Efendimiz’e İttibâda En Müstesnâ Sahâbî ABDULLAH İBN-İ ÖMER

Ömer OKUDAN okudan@yuzaki.com

Bundan tam 1400 yıl önce, 610’da başlamıştı Allah Rasûlü’nün risâleti…

İlk üç yıl boyunca İslâm’a davet, hususî bir çerçevedeydi. Buna rağmen Kur’ân mesajının girmediği tek bir ev kalmamıştı… Davet açıktan olmayınca, bir tepki de olmamıştı. Fakat açıktan davet emri gelince; iş değişti. «Lâ ilâhe illâllah» demek büyük bir suç oldu… Baskı ve işkenceler başladı… Hapsedildiler… Evden kovuldular… Evlâtlıktan reddedildiler… Allah Rasûlü’nün etrafında hidayet yolunu seçen «es-Sâbikûn el-Evvelûn» yani İslâm’ın ilk ve öncü nesli için, Erkam -radıyallâhu anh-’ın evi merkezdi. Sahâbî efendilerimizin İslâm’ı kabul ediş tarihlerine esas teşkil eden bu mübarek ev, geceleri gizlice buluştukları ilk îman mektebiydi.

Nübüvvetin 6. yılı Zilhicce ayında, müslümanların artık bu evin emniyetine ihtiyaçları kalmadı.1 Çünkü Efendimiz’in duâsı kabul olmuş, eşraftan müslümanlara kuvvet olacak bir kişi müslüman olmuştu. Necip Fazıl’ın anlatımıyla:

Sözü sözdü, gerçekti;
O’nu öldürecekti.
Ömer kılıcı çekti.
Göklerden ferman oldu.
Ömer müslüman oldu.

Babasıyla birlikte, çocuk yaştaki oğlu Abdullah da müslüman olmuştu.

Abdullah İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ-…

Hazreti Ömer’in dokuz evlâdından en meşhuru…

Sûreten ve sîreten babasına çok benzeyen Hazret-i Abdullah; hayatı boyunca istikametten kıl kadar sapmadı. Vahyin doğuşundan bir yıl sonra (611) doğan İbn-i Ömer; 85 yıllık hayatını şu sözlerle özetlerdi:

“Allah Rasûlü’ne 5 yaşımdayken bey‘at ettim. Bugüne kadar bey‘atimi ne bozdum ne de değiştirdim. Hiçbir fitneciye bey‘at etmedim.”2

Babasıyla beraber hicret ederken 11 yaşındaydı.3 Medine’ye varır varmaz «Suffe Ashâbı»na katılarak, Allah Rasûlü’nün rahle-i tedrîsinde yetişti. Bu sıralarda onun hayatını etkileyen çok güzel bir hâdise zuhûr etti. Ana-baba bir ablası Hazret-i Hafsa -radıyallâhu anhâ- ezvâc-ı tâhirattan oldular. Hısımlıkla birlikte Efendimiz’e yakınlığı daha da ziyadeleşti. Böylece sahâbîlerin duyma imkânını bulamadığı birçok hadîsin müslümanlara ulaşmasını sağladı. Bir gün rüyasında cenneti görmüş ve bunu ablası vasıtasıyla Efendimiz’e aktarmıştı. Rasûlullah Efendimiz;

“Abdullah ne güzel bir kimsedir. Keşke geceleri de namaz kılıp bunu çoğaltsa.”4 buyurdular.

O günden itibaren Rabbine kavuşuncaya kadar, hazarda ve seferde gece namazı kılmayı asla terk etmedi. Gecelerini namazla, seherlerini istiğfarla ağlayarak geçirirdi.

