İNSANLIĞIN YÜZ AKI ŞAHSİYETİ
Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com
İçinde bulunduğumuz şu Mevlid-i Nebî ayında; nübüvvetin son halkası, yüce Yaratıcı’nın tüm insanlığa müjdesi olan iki cihan güneşi, gözlerimizin nûru, gönüllerimizin sürûru Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın hayatına yüreklerimizi yaklaştırarak bir yolculuk yapalım istiyoruz efendim müsaadenizle. Yüreklerimizden O’nun asil yüreğine doğru yollar arıyor, O’na olan muhabbetlerimizin bir bahar iklimindeymiş gibi tazelenmesini diliyoruz. Diller O’nu söylemeye, kalpler O’na akmaya, akıllar O’nu daha iyi idrâk etmeye gayretler sarf etsin, diye duâlar ediyoruz. Zira Cenâb-ı Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-; gönüllerde Hakk’ın yankılandığı muhteşem bir ses, aşkın muhabbetlerin zirveleştiği eşsiz bir pınardır. O -aleyhissalâtü vesselâm-, insanlığın yüz akıdır.
Allah Teâlâ yüce kitâbında;
“And olsun ki; sizin için, Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh’ı çok ananlar için Rasûlullah en güzel örnektir.” (el-Ahzâb, 21) buyurarak, Son Peygamber, Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i, iki dünya mutluluğunu önemseyenler için «tek örnek insan» olarak, bütün insanlığın önüne takdim ediyor. O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; hâlinde, kālinde ve bütün ahvâlinde eşsiz güzelliklerin bulunduğu, örnek bir şahsiyettir. İnsanlığa düşen en mühim vazife; O örnek şahsiyeti önce tanıyıp, hayatının tüm safhalarını öğrenip, sonra da O’nu her hâliyle örnek almaktır.
O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bütün davranış ve hareketleri; tasavvur dışı, hayal ötesi değildi. O, insan peygamberdi. Herkes gibi yer, içer ve evlenirdi. Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm-; yaptıkları ve söyledikleriyle, bütün insanlığın bir araya gelip toplanarak, doğru hükümler koymak isteyebileceklerinden daha fazlasını, muhteşem hayatıyla ortaya koymuştur. O, kutsî hakikatleri yaşayan canlı bir nümûneydi. Bu gerçeği önemsemeyen, dînin pratiğinin yaşanmasını ve yaşatılmasını hiçe sayıyor demektir. Çünkü Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm-; asrında icrâ ettiği misyon ve temsil ettiği vizyon ile maddeyle mânâyı, en dengeli biçimde harmanlayarak, ilâhî gerçekleri her mekâna eşsiz zekâsıyla sunan, mükerrem bir kişiliktir. O yüce Nebî’nin, insanlığa vaz ettiği kutsî hakikatler; bütün zaman ve mekânları kuşatıcı, âlemşümul özellikteydi. Bu gerçeği görmezden gelenler, bugün ve yarın, düşünce girdabına savrulmaktan kurtulamayacaklardır.
Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm-, hayatının her safhasını bir beşer olarak yaşamıştır, O -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu hâliyle dahî; «İnsanlığın Efendisi» konumundadır. O’nun için Kur’ân-ı Kerim’de;
“…(Ey Muhammed!) De ki; ben de sizin gibi bir insanım…” (el-Kehf, 110) buyurulmaktadır. Evet, O bir insandır; ancak hâl ve davranışlarıyla, «âlemlere en güzel örnek bir gaye insan»dır. O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; emsalsiz davranışlarıyla, en muhteşem kul idi. Kâmil ahlâkı, zirve îmânı, örnek şahsiyeti, sağlam duruşu, ulaşılmaz sabrı, nezih davranışları, herkesi kucaklayıcı şefkati ve idareciliği, imrenilecek firâset ve basîreti ile O -aleyhissalâtü vesselâm-; her zaman, «en» mükemmeli insanlara sunmuş, «en üstün insan» idi. Herkes bilsin ki, O; bütün insanlığın yüz akı olan bir şahsiyettir.
