KULLUK ve HÜRRİYET

H. Kübra ERGİN hkubraergin571@gmail.com

 

“Ramazan kulluk ayıdır. Tabiî şimdi bu devrin insanları için kulluk kelimesi kulağa pek hoş gelmiyor. O yüzden açıklamakta fayda var. Kulluk aslında gerçek özgürlük demektir. Allâh’a kul olan, Allah’tan başkasına boyun eğmez!..

 

Bir Ramazan programında geçen bu cümleler, zamanımız insanının kulluk kelimesini doğru anlamaktan uzaklaştığını hatırlattı. Çünkü zamanımızda hâkim kültür, insanlara sahte bir özgürlük vehmi ve kibir duygusu empoze ediyor. Kulluk kelimesi; insanın nefsânî tarafına, sevimsiz karşılanan bir aşağılanma gibi geliyor. 

 

Modern anlayışın insanoğluna yaşattığı yabancılaşmanın sonucu bu. İnsan; kendine yabancılaşmış, kendini olduğundan çok farklı görüyor. Gözüne takılmış gözlüklerle kendini ve hayatını yapmacık bir şekilde müşâhede ediyor. Hani insanların gözlerine takıp kendilerini bir oyunun veya bir eğitim programının içinde buldukları, sanal gerçeklik gözlükleri vardır ya, öyle bir gözlükle kendilerini hayalî bir âlemde, olduklarından başka türlü görüyorlar. 

 

Kulluk kelimesi aslında insanın kulağına fısıldanmış; 

 

“Şu gözlüğü çıkar da hakikati gör!” haberine inanmayı, itaat etmeyi ve böylece hakikati olduğu gibi idrâk etmeyi ifade ediyor. 

 

İnsan zaten kuldur, kulluk da bu hakikate yabancılaşmayı ve reddetmeyi bırakıp, kabullenmek ve uygun davranmaktır. Böylece sahteliğe aldanmanın getireceği büyük felâketten kurtuluş yoludur kulluk. 

 

Öyle ya, insan kendi kalbini çalıştırmıyor. O uyurken, dalgınken, farkında bile olmadan tıkır tıkır vazifesini yapan, tam olması gerektiği gibi, en uygun bir ritimle çalışan, böylece hem vücudu hem insanın psikolojik durumunu uyumlu bir bütünlük hâlinde çalıştıran kalbinin bir Sahibi var. 

 

Milyonlarca bağlantıyla; uykuda ve uyanıklıkta esrarlı bir çalışma sürdüren beyninin, metrekarelerce lâboratuvarın, türlü cihazların ancak yapabileceği kimyevî işlemleri sürdüren karaciğerinin saymakla bitmeyen bütün uzuvlarının, hücrelerinin, -hattâ genlerindeki moleküllere kadar bütün zerrelerini çalıştırıp idare eden- bir Sahibi var. 

 

Ama insan hikmet îcâbı, bu hakikatten gafil şekilde yaratılmış. 

 

Hikmet îcâbı, çünkü insan Allah Zülcelâl’i bütün azametiyle birlikte her an temâşâ edebilseydi, zaten eriyip yok olurdu. Ama var olması murâd edilmiş. Bir imtihandan geçip, Rabbini yavaş yavaş tanıması irade buyurulmuş. 

 

Kimler imtihan edilir? Elbette eğitimden geçenler. İşte bu eğitimin temel parolasıdır kulluk. 

 

“Sen böyle gafil yaratıldın; kendini başıboş, sahipsiz gibi görüyorsun ama aslında öyle değil. Müjdeler olsun ki sen yalnız değilsin, kimsesiz değilsin, çaresiz değilsin. Bir sahibin var. Yalnız O’na dayan ve güven. O’na itaat et, huzur içinde ol!” 

 

Allâh’a kul olmak; zaten kul olduğun gerçeğini kabul etmekle birlikte, büyük bir müjdeyi de kabul etmek demek. Müjde, kulluk yolculuğu, aslında kaybettiğimiz cennete dönüş bileti. Allah Teâlâ hep özlemini çektiğimiz her türlü nimet ve şerefi ikrâm etmek için cennetine davet ediyor. İşte bu davetiyenin adı kulluk. 

 

Kulluk nefse hoş gelmiyor, evet. Peki hoş gelmiyorsa bunun sebebi ne? Nefis zaten birçok hakikatlerden de hoşlanmıyor. Çocukken anne-babanız, öğretmeniniz hakikatleri söyleyince hoşuna gitmiyor. Yaşlanınca doktorunuz hakikatleri söyleyince yüzü ekşiyor. Yani nefsin hakikatlerle arası pekiyi değil. O kendi hayal âleminde yaşamak istiyor. Ama bu hâli üzere serbest bırakmak, ona fayda değil zarar veriyor. Öyleyse nefse biraz nasihat lâzım. İşte nasihate kulak vermenin adı kulluk. 

