BİZİ ALDATAN BİZDEN DEĞİLDİR!

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

 

Hile ve aldatma, ilk insan olan Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’a kadar uzanan bir vâkıa. Bu silâhı insanlara karşı ilk kullanan da iblisAllah Teâlâ; Hazret-i Âdem ve eşi Havvâ Annemiz’e, cennetteki bütün nimetlerden faydalanmayı serbest bırakmış, sadece bir ağaca yaklaşmamaları hususunda îkaz etmişti. 

 

Şeytan, ilâhî huzurdan kovulup, kıyâmete kadar da mühlet alınca, Allah Teâlâ’ya; 

 

“… Sen’in dosdoğru yolun üzerine oturacağım. Sonra elbette onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve Sen, onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.” (el-A‘râf, 16) demişti.

 

Hazret-i Âdem ve eşine giden şeytan; kendilerine uygulanan bu yasağın, melek olup cennette ebediyen yaşamalarını engellemek için olduğunu söylemiş, kendisinin de onların iyiliğini istediğini ve bu meyveden yemeleri hâlinde, ebedî bir hayata kavuşacaklarını va‘dederek kandırmıştı.

 

Hilenin lügat mânâsı: “Bir kimseyi kandırmak ve yanıltmak amacıyla tertip, düzen ve oyun kurmak” mânâlarına geliyor. Buradan anlıyoruz ki; isyan hususunda olduğu gibi, hile hususunda da ilk çığırı açan şeytan, arkasından gelenlerin bir nevi hocası ve öncüsü olmuş. Bugün yeryüzünde, hile ve aldatma işini yapanlara «şeytan gibi» denilmesi, boşuna değilmiş. Hile ve aldatma, beraberinde yalanı da barındırdığı için müslümanların uzak durması ve çok dikkat etmesi gereken bir günah. Zira yalan söylemek, münafıklık alâmetlerinden birisi olarak sayılmıştır. (Bkz. Buhârî, Îmân, 24)

 

İçtimâî hayat içerisinde, hilenin en fazla görüldüğü alanlardan bir tanesi ticaret. Burası hem alanın hem satanın karşılıklı olarak dürüst olması gereken bir mecrâ. Satıcının, malda bulunan bütün hususiyetleri söylemesi, alanın da malın kıymetini vermesi noktasında hassas davranması gerekiyor. Tarafların bir tanesinin bu hususta aksi davranması hâlinde, her iki tarafın da ya maddî ya da mânevî olarak zarara girmesine sebep olan netâmeli bir alan. Bu alan, aynı zamanda malın ölçülmesi ve tartılması esnasında son derece titiz davranılması ve işe hile karıştırılmaması gereken hassas bir nokta.

 

Bu hususa Efendimiz -sallâl­lâhu aleyhi ve sellem- o kadar ehemmiyet vermiş ki, ticaretle uğraşıp ölçü ve tartı ile meşgul olanlara; 

 

“Şüphesiz siz öyle bir işe ve duruma sahip çıktınız ki, sizden önce gelip geçen ümmetler o yüzden helâk olmuştur.” (et-Terğîb ve’t-Terhîb, 3/27) buyurdu.

 

Yine ticarete ve ölçü-tartıya verdiği ehemmiyet sebebiyle zaman zaman çarşıya iner, satıcıları denetlerdi. Hattâ bu ziyaretlerden bir tanesinde; tahıl satan bir satıcıya uğramış, tezgâhtaki tahılın içerisine elini daldırmış ve tahılın ıslak olduğunu tespit etmiştir. Satıcıya; bunun sebebini sorunca adam, yağmur yağdığını ve bundan dolayı ıslak olduğunu söylediğinde;

 

“Bunun böyle olduğunu müşteriye göstersen ya! Bizi aldatan bizden değildir.” (Buhârî, Fiten, 7) buyurmuştur. 

 

Ölçü ve tartı ile meşgul olan insanlara Allah Teâlâ Kur’ân’da şu îkazda bulunuyor:

 

“Ölçü ve tartıda hile yapanların vay hâline! Onlar, insanlardan bir şey ölçüp aldıkları zaman ölçüyü tam yaparlar; kendileri onlara bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik yaparlar. Onlar, büyük bir gün için tekrar diriltileceklerini sanmıyorlar mı? O gün insanlar, âlemlerin Rabbi huzûrunda duracaklardır.” (el-Mutaffifîn, 1-6)

 

Modern çağ, bu ilâhî ve nebevî îkazları kulak arkasına atmayı ve göz ardı etmeyi artık bir mârifet olarak kabul ediyor. Zira bir şey satarken, o maldan ne kadar fazla kâr elde edebilirse, onu bir başarı olarak kabul ediyor modern akıl. Bu hükümler uygulanmayınca; «Hangi devirdeyiz?» denildiğinde, insanın da hevâ ve nefislerinin bir sınırı olmadığından, daha fazla satış yapmak, daha fazla kazanmak ve «başarı» elde etmek için şeytanın bile aklına gelmeyen hile ve tuzaklar mubah hâle geldi maalesef. 

 

Açgözlülük ve îtikādî bozukluk, freni patlayan bir kamyon misâli son sürat insanlığı felâkete götürüyor. Gözler öylesine kör olmuş ve kararmış ki; insanların hayatlarını idâme ettirmek için yedikleri gıdâlarda akla hayale gelmeyen tağşiş yöntemleri, yaptıkları üretimlerde kalitesiz malzeme kullanarak insanları zarara uğratma, zor belâ geçinen insanların ellerindeki üç-beş kuruşa göz dikip onları kandırmak bir meslek hâline geldi. 