Uzun yıllardır gelişen teknolojiyle makineleşen çağa hâkim olan modernitede, artık dînin bir varlık sürdüremeyeceği düşünülüyordu. Bilimin ilerlemesi, teknoloji kullanımının yaygınlaşması, hızla şehirleşme neticesinde gelen zenginlik ve kalkınma, insanlığın huzur ve refahına yeter sanıldı ve bu sâik ile din, hayattan tasfiye edilmeye çalışıldı. Pozitivist ve materyalist düşünce sistemi, insanların ruh dünyasını aydınlatmaya yetmedi. Bugün bunalımlar ve rûhî çalkantılar içerisinde savrulan insanların; hep beraber, bir toplum barışına ihtiyacı var. O barışın temel taşı, îmandır.
Dünyanın bugün yaşadığı gerçekler ve çalkantılar, bizlere hayatın gidişâtında ciddî bir değişimin olması gerektiğini söylüyor. Bu değişim ise ancak İslâm’ın sunduğu içtimâî ve ilâhî reçeteyle mümkündür. Bugün topyekûn insanlığın, o âlemşümul dînin, âlemşümul Peygamberi’nin hayatını ve sünnetlerini anlamaya, öğrenmeye her şeyden çok ihtiyacı vardır. Çünkü O -aleyhisselâm-, getirdikleriyle ve hayatıyla insanlığın yüz akıdır.
Dünyevî kaygılar, internet ve bilgisayar dünyasının yaydığı olumsuzluklar; insanların ruh dünyasının çökertilmesinin ardından yaşanan bunalımlar, stresler, depresif hâller; bunların beraberinde artan intiharlar, çiğnenen insan hakları, zedelenen kardeşlik hukuku ve gereksiz üretilen endişeler… İnsan; hayatına giren bir dizi olumsuzluklar zinciri karşısında, O rahmet Peygamberi’nin değerlerine, Kur’ân’ın sunduğu eşsiz mesajlara bugün ne kadar çok muhtaç!
Âdeta yaşayan canlı bir Kur’ân olan Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-; insanlığı her dâim, Kur’ânî prensipleri ciddî ve ilkeli olarak yaşamaya çağırmış, ömrünü bu hakikate adamıştır. Rasûlullah -aleyhissalâtü vesselâm-, bu hâliyle insanlığın yüz akıdır. O kutlu ve eşsiz Nebî’nin arkasından gelenler, O’nun sünnetleriyle, örnek davranışlarıyla hayatlarına müstakîm bir yol ve yön çizmişlerdir. Asr-ı saâdette o mü’min kimlikler, Kur’ân ve sünnet ışığında toparlanarak şuur kazandılar. Bugün de aynısı yapılmalıdır.
Kâmil şahsiyet, eşsiz ve seçkin Nebî, hayatı boyu kimseyi ayıplamadı, hiçbir kötülüğü onaylamadı. Hep sevgi, rahmet ve şefkat peygamberi oldu. Asla kendi nefsi için intikam peşinde koşmadı. Affetmek ve hoşgörü, hayatının en temel prensibi idi. Kendisinden ne istendiyse geri çevirmedi, hep verici oldu. Kimseleri kırmadı, incitmedi. O -aleyhissalâtü vesselâm- rahmet peygamberiydi. Bırakın mü’min kardeşlerine, düşmanlarına dahî bedduâ etmedi, herkes için duâcı oldu. Fert ve toplum hayatında insanı mutlu kılacak prensipler, O’nun hayatının en temel esasıydı. O, her hâliyle insanlığın yüz akıydı.