Abdullah İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ-, kalbindeki îman şehâmetiyle 12-13 yaşlarındayken vukû bulan Bedir Harbi’ne iştirak etmeyi ve cihâda katılmayı istemişti. Fakat Rasûlullah Efendimiz, yaşı küçük olanlarla birlikte ona da izin vermedi. Gazveye katılamadığı için ne kadar üzüldüğünü şöyle anlatırdı:

“Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, beni ufak tefek bulduğu için Bedir Harbi’ne katılmama izin vermedi. Bu yüzden o kadar çok ağladım ki, hayatımda sabaha kadar ıstırap içinde kıvranarak geçirdiğim başka bir gece hatırlamam.”5

Uhud Savaşı esnasında biraz daha büyümüş, delikanlılık çağına gelmiş olmasına rağmen yine izin çıkmadı. Nihayet 16 yaşında zeki ve gürbüz bir genç olarak Hendek Harbi’ne iştirâkine müsaade edildi. Bundan sonraki gazâların hepsine katıldı. İyi bir süvari, güçlü bir muhâripti.

Rıdvan bey‘ati günü Allah yolunda ölünceye kadar savaşacağına dair Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e söz verdiği için hayatı boyunca sayısız harbe iştirak etti.6

Fetih günü Rasûlullah Efendimiz’in yanında Mekke’ye girerken, süratli koşan bir at üzerinde, elinde mızrağıyla pek heybetli idi. Rasûlullah Efendimiz onun bu hâlini görünce;

“Abdullah! İşte Abdullah!” buyurarak mücâhidliğini övdüler.7

Huneyn Muharebesi’nde ordu bir ara dağılmak üzere iken İbn-i Ömer, Rasûlullah Efendimiz’e yaklaşarak, duâ istedi ve;

“–Zafer nasip olursa îtikâfa gireceğim.” diye arz etti. Rasulullah Efendimiz ona;

“–Nusret-i ilâhî erişir, sen de adağını yerine getirirsin.” buyurdular.8

Hazret-i Abdullah; Rasûlullâh’ın sözlerini ve fiillerini şevkle takip eder, aşk derecesinde aynen yaşardı. Rasûl-i Ekrem’in hizmetinde ve huzurunda bulunamadığı zamanlarda O’nun huzurunda olanlardan; olan biteni sorar, öğrenirdi. Şüpheye düştüğü yahut iyi anlamadığı bir meseleyi derhâl Rasûl-i Ekrem’e arz ederdi.

Bu aşkı, Efendiler Efendisi’nin vefatından sonra hasret ateşiyle birleşti ve zirveye ulaştı. Sevgiliden ayrı yaşadığı 60 yıl boyunca, ne zaman O’nun mübarek adı zikredilse gözyaşlarına hâkim olamaz, ağlardı. Ara sıra kalkar, O’nunla beraber dolaştığı yollarda yürür, O’nunla beraber oturduğu ağaçların gölgeliklerinde oturur, kurumasınlar diye o ağaçları sulardı. O’na tekrar kavuşuncaya kadar kendini hep böyle teselli etmeye çalışmıştı. Onun Sünnet-i seniyyeye ittibâı fıkhî bir bağlılığın çok ötesinde bir muhabbet izhârıydı.

Onlarca misalden biri:

Bir gün Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Mescid-i Nebevî’nin bir kapısı hakkında;

“Bu kapıyı kadınlara ayırsak…” buyurmuştu. Nâfî der ki:

“İbn-i Ömer -radıyallahu anhümâ-, hayatı boyunca o kapıyı asla kullanmadı.”9

Onun her meselede gözettiği bu ittibâ hassâsiyeti, Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- Annemizi çok duygulandırmış ve hakkında şu sözü söylemesine sebep olmuştu:

“İbn-i Ömer’in takip ettiği gibi, Rasûlullah Efendimiz’in izlerini takip eden hiç kimse görmedim.”10

İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ-, cemaatle namaz kılmaya o kadar çok önem verirdi ki, şayet yatsı namazını cemaatle kılamazsa, gecenin tümünü ibâdetle geçirirdi. Namazı tâdîl-i erkân ile kılışına herkes hayran olurdu. Tâbiînin meşhur hadis âlimlerinden Tâvus bin Keysân;

“Onun gibi dikkatli namaz kılan birini görmedim.” demişti. Babası gibi, Kur’ân’daki inzâr (uyarı) âyetlerini okuduğunda gözyaşları sağanak yağmurlar gibi boşalırdı. Çok ağladığı bir gün kendisine;

“–Ashab-ı kirâm hiç gülmez miydi?” diye soruldu:

“–Evet gülerlerdi ama îman onların kalplerinde dağlardan daha yüce idi.”11 diye cevap verdi.

