FAZÎLETLİ İNSANLAR

YAZAR : Halil KAŞIKÇI

Hacı Seyyid Mehmed Aksebzeci Efendi…

İyilik, fazîlet, takvâ sahibi, kâmil insanın; ben ancak torunu olan, aynı isimli Hacı Seyyid Mehmed Aksebzeci Amcaya ulaştım. Aynı zamanda dedemin de arkadaşı idi.

Bu zâtın nasıl bir fazîlet timsâli olduğunu şöyle anlatırlardı:

Bir çeşme yaptırılacak. Temel atılacak, davetliler hazır.

Âdettir, berekettir. Sâlih bir insana ilk kazmayı vurduracaklar. Kayseri eşrâfı orada.

Hacı Seyyid Mehmed Efendi; mekânda ev sahibi mevkiinde olduğu için, başka birini öne almak ister:

“–Efendim, ikindi namazının sünnetini kaçırmayan biri buyursun, gereğini yapsın kazmayı vursun…” der. Bakar hiç kimse çıkmaz. Bir daha tekrarlar, yine kimse yok;

“Bu iş de bize düştü, Bismillâhirrahmânirrahîm!” deyip kazmayı kendisi vurur.

Böyle fazîletli bir insan idi. Mekânı cennet olsun.

Bu zâtlar, insanlara yardım ederler, maddî ve mânevî olarak… Fakire yardım eder, düşeni kaldırır, destek olur. Toplumun mihenk taşlarındandır.

Hadîs-i şerif:

“Kul, din kardeşinin yardımında olduğu müddetçe, Allah -celle celâlühû- da kulun yardımcısıdır.” (Müslim, Zikr, 37-38; Ebû Dâvûd, Edeb, 60)

Hacı Babayı bilen bir tanıdığı yanına gelir;

“–Hacı Baba! Bana yardım et de bir dükkân açalım, ben de geçinip gideyim. Çoluk-çocuk var malûm efendim.” der.

Hacı Baba;

“–Peki evlâdım!” deyip bir sermaye verir.

Adam dükkân açar. Hacı Babayla ortaktırlar artık.

Hacı Baba da arada sırada;

«Ne var, ne yok? İyi gidiyor mu?» diye ziyaret eder, hâl-hatır sorar.

Neticede dükkâna ortak. Meğer mânevî bir kontrol de oluyormuş o ziyaretlerde. Nitekim son gidişinde;

“–Evlâdım, ortaklıktan ayrılalım biz.” der.

Adam üzgün ve şaşkın;

“–Hayırdır Hacı Baba. Bir şey mi oldu? Hata mı ettim, kusur mu işledim? Bir cahilliğim oldu ise affet!” der, özür diler.

Fakat nâfile!.. Hacı Seyyid Mehmed Efendi;

“–Yok, evlâdım ayrılalım.” der ve kararlıdır.

Hak dostlarının meşrebidir: İnsanların hatalarını yüzlerine vurmak istemezler. Farklı, dolaylı yollardan terbiye ederler. Ders verirler.

Adam ısrarla tekrar tekrar sorar.

Hem mânen büyüğü, hem eşraftan bir zât, hem dükkânın sermaye ortağı… Hâl-hatır sahibi birisi. Mahrum kalmak da istemez, bu zâtın bereketinden.

Fakat Hacı Seyyid Mehmed Efendi; «Bitirelim!» der başka bir şey söylemez.

Sonunda adam, çarnâçar;

“–Peki Hacı Baba, siz böyle münasip gördünüz başım üstüne.” der, hesabı görür ve ayrılırlar.

Fakat adamın içinde ukde kalmıştır. İş bittikten sonra tekrar rica eder:

“–Hacı Baba! Bana bir büyüklük daha yapın. Hatam neyse bileyim, bir daha yapmayayım. Ne olur lutfedin…”

Hacı Seyyid Mehmed Efendi, sonunda sırrı açıklar:

“–Evlâdım, ben buraya gelip gittiğimde bir karınca yolu vardı. Karıncalar daima dışarıdan içeriye taşırlardı kendi yiyeceklerini.

Lâkin son gelişimde gördüm ki o karıncalar içeriden dışarıya taşımaya başladılar.

Bu bir işaret idi.

Dolayısıyla ben burada haktan uzaklaşıldığını hissettim. Allâh’ın hoşuna gitmeyen bir şeyin olduğunu fark ettim. Onun için ayrıldım.”

Şaşkın bir şekilde dinleyen adam mahcup bir şekilde anlatır:

“–Hacı Baba doğru söyledin, geçen günlerde bir sepet yumurta gelmişti sizin için; «Ben ne yapacak, Hacı Baba?» deyip eve götürdüm. Yaptığım hata bu.” der. Eline sarılıp öpmek ister.

Hacı Seyyid Mehmed Efendi, bir sepet yumurtanın derdinde değildir. Onu da helâl etmiştir elbet. Lâkin helâl ve harama dikkatsizlikten, kul hakkından uzak durmak lâzımdır. Bunu kuvvetli bir ders hâlinde vermek istemiştir.

Gönül gözümüzü açar, her hâdisede Hakk’ın rızâsını ararsak, Cenâb-ı Hak bize bilmediklerimizi de öğretir.

Âyet-i kerîmede buyurulduğu gibi:

“…Kim Allah’tan ittikā ederse, kim takvâlı olursa, Allah ona bir çıkış yolu halk eder.” (et-Talâk, 2)

Takvâ varsa bereket var, takvâ varsa lütuf var, takvâ varsa Hak dostlarıyla beraberlik var. Onlarla beraberlikte de iki cihanda saâdet var.

Fakat takvâ yoksa, bereket de yok, lütuf da yok. «Ehlullah»tan da mahrum kalmak var.

Ne mutlu takvâdan ayrılmayanlara!..

Ne mutlu ihsan kıvâmında bir hayat sürenlere!..