YENİ MÜFREDAT ÜZERİNE…

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

 

Asil medeniyetimizin değerlerinde, bilginin hikmetle yoğrulup insanlığın faydasına sunulması esastır. Şerefli İslâm dîninin hedefi, «kâmil insan» yetiştirmektir. Tarihten bugüne medeniyet kuran milletlerde; bilgelik, adâlet, iffet, şecaat, edep ve terbiye hâkimdi. Fazîletli değerler merkezdeydi. Hakikî eğitimde; madde yanında, ruh ihmal edilemez. Eğitimden maksat, nesillere doğru ve müsbet bir kişilik kazandırmanın yanı sıra iki cihan huzur ve mutluluğu ideali verilmesidir.

 

Şu bir gerçek ki, bugünkü eğitim, materyalist bir eğitimdir. Materyalist eğitim; «kâmil insan» değil, «maddeci insan» yetiştirir. Maddeci insan ile medeniyet kurulur mu? Okutulan ders kitaplarında, uzun senelerdir; neslimize, iflâs etmiş, ispatlanamamış evrim teorileri anlatılarak, genç zihinlere âdeta düşünme melekeleri kaybettirildi. İnsan hayvana benzetildi. Oysaki hayvanların medeniyeti olmaz. Yalnızca insanlar medeniyet kurarlar. 

 

Geçmişten bu yana, batıdan alınıp kopyalanan eğitim programları ile bugünkü nesil yetişti. Ülkemiz; bölgesinde medeniyet değerlerine sahip, dünyada yükselen bir güçtür. Böylesi bir güce; kalkınmak, yükselmek yakışır. Ancak bugün var olan taklitçi eğitim sistemiyle, bu yükseliş gerçekleşemez. Bugüne kadar batı hayranlığıyla sarhoş, kendi değerlerini küçük gören bir nesil yetişti. Türkiye neredeyse iki yüz seneye yakın bir zamandır, batıyı taklit ediyor. On nesil geçti. Hani ortada bir medeniyet var mı?

 

İnsanlarımız senelerdir para-pul, makam-mevki peşinde koşarken; bugün ise kariyer, haz-hız eksenli, lüks meraklısı, hiçbir değeri önemsemeden çabucak köşeyi dönme mantığına sahip nesiller oluştu. Nerede kaldı İstiklâl Marşı, Çanakkale türküsü, Sakarya ülküsü? İnkılâp tarihi dersi zorunlu ama, Kur’ân, siyer dersleri seçmeli. Biz müslüman bir ülkeyiz, bu nasıl çarpık bir mantık? Kendi değerlerimiz zorunluluk dışı.

 

Birkaç sene önce Cumhurbaşkanımız; İbn-i Haldun Üniversitesi Külliyesi açılış töreninde yaptığı konuşmasında, eğitim hususunda çok ehemmiyetli tespitlerde bulunmuştu. Bu tespitlerden birkaç paragrafı buraya almak istiyoruz: 

 

“Genç bir nüfusa sahibiz ama medeniyet tasavvurumuzu, lâyıkıyla hayata geçiremiyoruz… Sonuçta, ülke ve millet olarak kendimizi kontrolsüz bir batılılaşma fırtınasının içinde bulduk. Fikri hür, irfânı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmek için çıkılan yolun; en sığından, en bayağısından, en çarpığından bir batı taklitçiliğine dönüşmüş olması, Cumhuriyetimizin en büyük kaybıdır. Her dönemde elbette bu fikrî sancıyı yaşayan, tartışmayı ve arayışı sürdürmeye çalışan dâvâ insanları çıkmıştır. Ama bunların sesi ve üretimi; devlet gücünü de arkasına alan kayıtsız şartsız batıcılığı savunan zihniyetin, faşist dayatmaları karşısında yetersiz kalmıştır…

 

Gerçek iktidarın, fikrî iktidar olduğunu da gayet iyi biliyoruz. Tek tek fertlerden başlayarak toplumun tamamına ve oradan da insanlığa uzanan fikrî iktidar yolu, gerçekten zor ve zahmetli bir süreçtir. Şahsen bu konuda kendimi biraz mahzun hissediyorum. Samimî bir muhasebe ile; geçtiğimiz 18 yılda, her alanda tarihî eserlere ve hizmetlere imza attığımızı, ama eğitim ve öğretimde, kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadığımızı düşünüyorum…

 

İnancımızın mutlak hakikatlerinden aldığımız güçle, çok daha büyük hedefler peşinde koşacağız. Önümüzdeki dönemde; önceliğimizi -aileden başlayarak- eğitim-öğretim hayatları boyunca evlâtlarımızı hakkıyla yetiştirmek olarak değiştirmemiz şarttır. Bu değişim, topyekûn bir eğitim öğretim reformunu gerektirir.”

