DONDURMAM GAYMAK!

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

 

 

Annesi gül koklasa, ağzı gül kokan çocuk;

Ağaç içinde ağaç geliştiren tomurcuk…

 

Çocukta, uçurtmayla göğe çıkmaya gayret;

Karıncaya göz atsa «niçin, nasıl?» ve hayret…

 

Fatihlik nimetinden yüzü bir nurlu mühür;

Biz akıl tutsağıyız, çocuktur ki asıl hür…

 

Allah diyor ki: «Geçti gazabımı rahmetim!»

Bir merhamet heykeli mahzun bakışlı yetim…

 

Bugün ağla çocuğum, yarın ağlayamazsın!

Şimdi anladığını, sonra anlayamazsın!..

 

İnsanlık zincirinin ebediyet halkası;

Çocukların kalbinde işler zaman rakkası…

 

(Necip Fazıl KISAKÜREK)

 

 

 

 

 

Çocukluğumun büyük bir bölümünün geçtiği Denizli’deydik.

 

Yaz aylarını iple çeker, mahalleye küçücük maviye boyadığı üç tekerlekli tahtadan yapılmış arabasıyla; 

 

“–Dondurmam kaymak!” diye bağırarak giren dondurmacı İbrahim amcanın yolunu gözlerdik.

 

Arabanın ahşap kısmı mavi boya ile boyanmış, tezgâh kısmı naylon beyaz bir örtüyle kaplanmıştı. 

 

Bu beyaz naylon örtü, aynı zamanda baklava dilimli olarak kesilmiş bir şekilde arabacığın üst tarafını örten beyaz tentenin etrafını da çeviriyordu. 

 

Tezgâhın ortasında kalaylanmış bakır dondurma kazanının oturtulduğu bir boşluk, bunun yanında da beyaz tertemiz ıslak bir bez bulunurdu.

 

Arabanın yan tarafına lâstik iple bağlanmış naylon bir sepet olur, bu sepet de iç içe geçmiş külâhlarla dolu olurdu. 

 

Arabacık mahalle aralarındaki toprak yollardan ağır ağır ilerlerken; önce, sarsıntıyla tentesinden sallanan bir ipin ucuna asılmış küçük çıngırağının sesi duyulurdu.

 

Arkasından dondurmacı İbrahim amcanın; 

 

“–Dondurmam kaymak!” diye bağıran sesi gelmeye başlardı.

 

Bu sesi duyunca annelerimizden aldığımız 25 kuruşlarla, çoğunlukla da çay bardaklarıyla, dondurmacı İbrahim amcanın yanına seğirtirdik. 

 

Evi bizim mahallenin yakınındaydı, dondurmasını evinin bahçesinde yapardı. 

 

En büyük zevkimiz, onun dondurma hazırlayışını seyretmekti. 

 

Tabiî dondurmayı bitirdikten sonra aldığımız mükâfat, bizim onu sabırla ve sessizce seyretmemizi sağlardı.

 

Önce bahçenin bir köşesinde bir çukur kazardı; içine buzhâneden aldığı buzu çekiçle kırar, onun üzerine de tahta talaş koyardı. Sonra evden, içerisine süt ve dondurma malzemelerini doldurduğu kapaklı ince uzun bakır dondurma kazanını getirir, çukura oturturdu.

 

Kazanın etrafını tekrar buz parçaları ve talaş ile takviye ederdi.

 

Kendisi de çukurun başına oturur; kazanın kulplarından tutup, çukurun içinde sağa-sola çevirmeye başlardı.

 

Arada kazanın kapağını kaldırır, uzun bakır dondurma kaşığıyla dondurmayı karıştırır, sonra kapatıp tekrar çevirmeye başlardı.

 

Bu işlem yaklaşık iki saati bulurdu.

 

Bizler 7-8 çocuk; hararetle, biraz uzağında, onun kan ter içinde dondurmayı karmasını izlerdik.

 

Dondurma kıvâma gelince, bize sorardı:

 

“–Aranızda yetim, öksüz var mı?”

 

İçimizden birinin babası ölmüştü. Önce onu çağırır, yanında getirdiği külâhlardan birine biraz dondurma koyardı.

 

Sonra yine sorardı:

 

“–Aranızda en küçüğünüz hanginiz, önce o gelsin bakalım!”

 

Böylece küçükten büyüğe hepimize yaptığı dondurmasından tattırır, kalite kontrolden geçince de;

 

“–Hadi bakalım şimdi evlerinize!..” deyip bizleri gönderirdi.

 

Tabiî damağımızda kalan o lezzetle; evlerimizin önünde, onun çıngırağının ve; 

 

“–Dondurmam gaymaaak!..” diye bağıran sesini beklerdik.

 

Yaz günlerinin bu tatlı hâtırası, mahallemizin camisinde gittiğimiz Kur’ân kursuyla taçlanırdı.

 

Bir gün camide İmam Efendi, ara verdiğimiz sırada sordu:

 

“–En çok neyi seviyorsunuz çocuklar?”

 

Hep bir ağızdan;

 

“–Dondurmacı İbrahim amcanın dondurmalarını!” dedik.

 

“–Peki neden!”

 

“–Çünkü yaptığı dondurmaları önce bize tattırıyor…” deyip; «önce yetimlerden, sonra küçüklerden başlayıp, onu seyretmeye gelen çocuklara dondurmalarından tattırdığını» anlatınca İmam Efendi;

 

“–İbrahim Efendi’yi sevmekte haklısınız çocuklar. Çünkü kendisi, Peygamber Efendimiz’in sünnet-i seniyyesini uyguluyor.” dedi ve îzah etti:

 

“–Peygamber Efendimiz herhangi bir şey ikrâm edeceği zaman çocuklara öncelik tanırdı. Medine’de insanlar; yetiştirdikleri ilk meyveyi Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e getirirler, O da onlara bereket duâsı yapardı. Duâsının ardından ise, oradaki en küçük çocuğu çağırır ve meyveyi ona ikrâm ederdi.

 

Âişe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz şöyle anlatır: 

 

“Sırtına iki kız çocuğunu almış yoksul bir kadın çıkageldi. Ona üç hurma verdim. O da kızlarına birer hurma verdi; kadın, (kalan) öteki hurmayı yemek için ağzına götürmüştü ki, kızları onu da istediler. Kadıncağız yemek istediği hurmayı bu iki kızı arasında bölüştürdü. 

 

Kadının bu hâline hayran kaldım ve yaptığını Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e anlattım. Şöyle buyurdu: 

 

«Bu şefkati sebebiyle Allah Teâlâ, o kadına mutlaka cenneti vermiş (veya) bu sebeple onu cehennemden âzâd etmiştir.»” (Müslim, Birr, 148)

 

Dondurmacı İbrahim amcaya Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.

 

Cenâb-ı Hak; cümlemize, Rasûlullah Efendimiz’in örnek şahsiyetinden hisseler alabilmeyi nasîb etsin.

 

Bizleri Efendimiz’in şefaatine nâil eylesin.