Güzîde Sanatımızda; «GÜZÎDE AİLE»
Hasan TOPBAŞ hasantopbas87@gmail.com
Hak Teâlâ Hazretleri, içerisinde hüzün ve sürur dolu nice hâdiselerin yaşandığı bir Muharrem ayına daha bizleri kavuşturmuş bulunuyor.
Nitekim, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in;
“Cennet gençlerinin efendilerindendir.” (Tirmizî, Menâkıb, 30/3768) şeklinde iltifat buyurdukları ciğerpâreleri Hazret-i Hüseyin -radıyallâhu anh- ve maiyyetindeki masumların, Kerbelâ nam diyarda şehîd edilmesi ile neticelenen elîm hâdise de maalesef yine bu ayda yaşanmıştı.
Dolayısıyla, bu ay;
Rasûlullâh’ın rahle-i tedrîsinden geçerek «insanlığın en güzîde ailesi» mertebesine ulaşmış «ehl-i beyt» ile olan irtibatımızı ve muhabbetimizi tazelemek için de iyi bir fırsattır.
Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, ehl-i beyt için medeniyetimizde daha çok; «Pençe-i Âl-i Abâ» ve; «Hamse-i Âl-i Abâ» tabirleri kullanılmış olup; dayanağı ise, Tirmizî’de geçmekte olan şu hadîs-i şeriftir:
Bir gün, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Ümmü Seleme’nin evinde iken;
“Ey ehl-i beyt! Allah kusurlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak ister.” (el-Ahzâb, 33) meâlindeki âyet-i kerîme nâzil olmuş ve bunun üzerine Efendimiz; Hazret-i Ali, Hazret-i Fâtıma ve torunlarını abasının altına alarak;
“Allâh’ım, benim ehl-i beytim işte bunlardır; bunların kusurlarını gider, kendilerini tertemiz yap!” diye duâ etmiştir.
Bunu gören Ümmü Seleme -radıyallâhu anhâ-’nın;
“–Yâ Rasûlâllah! Ben de onlarla beraber miyim?” diye sorması üzerine, Rasûl-i Ekrem de;
“–Yerinde dur, zira sen zaten hayırla birliktesin!” cevabını vermiştir. (Tirmizî, Tefsîr, 4, Menâḳıb, 32, 60; Müsned, IV, 107)
İşte, medeniyetimizin şuurlu sanatkârları da, istikamet üzere yaşantıları ile başlarımızın tâcı, ehl-i beyt büyüklerimizi eserlerinde zikrederek; onların feyz ü bereketinden nasiplenebilmek maksadıyla, sayısız güzellikte çalışmalar ortaya koymuşlardır.
Ancak biz, makalemizin teknik imkânlarını da göz önünde bulundurarak; İslâm sanatları içerisinde güzîde bir mevkie sahip olan «hüsn-i hat» sanatında, bu mümtaz aileyi konu alan eserlerinden bazılarını tetkik ile istifadenize sunmak isteriz.
ÜÇ NESİLLİK «HOCA-TALEBE» SİLSİLESİNDEN MİSALLER
Şüphesiz, en kadîm sanatımız olarak addedilen «İslâm güzel yazısı»nda hoca-talebe münasebeti pek mühimdir.
Zira bir üstâda talebe olan sanatkâr namzedi, uzunca bir müddet, sabırla yazı tâliminde (meşk) bulunarak; en nihayetinde hocasından, sanatında yeterli seviyeye eriştiğini gösteren ve; «İcâzet-nâme» adıyla bilinen, müsaade belgesini almaya hak kazanır.
Bu sayede, söz konusu sanat dalında rüştünü ispat etmiş talebenin, hangi hocanın eğitiminden geçtiği de kayıt altına alınmış olunur. Yine bu usûl vesilesi ile, asırlardır güzel yazı sanatımıza hizmet edenler kimseler; bir «hoca-talebe silsilesi» içerisinde, eksiksiz bir şekilde tespit edilebilmektedir.
Bu kısa bilgilendirmenin ardından; ehl-i beyt ile alâkalı eserleri ile gönüllerde latîf hisler yaşatan, üç kuşaklık bir muhabbet halkasından bahsetmek istiyoruz:
Makalemizin baş kısmında görülen eserin; 19. asır Osmanlı siyaset, ilim ve sanat sahalarına damgasını vurmuş, büyük üstad «Kazasker Mustafa İzzet Efendi»ye (v. 1293/1876) ait olduğu bilinmektedir.
Devrinin hezarfeni sayılabilecek derecede mûsıkîye (bestekârlık-neyzenlik), edebiyata (şairlik) ve hüsn-i hat sanatına olan vukûfiyeti ile medeniyetimizin müstesnâ şahsiyetleri arasındaki yerini alan Kazasker Efendi, serlevhada bulunan ve (h. 1275/m. 1858) tarihini kaydettiği eserini «celî sülüs» (iri yazı) biçiminde yazmış olup;
Levhanın en üst kısmına lâfzatullah ile başlayarak, alt kısımlarda ise sağdan sola doğru; «Pençe-i Âl-i Abâ» büyüklerimizin isimlerini (Hazret-i Muhammed, Hazret-i Ali, Hazret-i Fâtıma, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin) gayet estetik bir sûrette kaleme almıştır.