 

Biz de yıllardır, eğitim ve öğretim reformlarından; senelerdir, taklitçi batı eğitiminin neslimizi âdeta felç ettiğinden bahsederiz. Hâlbuki bizim mâzîden gelen, kökü asil medeniyetimizin değerlerine dayanan, kendimize ait mânevî dinamiklerimiz ve buna bağlı olarak verilmesi gereken bir eğitim sistemimiz var. Biz bu değerlerimizle, üç kıtada at koşturduk. Şerefli bir geçmişimiz, tarihe ismini kazdırmış şahsiyetlerimiz var. 

 

Bu millet ne zaman ki yüzünü batıya, arkasını kendi değerlerine döndü; işte o zamandan bu yana hezîmetler, başarısızlıklar, ahlâkî seviyesi düşük davranışlar peşimizi bırakmadı. Eskiden gençler, ne idüğü belirsiz, ahlâkî değer ve kaliteden yoksun, batı insanlarını model alıyordu. Şimdi ise bunlara ilâveten evlâtlarımız, inançsızlık girdabında sürüklenerek, «deizm» bataklığında âdeta boğulmuş durumda. Her zaman deriz; 

 

«İnanç, insana insânî özellikler kazandırır. İnançsız hayat, hayat değildir.» 

 

Şurası net ki; materyalist, çağdaş, seküler sistem, insanları mutlu ve huzurlu kılmamıştır. 

 

Uzun süredir; «Eğitim hususunda reform, mutlaka şarttır.» diyoruz. Reform, iyileştirme demektir. Bundan maksat nedir? Yeni nesle, neyi kazandırmak istiyoruz? Bunların cevabı ehemmiyetli! Bunların cevabı aslında, millî eğitimin temel düşüncesidir. Bugün bilgi, önemli bir değer ve sermayedir. Biz reform sayesinde; yeni yetişen neslin ilmî açıdan iyi yetişmiş, hür ve tenkitçi düşünceye sahip, üretken, yeteneklerini aktif hâle getirebilen girişimci bir rûha sahip olmasını istiyoruz. Bu şekilde yeniliğe açık, beyni donanımlı nesiller ancak, geleceği göğüsleyebilir. Böyle bir neslin yetişmesi adına, her çeşit çağdaş teknik gelişimin temini için, bu millet; yemez yedirir, giymez giydirir, her türlü fedâkârlığı yapar, devletimiz de hâkezâ. Zaten devletimizin temin ettiği, son teknolojiye sahip eğitim materyalleri herkesin önünde. 

 

Ancak senelerdir millî eğitimde iyileştirme yapmak adına; var olan çarpık sistemin orasından-burasından düzelt, kırp, ilâve yap… yahut değiştirir gibi yalandan ya da «yapar gibi» sözüm ona tedbirlerle bu iş yürütülmeye çalışıldı, çalışılıyor. Ancak olmadığını yetişen nesiller söylüyor. Daha orta ve lise öğretiminde hattâ imam-hatiplerde dahî ateist, deist veya çift cinsiyetli, LBGT’yi destekleyen öğrenciler çıkabiliyor. Son senelerde bunların sayıları oldukça fazlalaştı. Sonrası bunlar yetişip insan içine karışıyorlar; ne yaptıkları mesleklerde, ne kurdukları ailelerde zerre kadar iyilik-hayır-güzellik bulunmuyor. Bu nesil; insanları kıyasıya eleştiriye tâbî tutuyor, idarecilere ve sisteme sövüp saymaya kadar işi götürüyorlar. Bu nankörlüktür. Onlara hizmet edenlere doğrusu yazık oluyor.

 

Şimdiye kadar millî eğitimde, Tanzimat’tan bu yana, neredeyse yüz elli senedir, reform adına o kadar çok değişimler yapıldı ki; ancak gerekli altyapı hazırlanmadan; yapılan değişikliklere ciddî olarak, geniş kapsamlı, tüm detaylarıyla kafa yormadan; 

 

«–Acaba bu proje ülkemiz adına yararlı olur mu?» araştırması gerçekleştirilmeden; 

 

«–Meslekî olarak gerekli donanıma sahip yeterli eğitmen var mı?» 