O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; ahlâkının güzelliğiyle, şahsiyetinin mükemmelliğiyle, davranışlarının muhteşemliğiyle, toplumu ihyâ ve terbiye husûsiyetinin şâhikasına erişmiş bir kişilikti. O, içinde yaşadığı toplumun genç yaşta güvenini kazanmıştı. Herkes tarafından hem seviliyor hem de en zor durumlarda yardımına başvuruluyordu. Evet O, her hâliyle insanlığın yüz akıydı.
Bugün yakan yıkan, hürriyet adına başkalarının hürriyetine mâni olan, çok çalışacağı yerde tembellik göstererek vakit kaybeden, abesle iştigal eden, gözünün önündeki gerçekleri ve güzellikleri görmezden gelen, hakkı teslim etmeyen, basîretten yoksun insanlar, âcilen sevgili Peygamberimiz’in hayatını okuyup öğrenmeli ve hayatlarına yeniden bir çekidüzen vermeliler. Her şeye yanlı ve peşin hükümle bakılabilir, ancak peygamberlerin içerisinde en mükemmeline herhâlde ön yargıyla bakılamaz, bakılmamalıdır. Dolayısıyla; O güzel insanın, O güzel Peygamber’in hayatı bilhassa da, gençler tarafından ön yargısız okunmalı, öğrenilmeli sonra da hayata tatbik edilmelidir. Zira O -aleyhissalâtü vesselâm-, insanlığın yüz akı bir şahsiyettir.
Bugün dünyanın câzibesine, çeşit çeşit lezzet ve manzaralarına meftun olarak; ne yazık ki değersiz dünyayı, kendimize değerli hâle getirmişiz. Gönlümüzü fânî dünyanın heveslerine kaptırmanın acı meyvelerini, bu âlemde göz göre göre tadarken, sonsuzluk âleminin hayalini bile kuramıyoruz. Oysa İki Âlemin Efendisi, ümmetini bu hususta hep uyarmıştır:
“Uyanık olunuz! Şüphesiz dünya değersizdir. Malı mülkü kıymetsizdir…” (Tirmizî, Zühd, 14)
“Dünyadan sakının. Gerçek hayat âhiret hayatıdır.” (Buhârî, Cihâd, 110)
“Dünyada bir garip yolcu gibi olun.” (Tirmîzî, Zühd, 25) Tavsiyelerini göz ardı etmenin neticesinde bugün aldandık, maalesef dünyaya yenildik.
Hâlbuki en büyük mücadele nefsimize ve dünyaya karşı verilen direnme mücadelesidir. Ancak bize sunulan ulvî prensipleri, hayatımıza ciddî anlamda tatbik ederek yeniden dirilebiliriz. Bugün bize düşen; mânen ölen hissiyâtımızı Peygamberî düsturlarla canlandırarak, ruhlarımızı uyandırmaktır.
Dünya çeşitli kılıklarla karşımıza çıkıp, önümüze dayatmalar koyuyor;
«–Hayır, öyle değil, böyle yaşayacaksın!» diyor.
Şeytan da bizleri;
«–Peygamber’in yolundan değil, benim yolumdan gideceksin!» tuzağına düşürüyor.
Bütün bunların yanında, zulümlerin acımasızca işlendiği bir dünyada; mü’mine pek çok sahada, inandığı gibi yaşama hakkı tanınmıyor. Oysaki Efendimiz -aleyhisselâm- devrinde de, işlenmekte olan nice zulümler bulunmaktaydı. O devirde, O’nun tüm insanlığa sunduğu ilâhî prensiplerle asırlardır var olan zulümlere son verilmiştir. O; getirdiği ilâhî hükümlerle, insanlığı lâyık olduğu mevkie taşımıştı. Peygamberimiz -aleyhissalâtü vesselâm-; hep mazlumların yanında yer almış, haksızlıkların önüne set çekmiş, çaresizlerin derdine derman olmuştu.