Bu samimî gayretinden ötürü, daha sonraları bir mektep hâline gelecek olan bu levhası ile alâkasını kesmeyen sanatkârımızın; bazı ekleme ve rötuşlar ile eserini, ilerleyen yıllarda yeniden ele aldığı görülmektedir;
(Aynı eserin hicrî 1278, mîlâdî 1861 tarihli
bazı ilâveler ile yenilenmiş bir sûreti)
(Bir üstteki levhanın, hicrî 1280, mîlâdî 1863 senesinde,
«Zerendûd» yani altın yaldızlama tekniği ile yazılmış diğer bir biçimidir)
BÜYÜK ÜSTÂDIN, BÜYÜK TALEBESİ!
Merhum Kazasker Mustafa İzzet Efendi, yetiştirdiği birçok vasıflı talebe ile de İslâm yazısına mühim hizmetlerde bulunmuştur.
Hattâ bu talebelerinden bir tanesi de; Kubbetü’s-Sahra’da çini üzerine nakşolunmuş yazı kuşaklarında, İstanbul Üniversitesinin âbidevî giriş kapısındaki «fetih âyetleri»nde ve Bursa Ulu Cami’nin âdeta bir hüsn-i hat müzesi hâline gelmesini sağlayan muazzam levhalarda emeği geçen ve devrinin parlak hattatları arasına bi-hakkın dâhil olan «Mehmed Şefik Bey»dir. (v. 1297/1880)
Aynı zamanda teyzesinin zevci olan hocasının sevgi ve teveccühünü kazanan Şefik Bey de; ehl-i beyte olan muhabbetini, aşağıda zikredeceğimiz şu eseri ile taçlandırmıştır:
Sanatkârımızın, (h. 1279/m. 1862) senesine tarihlendirdiği levhasını -yukarıda îzah ettiğimiz veçhile- mürekkep hâline getirilmiş altın ile (zerendûd tekniği) yazdığı anlaşılmaktadır.
İlâve olarak; sade, ancak bir o kadar da mânâlı bir şekilde tertiplediği kompozisyonundaki incelikleri de söylemeden geçmemelidir:
•Arapça «Ali» kelimesinin baş harfi olan «ayn» harfi ile «Fâtıma» kelimesinin ilk hecesi olan «fâ» hecesinin ortak olarak kullandığı kısımları mükemmel bir sûrette kaynaştırarak; sanki, Hazret-i Ali ve Hazret-i Fâtıma’nın bizlere örnek olan o eşsiz muhabbetlerine işaret etmiş,
•Yine, Arapça imlâları ile, «Hasan» ve «Hüseyin» kelimelerinin müşterek harfleri olan «ha» ve «sin» harflerini birleştirmiş; daha küçük uçlu bir kalemle yazdığı «Hasaneyn» Efendilerimiz’in isimlerini de, muhterem ebeveynlerinin isimleri arasına, âdeta onlara kol-kanat gerilmişçesine, konumlandırmıştır.
ÜÇÜNCÜ KUŞAKTA DEVAM EDEN EHL-İ BEYT MUHABBETİ!
Son olarak, bu kıymetli silsilenin üçüncü halkası mesâbesindeki sanatkârımız ve eserine dair mâlûmat vererek makalemizi nihayete erdirelim:
İstanbul’da ikāmet ettiği semte nisbetle «Çırçırlı» nâmı ile anılan «Hattat Ali Efendi» (v. 1320/1902); yukarıdaki ismi geçen mâhir hattatımız Şefik Bey’den yazı meşk ederek celî yazı sahasında mühim bir yer edinmiştir.
Bilhassa, oluşturduğu kompozisyonlarla devrin sanat çevrelerinde dikkati çeken Çırçırlı Ali Efendi’nin; «Rabbiyessir duâsı» istifi ile Kazasker Efendi’nin de takdirini kazandığı nakledilmektedir.
Kendisine ait olan ve (h. 1313/m. 1895) senesine tarihlendirdiği eserindeki detaylar ise şöyledir:
«Yâ Ali» hitâbı, «hatt-ı müsennâ» diye tabir edilen, aynalı yazı biçimi ile tatbik olunmuş ve bu cümlelerin birleşim noktalarına; «Fâtıma» ve «Hasan Hüseyn» ifadelerinin yazılması ile de, sanki Ali -radıyallâhu anh- Efendimiz’in ailesine olan kuşatıcılığına işaret eden bir remiz ile dikkat çekilmiştir.
Tezyînatta ise sadelik ön plânda olup, mütevâzı süslemeli bir kenarlık ile eserin dört köşesine işlenen buket motifleri tercih edilmiştir.
Cenâb-ı Hak, bizleri bu yüce ailenin şefaatine nâil eylesin!