 

«–Getirilmesi tasarlanan yenilikle, eğitim-öğretim ile müfredat arasındaki uyum bozulur mu?» çalışmaları yapılmadan, hızlıca, ezbere uygulanan yenilikler, millî eğitimin bünyesine, daha başka yeni yükler getirmiştir. 

 

Neticede, insanların eğitime olan güvenleri yıkılmıştır. Şurası bir gerçek ki; şimdiye kadar eğitim alanında, her siyâsî zemine uygun geliştirilen politikalarla, eğitim sistemimiz hakikaten laçkalaşmıştır. 

 

Yirmi senedir, muhafazakâr ve milliyetçi bir hükûmet işbaşında hamdolsun. Bu hükûmetin gayesi, dindar ve kaliteli bir nesil yetiştirmekti. Bunun için iyi bir eğitim sistemi şarttı. Maddî bilginin yanı sıra; mânâ bilgisinin nesillerin hem zihinlerine hem ruhlarına âdeta dantel gibi işlenmesi gerekiyordu. Çok ciddî bir emek, gayret ve yoğun bir çalışma isteyen bu iş, geciktirilmemeliydi. Bugüne kadar, her yeni gelen bakan bir şeyler yapmaya çalıştı. Ama tabiî senelerdir çözülmeyen, eğitimle ilgili problemler, âdeta kangren hâline gelmişti. Yapılanlar yetersiz kaldı.

 

Eğitimdeki eksikleri kapatma ve iyileştirme sağlama adına; devletimizin yaptığı gözle görülür gelişmeler de yok değildi, yapılanlar asla inkâr edilemez. Bunları şöyle bir hatırlamakta fayda var:

 

Eğitim sisteminde; İmam Hatip Ortaokullarının yeniden açılması, Kur’ân-ı Kerim ve siyer derslerinin seçmeli ders olarak okutulma kararının alınması; din kültürü ve ahlâk bilgisi derslerinin bir kültür aktarımı olarak muhtevâsına değişimler getirilmesi, Kur’ân kurslarındaki yaş tahdîdinin kalkması, üniversitelerde ve kamu kuruluşlarında çalışanların «başörtüsü» meselesinin çözümlenmesi, katsayı farkı uygulamasının kaldırılması, ülkemiz adına yıllardır sabırla beklenen, istenen, özlenen çok büyük gelişmelerdi. Emeği geçen herkesten Rabbim râzı ve hoşnut olsun. 

 

Eksikler var evet, ancak yine de, eğitimde böylesine ciddî atılımların yapılması, millî eğitimde atılmış cesurca adımlardır. Yine radikal pek çok reform gerçekleştirildi. Bunlara da bakalım isteriz: Andımızın kaldırılması, eğitimin aksamaması için 19 Mayıs törenlerine getirilen biçimli tasarım, «Fatih» projesi kapsamında uygulanan tablet bilgisayar destekli eğitim, akıllı tahtalar, 4+4+4 uygulamasıyla erken yaşta meslekî yönlendirme, orta hâlli ailelerin çocuklarını iyi yerlerde okutmak adına bütçelerini sıkıntıya sokan dershânelerin kaldırılarak okula dönüştürülmesi… Bunlar, yılların tecrübeli bir eğitimcisi olarak ifade ediyorum ki, fevkalâde güzellikteki iyileşmelerdir. Eğitimin bünyesindeki bu yapı değişiklikleri, devrim niteliğinde yeniliklerdir. 

 

Konunun uzmanı olan hakkāniyet sahibi ilim adamları; eğitim alanındaki bu gelişmelerin, cumhuriyet tarihindeki en büyük kayda değer gelişmeler olduğunu belirtiyorlar. Biz de aynı fikirdeyiz. 

 

Bugüne kadar devlet okullarındaki kalabalık sınıflar, imkân yetersizliği, materyal noksanlığı, öğretmen kalitesizliği, idareci duyarsızlığı, öğrenci haylazlığı gibi sebeplerden dolayı istenen, özlenen nesiller yetiştirilemedi. Bu sefer; özel okullar devreye girdi ve parası olanların çocuklarını daha iyi yetiştirme yarışı başladı. Orta hâlli insanlar da; «Bu yarışta ben de olmalıyım.» diyerek, büyük bir emek, gayret ve fedâkârlık göstererek, çocuklarıyla beraber yarışa dâhil oldular. 