Ne yazık son beş asırdır; ileri teknoloji, ilim-bilim ve sanat, dünya medeniyetine ehemmiyetli bir katkı sunamamış, insanların mutluluğuna da bir getirisi olmamıştır. İnsan hayatını kolaylaştırmak amacıyla üretilenler, insanları iyi bir tüketici hâline getirmiş, ama bir türlü huzur getirmemiştir.
Ekonomik, teknolojik, siyâsî ve sosyal alandaki ilerlemelerde kayda değer gelişmeler olmasına rağmen insanların insanlık yönünden iflâsın eşiğinde bulunduğu gerçeği, gözümüzün önünde duruyor. Açlık sınırında yaşayan aç-susuz, bîçare insanlar, işkence ve zulümden ciğerleri delinen, acıdan kıvrananlar, genç yaşta hayatını yitiren nice masumlar kimseyi ilgilendirmiyor. İşte gözümüzün önünde bir soykırım işleniyor. Gazze’de, Ramallah’ta, Batı Şeria’da, Kudüs’te aynı zamanda hapishânelerde Filistinli kardeşlerimize yapılan en acımasız, soysuz, âdî, ahlâksız, rezillik derecesinde olan işkenceler, katliâmlar… Ölen, yiten canlar, dağılan aileler, masum bebekler, anneler… Bütün bir insanlığın dehşetli bir soykırıma ceza vermesi ve durdurması gerekirken, alkışlar tutuluyor. Gerçekten tam bir akıl tutulması. Kahroluyoruz, içimiz ağlıyor, yüreğimiz kanıyor. Söyleyecek söz bulamıyoruz. Yazıklar olsun!..
Nerede insanlık? Hani senelerdir dem vurduğunuz, ağzınızdan düşmeyen «insan hakları»(?) Hepsi masal mıydı peki? Demek ki, yıllarca uyutulduk, aldandık…
O hâlde; aklımıza, kalbimize, rûhumuza îman nûrunu yeniden koymalıyız. Aklımızı yüreğimizden gelen vicdanımızın sesiyle, tekrardan biçimlendirmeliyiz. Hem kendimizle ilgili meseleleri hem de çevremizde cereyan eden hâdiseleri, O eşsiz örnek insan Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm-’ın insanlığa sunduğu ilâhî hakikatler çerçevesinde değerlendirmeliyiz. Hâl ve hareketlerimizde îtidalden ayrılmamalı, dengeli tavırlarımızla hayatı kolaylaştırmalı ama yozlaştırmamalıyız. Haksızlık ve hukuksuzluklarla, zulüm ve vicdansızlıklarla bir yere varılmayacağını artık idrâk etmeliyiz.
Kesin olan gerçek şu ki; Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm- bugün hayale de, hayata da gelmelidir. «O Eşsiz Rehber Şahsiyet» her zamana ve her zemine tertemiz sünnetleriyle hâkim olmalıdır ki, hayata huzur dolsun. Neticede yüreklerde fazîlet çiçekleri açsın, toprağa vahyin müşahhas nümûnesiyle canlılık gelsin. İnsanlık ve hayat yeniden iyiliğe, güzelliğe dirilsin.
Müslümanlar bu örnek ve önder kişiliği kendilerine rehber edinmeliler. Başka örnek aramaya ne hâcet! Yaşanan örneklerde hep bir kusur, defo ve eksiklik mevcut. Ama O -aleyhissalâtü vesselâm- bambaşka. O’nda hata yok, aldanma ve aldatmaca yok. O’nda doğruluk ve güvenilirlik, dürüstlük ve itimat var, edep-nezâket ve ahlâk var. Çünkü O’nun ahlâkî erdemleri vahiyden süzülenlerdir. Bu sebeple müslümanlar; beyhûde başka kapılarda yorulmamalı, enerjilerini peygamberlerini tanıma ve davranışlarını örnek almada kullanmalılar. Bu hem müslümanlar ve dahî bütün insanlar için en doğru seçenektir.
Artık içinde bulunduğumuz gafletten uyanmak ve dirilmek zamanıdır vesselâm.