Onun yaşadığı hayatta «takvâ» kelimesi tam anlamını bulmuştu. Amelinde daima Allah rızâsı vardı. Yüzüğünün taşında;

«Allah Teâlâ’ya, Allah için hâlis ibâdet etti.» ibâresi yazılıydı.

Kölelerinden ibâdet edenleri gördükçe hemen âzâd ederdi.

“–Âzâd olmak için göstermelik ibâdet ediyorlar.” diyerek onu îkaz edenlere;

“–Hayır için aldanmaktan daha iyisi var mı? Biz Hak ile aldatılmaya râzıyız.” diye cevap verirdi. Hep duâlarında temennî ettiği gibi, bin köle âzâd ettikten sonra vefat etti.12

Misafiri hiç eksik olmaz, olmazsa arar bulurdu. Yemeklerini yalnız yediği nâdirdi. Zaten çok az yemek yerdi. Hele acıkmayınca hiçbir şey yemezdi. Bir gün dostlarından birisi ona hazım kolaylaştırıcı bir ilâç hediye etmek istediğinde;

“Ben hiçbir yemekten karnımı doyururcasına yemedim ve yemeyi düşünmüyorum. Bu ilâca ihtiyacım olacağını zannetmiyorum.” demişti.

İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ-, zengin bir kimseydi. Çünkü o hayatının yarısını güvenilir ve başarılı bir tacir olarak geçirmişti. Beytü’l-mâlden aldığı maaşı da yüksekti. Ama kendisine verilen o maaşı asla harcamadı. Hepsini derhâl muhtaçlara gönderirdi. Böyle bir Peygamber’e ümmet ve böyle bir babaya evlât olan bir kimsenin para ve mala köle olması elbette düşünülemezdi. Dünya malına ve zevklerine hiç gönül vermedi. Sahâbe’den Câbir bin Abdullah -radıyallâhu anhümâ- onun zâhidliğini şu sözlerle takdir etmişti:

“Ömer ve oğlu Abdullah -radıyallâhu anhümâ-’dan başka, içimizde dünyaya meyli olmayan kimse yoktur.”

Yaşadığı evi Meymun İbn-i Mihran şöyle tarif eder:

“İbn-i Ömer’in yanına girdim. Yatak, yorgan ve yaygı olarak evdeki her şeye değer biçtim. Onları yüz dirheme denk bulamadım.” Bu, fakirlikten değildi. Çünkü o, zengindi. Bu cimrilikten de değildi. Çünkü o, cömertti, eli açıktı. Evinde sadece en zarurî eşyalar vardı. Malın-mülkün dolup taştığı, lüksün her yeri sardığı Emevîler devrinde dahî bu yüce dağ yerinden kımıldamamış, takvâ ve zühdünden vazgeçmemişti.

Ona, sakındığı dünya nimetleri hatırlatıldığında;

“Ben ve arkadaşlarım bir konuda ittifak ettik, eğer onlara muhalefet edersem, onlara kavuşamamaktan korkuyorum.” sözleriyle gönlünü şerh etmiş ve sonra, dünyayı âcizlikten dolayı terk etmediğini başkalarına bildirmek için ellerini semâya kaldırarak;

“Ya Rabbi! Biliyorsun ki Sen’den korkmasaydık, bu dünyada, zenginlikte kavmimiz Kureyş’le rekabete girerdik.” demişti.13

Kur’ân-ı Kerîm’in tefsiri hususunda önde gelenlerdendi. Hıfzını ikmal edip Allah Rasûlü’ne arz eden sahâbîlerdendi. İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ- Kur’ân’ı bilgi, kültür veya kariyer olsun diye ezberlemedi. Onun tek bir hedefi vardı:

Kur’ân-ı Kerim’deki ahkâmı öğrenmek ve yaşamak. Yanından hiç ayırmadığı kendine ait bir mushafı vardı. Kur’ân’ın en uzun sûresi olan Bakara’nın tefsîri üzerinde tefekkür ve tedebbürle tam dört sene durmuştu.14

Bütün ömrünü Medine’de oluşturduğu ders halkasında, Rasûlullâh’ın hadislerini yaymakla geçirdi. Hadislerin lâfızlarını iyi bilir, kelimeleri Allah Rasûlü’nün fem-i mübareklerinden çıktığı gibi kesin ve tam olarak rivâyet ederdi. İlimde imamlığa yükselen tâbiînin büyüklerinden İmam Nâfî, onun âzadlısıydı. İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ- onu on bin dirheme satın aldıktan sonra;

“Seni Allah rızâsı için âzâd ettim.” diyerek kölelikten kurtarmıştı.

Hadislerin ondan gelen en kıymetli senedi şöyleydi:

İmam Mâlik, âzâdlısı Nâfî ve İbn-i Ömer. Bu sened hadis ilminde «silsiletü’z-zeheb (altın sened)» kabul edildi. İmam Mâlik onun kadr u kıymetini;

“Hazret-i İbn-i Ömer’in rivâyetleri, Kitâbullah’tan sonra bu ümmetin en kıymetli vesikasıdır.” sözleriyle beyan etti. 2630 hadîs-i şerif rivâyetiyle muksirûn sahâbîlerden olan İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ-, bunların ümmet içinde yayılması ve öğretilmesi hususunda da büyük hizmetlerde bulundu.

Fıkıh ilminde ashâbın meşhur Abâdile15 yani Abdullah’larındandı. Fıkıh âlimlerinin birçoğu onun ilminden istifade etti. Hanefîler için İbn-i Mes‘ud ve Hazret-i Ali -radıyallâhu anhümâ- ne ise, Mâlikî ve Şafiî mezhepleri için de İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ- o idi. Mâlikî fıkhı, onun fetvâlarıyla oluştu.

Peygamberimiz’den sonra tam 60 yıl müddetle fetvâ verdi. Ancak fetvâ verirken çok ihtiyatlı hareket eder, bilmediği hususlarda rahatlıkla;

«Bilmiyorum» diyebilme cesaretini gösterirdi. Bir gün bir soru karşısında bilmediğini söyledi. Muhatabı buna hayret edip, ısrar edince; İbn-i Ömer;

“Ben senin vasıtanla cehenneme köprü kuramam.” diyerek gereken cevabı verdi.

İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ-, siyasetten daima uzak durdu. Oğlunu hilâfete aday göstermesini tavsiye eden sahâbîlere Hazreti Ömer;
“Bir evden bir kurban yeter.” demişti. Hazret-i Osman’ı halîfe seçen şûrâda halîfe olmamak şartıyla bulundu. Çünkü babası oğluna şûrâya katılmasını, ancak aday olmamasını tavsiye etmişti. İslâm devleti bünyesinde meydana gelen anlaşmazlıklarla ortaya çıkan ve birbirleriyle mücadele eden gruplara hiç karışmadı. Tarafsız kaldı ve devlet kadrolarında vazife almadı. Hazret-i Osman’ın şehid edilmesinden sonra halîfelik işleri ile hiç ilgilenmedi. Kendisine yapılan ısrarlara rağmen katiyen kararından vazgeçmedi.16

Hazret-i Ali’nin hilâfete ehliyetini kabul etti. Lâkin beraberinde savaşa girmeyeceğini belirterek şartlı olarak biat etti. Yaşanan üzücü hâdiselerden sonra, ancak herkes biat edip icmâ oluşunca Hazret-i Muâviye’ye biat etti. Yezid bin Muâviye kumandasında, Efendimiz’in mihmandar ve bayraktarlığını yapmış olan Hazret-i Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî ile birlikte, surların önlerine kadar gelip İstanbul’un ilk muhasarasına katıldı.