 

İşte böylesi uzun soluklu, dur-durak bilmeyen, seneleri alan sıkıntılı eğitim sürecinin sonunda, öğrencilerimiz üniversite imtihanlarına giriyorlar. Fakat burada giderilmesi beklenen ehemmiyetli bir problem daha var. O da şudur ki, üniversite imtihanına girecek öğrencilerin, bunca yıllık bilgi birikimleri, iki saatlik bir imtihanın neticesine bağlanıyor. 12-13 senelik analı-babalı-öğrencili çalışmanın sonucu, iki saatlik bir imtihanla anlaşılamaz. Farz edin ki; çocuk, o gün hastalandı, imtihana gidecek durumda değil, bir sene boşa mı gitmeli? Yahut aşırı heyecandan, öğrenci o gün imtihana odaklanamadı, bir sene boşa mı gitmeli? Senelerdir sürdürülen bu problemli imtihan sistemi, en kısa zamanda düzeltilmelidir. İmtihanların yılda birkaç defa yapılması, en tercihe şâyan uygulamadır. Üniversite imtihanına girecek adaylara, hangi dönem hazırsa, o vakit girebilme imkânı tanınmalıdır. Bu uygulama, öğrenciler adına yapılacak ehemmiyetli bir gelişme olacaktır. Bir zamanlar bu husus; yetkililerce dillendirilmişti, ama uygulamaya konamamıştı. Böylesi bir kararın hayata geçirilmesini bugün için de bekliyoruz. Zira öğrenciler adına bu uygulama, iyi bir fırsat olacaktır. 

 

Öteden beri; «Eğitimde reform mutlaka gerçekleştirilmelidir.» dedik. Şunları yazmış ve söylemiştik: Reform ihtiyacı için önce müfredattan başlanmalıdır. Millî eğitimde bu işle vazifeli olanlar, en başından başlayarak bizzat Millî Eğitim Bakanlığı ve Tâlim Terbiye Kurulu; yeni ders kitabı yazımı ve içindeki müfredâtı belirleyici, sahasında ehil, liyâkatlı bilim adamlarından oluşan bir kurulla, her branşta şerefli geçmişimizi ıskalamayan, inanç değerlerimizi ötelemeyen yeni kitaplar yazdırmalıdır, demiştik. 

 

Bizim uzun senelerdir arzu ve isteğimiz odur ki; ders kitaplarının muhtevâsı, inancımızla çatıştırılmasın, karşı karşıya getirilmesin, arada çelişki var gibi gösterilmesin. Kâinattaki her mevcut bilgi, Hak bilgisinin dışında olmaz, olamaz. Biz diyoruz ki; çocuklarımıza madde verilirken, mânâ ile harmanlanarak verilsin. Nasıl ki, fen bilgisi ve matematik teknolojiyle harmanlanarak verilmeliyse; îman ve inanç ile ilgili hakikat bilgileri, ilmî derslerle iç içe olarak verilsin. İlmî gerçekler, din gerçeğinin dışında; kendiliğinden olmuş veya tesadüf gibi, ilmî hakikatlerden kopuk, düz bir mantıkla verilemez. Artık safsata hâlinde önümüzde duran, ilmî olarak da çürütülmüş, ezik ve çöp olan bilgiler; bilhassa fen bilgisi kitaplarından çıkarılmalıdır. Senelerdir süregelen; batıcı, taklitçi, materyalist, evrimci, tanrısız eğitim sistemi terk edilmelidir, dedik. Yüz elli yılı geçkin senedir ispatlanamamış evrim teorisi bilim değildir, nesiller bunlarla eğitilemez. 

 

Elbette ki eğitim câmiası; toplumun hemen her kesimini, velisiyle-öğrencisiyle-öğretmeniyle, bilim adamıyla, uzmanıyla kuşatıyor. Bu hususlar dikkate alınarak hazırlanan yepyeni bir muhtevâya sahip ders kitaplarının, en kısa zamanda hazırlanmasını yürekten istiyoruz. Daha fazla gecikmeden millî eğitimin yapacağı en önemli reform budur, dedik. Yirmi senedir bu başarılamadı, artık beklenmemeli, demiştik… Derken hâl-i hazırdaki Millî Eğitim Bakanı, bu iş için kolları sıvadı. Okullara gitti, öğretmenleri dinledi, hakikaten çok ciddî gayretler sarf etti. Neticede, «Türkiye Yüzyılı Maarif Müfredâtı» hazırlandı. İnternet sitesine kondu, pek çok kişinin incelediği gibi, biz de âcizâne inceledik. 

