzların edasıyla yetinmezler, geceleri huşû içinde secdelere kapanırlardı. Gündüzleri ise yeni beldelerin İslâm’a açılması için cihad ederlerdi. Allâh’ın rahmetini umarlar, kendilerini cennete yaklaştıracak, cehennemden de uzaklaştıracak amelleri işlerlerdi. Bu sayede cennet ehlinden oldular, dünyada da, âhirette de mutlu oldular, bizim için güzel bir yol açtılar.

Hanif/şirkten uzak, tevhîd dini olan Müslümanlık kısa sürede tertemiz bir Müslüman şahsiyeti inşa etti. Müslümanlar geçmişteki kişiliklerinden çok farklı, bambaşka insanlar oldular. Hırsızlık etmeyen, yalan söylemeyen, aldatmayan, nefsanî isteklere esir olmayan, arzularını dizginleyebilen insanlar oldular.

Sâbit bin Kays da İslâm aşısını alarak tertemiz yetişen seçkin insanlardan biriydi. İslâm okulundan mezun olup kalbi bu dinin esaslarına tam inanan ve Rasûlullâh’ın methettiği mümtaz şahsiyetlerden biri idi. Sâbit, hayatı boyunca Rasûlullâh’ın rızâsını kazanmış ve:

“Sâbit bin Kays ne iyi adamdır!” övgüsüne nâil olmuş bir zât idi.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Hazret-i Sâbit’i cennetle müjdelediği hususu, mûteber hadis kaynaklarımızdan Sahîh-i Müslim’de yer almaktadır. Enes bin Malik -radıyallâhu anh- buyuruyor ki: “Sâbit aramızda dolaşırken görürdük ve onun cennet ehlinden olduğunu bilirdik.”

Yine sahih rivayetlere göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Ey Sâbit, övülen bir kimse olarak yaşamaktan, şehid olarak öldürülmekten ve cennete girmekten mutlu değil misin?” buyurmuştu.

Bu cennetle müjdelenme Sâbit’in bir şerefi idi. Allah Rasûlü, pek çok başka örnekte olduğu gibi, onun hakkında da şehid olacağını bildirerek, bir mûcize göstermiştir. Sâbit yüksek şahsiyetli bir insan olarak ve takdire şâyan bir şekilde yaşamış, Ebûbekir Sıddîk’ın hilâfeti döneminde Yemâme’de ve Rasûlullâh’ın haber verdiği şekilde şehid olmuş ve o mübarek nebevî müjde ile cennete göçmüştür.

SABİT BİN KAYS’IN HADİS RİVAYETİ

Sâbit bin Kays, Rasûlullah’tan hadis dinleyen, onu doğru anlayıp ezberleyen, onu rivayet eden ve kendisinden rivayet yapılan bir sahâbîdir. Yine Hazret-i Sâbit Allâh’ın râzı olduğu ve Allah’tan râzı olan güzel insanlardan biridir. Hayatı boyunca İslâm’ın gölgesinde bir yol izlemiş, hayatından sonra da adı şehidler listesinde parıldamaya devam etmiştir.

Çünkü Sâbit; “Allâh’a verdiği sözü doğruca ve tam tamına yerine getiren…” (Ahzab, 23) kahramanlardan biridir.*

*Bu çalışma, Ahmed Halil Cum‘a’nın telifi olan «Ricâlun mübeşşerûne bi’l-cenne» adlı eserin ilgili bölümünden istifade edilerek hazırlanmış, gerekli görülen düzenlemeler yapılarak terceme edilmiştir. 1/235-279 Dımaşk, 1411/1990.