Hazret-i Muâviye’nin vefatından sonra Yezid’e biat etmedi. Yaşadığı Peygamber şehri Medine’den çıkarak Mekke’ye yerleşti. Yezid’e biat etmeyen Hazret-i Hüseyin, Hazret-i İbn-i Zübeyr gibi sahâbenin ileri gelenleriyle, kalan ömrünü burada geçirdi.17

İbn-i Ömer -radıyallahu anhümâ-, fazîlette babası Hazret-i Ömer’in benzeriydi. Vefatı da babasının benzeri olmuştu. Kâbe’yi kuşatıp, taşa tutan Haccâc’a karşı hakkı söylemekten çekinmedi. Bir gün Haccâc hutbede Hazret-i İbn-i Zübeyr aleyhinde iftirâlarda bulunmaktaydı. Onun Kur’ân’ı tahrif ettiğini söyleyince İbn-i Ömer -radıyallahu anhümâ- buna dayanamadı:

“Yalan söylüyorsun, bunu ne İbn-i Zübeyr yapardı, ne de senin bu işe gücün yeter!” diyerek yiğitçe haykırdı. Buna çok canı sıkılan Haccâc, bir adamını görevlendirerek mızrağın ucundaki demire zehir sürdürmüş, hac izdihamı sırasında da bu zehirli mızrağı Abdullâh’ın ayağı üzerine saplattırıp şehâdetine sebep olmuştu.

İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ-, h.73/692 yılında 85 yaşındayken, Hazret-i İbn-i Zübeyr -radıyallâhu anhümâ-’nın şehâdetinden üç ay sonra, Zilhicce ayında şehîden vefat etti. Onbinlerce insanın iştirak ettiği cenaze namazını müteâkib Mekke’nin çıkışında, Mina hudutları içinde bulunan Muhasseb’de muhâcirlere mahsus Fah Mezarlığı’na defnedildi. İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ- Mekke’de en son vefat eden sahâbiydi.19

Allah şefâatlerine nâil eylesin…

____________________

1 Mekke döneminde îmân edenler; «Dâru’l-Erkam’dan önce (1-3. yıllar)»,
«Dâru’l-Erkam’da iken (4-6. yıllar)» ve
«Dâru’l-Erkam’dan sonra (7-13. yıllar)» ifadeleriyle 3 grupta zikredilir. Hazret-i Ömer’in müslüman oluşuyla Efendimiz, Dâru’l-Erkam’dan ayrıldılar.
2 İbnü’l-Cevzî, Sıfatu’s-Safve, I.
3 İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV.
4 Buhârî, Teheccüd, 2, 21; Fezâilü’s-sahâbe, 19; Ta`bîr 25, 36; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe, 139-140.
5 Kandehlevî, Hayâtu’s-Sahâbe, I, 669.
6 Vestânî, İkmâlu’l-İkmâl, VIII, 376.
7 İbn-i Sa‘d, Tabakāt IV, 172.
8 Vestânî, a.g.e.
9 Ebû Dâvûd, Salât, 53/571.
10 İbn-i Sa‘d, Tabakât, IV, İbn-i Hacer, el-İsâbe, II, İbn-i Esîr, Üsdü’l-ğâbe, III.
11 Ebû Nuaym, Katâde’den.
12 İbn-i Hacer, el-İsâbe, II, İbn-i Esîr, Üsdü’l-ğâbe, III.
13 İbn-i Sa‘d, Tabakât, IV, 174.
14 İbn-i Sa’d, Tabakât, IV, 164.
15 Ayrıntılı bilgi için bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi, Abâdile maddesi.
16 İbn-i Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarih.
17 İbn-i Abdülberr, el-İstiâb, II, 345.
18 Nevevî, Tehzîbu’l-Esmâ, I, 280.
19 İbn Sa‘d, Tabakât, IV, 188