 

«Öğretim Programları Ortak Metni» güzel hazırlanmış, yoğun bir çalışmanın mahsûlü. İncelediğimiz ortak metinde; insanın madde-mânâ, ruh-beden, kalp-zihin yönleri dikkate alınmış. Mânevî ve kültürel değerlere ehemmiyet verilmesi, medeniyet inşâ edici, geliştirici bir nesil yetiştirme hedefleri isteniyor. Bu hayâtî önem taşıyan mevzuların, az da olsa ders kitaplarına yansıtılması gerçekten çok önemli.

 

Ancak burada iddia edilen çok çok önemli bir husus var: 

 

Millî Eğitim Bakanlığı ders programı hazırlama komisyonu üyeleri; Rockefeller, Fullbright, Carnegie gibi vakıfların burslarıyla okumuş kişilerden oluşuyor ve komisyonu onlar yönetiyor. ABD, Türk Millî Eğitim politikasını istediği çizgiye getirebilmek için, tam on yıl bu işle vazifeli dokuz bin kişiyle, yani ajan ile çalışmıştır. Bu zorlu işi başardıktan sonra, yurtlarına dönmüşler. Ama yerlerine bıraktıkları… Bahsedilen burslarla yetişmiş, küresel sermayeye hizmet eden adamları önce Amerika’ya götürüp eğitmişler, zihinlerini yıkamışlar, sonra da Millî Eğitim Bakanlığında en etkili yerlere yerleştirmişler. O yüzden istenen değişikliklere onay verilmiyor ne yazık ki. Aslında bu zevâtın değiştirilmesi hedef olmalı. Ama tabiî bu iş o kadar kolay değil. Rabbim en kısa zamanda bu yükten bizi kurtarsın.

 

Yeni müfredat programında, bazı derslerde «zenginleştirme» temasıyla, «biyografik» olarak tarihimizdeki kıymetli şahsiyetleri, örnek alınacak devlet adamlarını, anlatma çalışmalarına imkân verilmiş, güzel ve akıllıca bir uygulama… Tabiî bunun için öğretmenler önemli. Yıllardır hep dile getirdiğimiz; «Öğretmen Akademileri» gibi, yeni programda bir sene; «Öğretmen Yetiştirme» çalışmaları başlatılmış. Çok isabetli, emeği geçenleri tebrik ederiz. Hakikaten öğretmenler; nesilleri ayağa kaldıracak dinamiklerin pratik uygulayıcıları, hayatın rehber şahsiyetleridir. Asıl onların maddî ve mânevî donanımlı olması elzemdir, zira yavrularımız onlara emânettir. Toplumun mimarı durumunda olan öğretmenlerimiz; insanımıza îman, inanç, ahlâk, azim, çalışkanlık, doğruluk ve dürüstlük aşılayacak önemli potansiyellerdir. Öğretmenlerle ilgili önemli bir konu daha var:

 

Eğitim işini döndüren öğretmenlerdir. İyi ve kaliteli bir eğitim, iyi ve kaliteli öğretmenlerle sağlanabilir. Bunun için en başta ülkemizde öğretmenlik mesleğinin toplumdaki kalitesinin ve itibarının yükseltilmesi lâzımdır. Eğitim sistemi başarılı ülkelerinin hepsinde; öğretmenlik, iyi para kazanılan, itibarlı bir meslek konumundadır. Öğretmenin ekonomik kaygısı olmamalı ki, kendini her şeyiyle mesleğine verebilsin. Ülkemizde nasıl «tıp» mesleği itibarlı bir meslekse; onları yetiştiren öğretmenlik mesleğinin de, ayni itibara yükseltilmesi gerekir. Zira geleceğin neslini yetiştiren öğretmenlik mesleğinin kudsî özelliği vardır. 

 

İnsan kaynakları yönüyle; dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan ülkemizin konumu, kritik bir önemi hâizdir. Eğer gerçekleştirebilirse eğitim alanındaki yeni projeleriyle, belki de dünyaya model ve öncü ülke olacaktır, Hazret-i Allah -celle celâlühû-’nun izniyle. Ekonomide nasıl dünya iflâs ederken, kendimize güvenli bir performans sergileyerek, dünyanın gelişmede ikinci ülkesi olduysak, aynı potansiyeli en kısa zamanda, eğitim alanında da göstermeyi, yürekten arzu ediyoruz.