 

Bu kadar mel‘anet işleyen insanlar ve cemiyetin, bu yapılanların yanlarına kalacağını, bedel ödemeyeceklerini zannetmeleri ise ayrı bir vâkıa. Hâlbuki Allah Teâlâ, yaptıklarımızın karşılığını dünyada göreceğimizi va‘dediyor. (Bkz. er-Rûm, 41) 

 

Şu anda, genel olarak dünyada, hususî olarak memleketimizde yaşanan ekonomik darlıklar ve zorluklar, aslında sebepsiz değil. Bu sıkıntıların giderilmesi için çeşitli çalışmalar yapılıp tedbirler alınıyor ama nâfile. İşin aslı, insanların hatalarını görüp tövbe etmesi ve bu duruma kendilerinin sebep olduğunu idrâk etmesidir. 

 

İnsanoğlu fıtratı bozup, Allah Teâlâ’nın hükümlerine ters hareket ettikçe, Allah Teâlâ da görünen ve görünmeyen sebepler ile bizleri îkaz ediyor ve bu yanlıştan dönüp tövbe etmemizi istiyor. Müslüman bir ülke olarak kabul edilmemize rağmen; sokaklarımız, çarşılarımız, pazarlarımız ve alışveriş kültürümüz, artık İslâm’ın hükümlerinden ziyade, batı kültürünün ve modern çağın bize dayattığı çeşitli fuhşiyat ve münkerat ile şekillenir oldu. 

 

Bugün bir pazara çıksanız; alışveriş yaptığınız insanlar tarafından kandırılmadan, haksızlığa uğratılmadan evinize dönemiyorsunuz. Artık bu hâl öylesine normalleşti ki, koca müesseselerin firmaları bile; sattıkları ürünlerin ambalâjlarında değişiklik yapıp, içindeki malzemeden çalmayı, gramajını düşürmeyi normalleştirdiler. Aynı ürünün, iki ambalâjını yan yana getirmeden anlaşılmayacak bu hile karşısında, şeytan bile şaşırıp kalıyordur zannederim. 

 

Biz azdıkça, nefsimizin isteklerine daldıkça; başımız dertten kurtulmuyor. Şu anda yaşadığımız birçok hâdisenin müsebbibi bizleriz. Bunu söylerken, bizi idare edenleri tezkiye etmek için veya onları savunmak için söylemiyorum, yanlış anlaşılmasın. Onlar; yaptıkları hatalar, eksikler ve yanlışların hesabını hem dünyada hem de âhirette elbette verecekler. Ama, şu aktaracağım hadîs-i şerîfi dikkatle inceler ve tefekkür edersek, ne demek istediğimiz iyi anlaşılmış olur. 

 

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurdu: 

 

“Ey muhâcirler topluluğu! Beş şey / beş olay var ki onlarla müptelâ olup denendiğiniz zaman -ki onlara ulaşmanızdan Allâh’a sığınırım- çok dikkatli olmanız gerekir:

 

1. Bir kavim ve millette fuhuş ortaya çıkıp onu alenen işledikleri takdirde, mutlaka onlar arasında tâun (öldürücü, bulaşıcı salgın hastalıklar) ve kendilerinden önce gelip geçen seleflerinde olmayan elemli, ızdıraplı rahatsızlıklar yaygınlaşır.

 

2. Ölçü ve tartıyı noksan kullandıkları takdirde, mutlaka açlık, kıtlık, bereketsizlik ve feyizsizliğe; ağır sıkıntı gam ve üzüntülere ve hükümdarların zulmetmesi (hâkimlerin âdil olmayan kararlar vermesi)ne yakalanırlar.

 

3. Mallarının zekâtını vermedikleri takdirde, gökten inecek yağmur ve bereketten mahrum kalırlar. Eğer hayvanlar olmasa onlara hiç yağmur da yağmaz.

 

4. Allâh’ın ve Peygamber’in emirlerini dinlemedikleri takdirde; Allah Teâlâ onlara kendilerinden olmayan bir düşmanı musallat eyler de ellerinde bulunan servetlerin bir kısmını alıp götürürler.

 

5. Hükümdarlar ve devlet adamları Allâh’ın Kitâbı’yla hükmetmedikleri ve Allâh’ın indirdiği hükümleri seçip beğenmedikleri takdirde, mutlaka Allah onların arasında; kin, nefret, ayrılık, bölünme, ülfetsizlik, samimiyetsizlik verir. Birlik ile dirliklerini bozarak bozgunculuk havasını doğurur.” (İbn-i Mâce, Fiten, 22)

 

Şu beş madde, içinde bulunduğumuz buhranların ve onlardan kurtulmanın yollarını, çağlar ötesinden bize haber veren Allah Rasûlü’nün reçetesi. Ya bu reçeteye tam mânâsı ile riâyet ederek hem dünyada hem de âhirette kurtuluşa ereriz. Ya da daha büyük belâ ve musîbetlere muhatap oluruz. 

 

Allah Teâlâ, bizlere emrolunduğumuz gibi dosdoğru bir şekilde yaşamayı ve huzûruna hile ve aldatma günahını işlemeden tertemiz bir şekilde çıkmayı nasip etsin. Âmîn…