 

Kulluk, bir Sahibinin olduğunu haber veriyor. Sahibinin emir ve yasaklarını dikkate almak zorunda olduğunu bildiriyor. Peki; 

 

Sahibi olmak kötü bir şey mi? Gelin bir bakalım:  

 

Çok fazla düşünmeye gerek bile yok, her şeyden önce Sahibi olmak demek aslında değerli olmak demek. Değersiz bir şeye kimse sahip çıkmaz. Yol kenarlarındaki şekilsiz taş parçalarına kimse sahip çıkmıyor değil mi? Ama bir taşın bile düzgün şekillisine, işe yararına sahip çıkılıyor. Hele madenlere, değerli taşlara sahip olmak için en zengin kişiler büyük paralar ödüyor. 

 

Çok değerli, ender bulunacak kadar üstün kıymetli şeylere kimler sahip olmak ister? Meselâ; sütçü beygirine değil ama iyi cins, soylu bir küheylâna memleketin sultanı sahip olmak ister, öyle değil mi?  

 

Biraz düşünelim, bize Âlemlerin Rabbi sahip çıkıyor. Düşünelim ne kadar büyük bir rahmet. İçimizden seçip beğenip, en zekileri, en istîdatlıları, çalışkanları, güzelleri, sağlamları, sağlıklıları kulluğuna almıyor. Irk, cinsiyet, vb. ayrımı yapmıyor.  

 

“Îmân etsin, elinden geldiği kadar itaat etsin, kim olursa olsun gelsin!” diyor. Kimsenin yüzüne bakmadığı, değer vermediği, en zavallı insana bile;

 

“Benim kulum!” diye sahip çıkıyor. Bu kadar geniş rahmeti, insanoğlu idrâk edemiyor herhâlde.

 

Bir şirket; bünyesine en aşağı derecede bir eleman alacak olsa, öncelikle sâbıka kaydı ister. Ama Allah Zülcelâl, tevbe etmiş gelmiş kulunun sâbıka kaydını da siliyor. 

 

“–Gelin kulum olun, size sahip çıkayım. Mevlânız olayım, her an her yerde yanınızda olayım. İtaatiniz, ihlâsınız derecesinde gören gözünüz, tutan eliniz olayım!..” diye davet ediyor. 

 

Kulluğun nefse hoş gelmemesinin sebebi, itaatten hoşlanmaması. Nefis; bir nevi kendi kendinin Rabbi olma iddiasıyla, başına buyruk yaşayıp gitmek istiyor. İçinde bulunduğumuz çağın şartları, insana hiç farkında olmadığı bir yabancılaşma yaşatıyor. Aslında zamanımız insanı; çok ağır bir kölelik altında yaşıyor, fakat kendini başıboş, özgür zannediyor. 

 

Görünüşte bugünün insanı her ihtiyacını kolayca gideriyor, istediği birçok şeye çok kolay ulaşıyor. Önünde çeşit çeşit ürünler serilmiş, seçiyor, beğeniyor. Hele bir de internet var ki bir tıkla kapısına geliyor. Ama bir şartla; parası olana. İşte o parayı kazanmak için, aslında ömrünü kölelikle geçiriyor. Ama bu köleliğin adı, kariyer basamakları vs. olunca farkına bile varmıyor. 

 

Hukuk kitaplarına bakarsanız köleliğin ayırt edici tarifi; 

 

“Zorla veya zorunlu çalıştırma” mefhumuyla belirleniyor. Bugün çalışmayan kimse yok. Ama görünüşte bir zorlama yok diye, bunun adı kölelik değil «özgürlük» oluyor. 

 

Kapitalizm; her geçen gün insanları mülksüzleştiriyor, yalnızlaştırıyor, kimliksizleştiriyor, zayıf ve dayanıksız hâle getiriyor. Ama bunu zevk veren uyuşturucular eşliğinde yavaş yavaş yapıyor. 

 

“Tarlanı sat, fabrikada işe gir! Aileni, akrabanı terk et, para kazanmaktan başka bir şey düşünme! Vatanını bırak, gurbetlere git!..” 

 

İnsanoğlu güya özgür olduğunu sanıyor ama, aslında ihtiyaçlarını gidermek için her geçen gün gönüllü köleliğe koşuyor. Yardımlaşacağı, paylaşacağı kimsesi olmayan; yalnız, zavallı bir köleye dönüşüyor. Midesinden patronlarına bağlı bir köleye. 

 

Allâh’a kulluk etmek ise, insana; küçük zahmetleri çekerken daha dayanıklı olmayı, iradeyi geliştirmeyi, sabrı kuşanmayı ve şahsiyetini yüceltmeyi öğretiyor. İnsanı sâlih amellere sevk ederek, birbirinden sorumlu hâle getirerek, bir yardımlaşma ve dayanışma ağı ile birbirine irtibatlandırıyor. Bütün bu iyilikleri de sırf Allâh’ın rızâsı için yapmayı öğreterek, dayanma gücü kazandırıyor. 

 

Geçtiğimiz asırlarda insanlar daha çok kitap okurdu, düşünürdü, eleştirirdi. Bugün insanlar bir sele kapılmış kütükler gibi sürükleniyorlar. Nereye savrulduklarından habersiz hırgür içinde sersemleşiyorlar. İçlerinde yaşadıkları şartları da fark edemiyorlar.

 

“İlerliyoruz, gelişiyoruz, modernleşiyoruz, özgürleşiyoruz, aferin bize!..” 

 

İşte bu aldanıştan uyanmanın adıdır kulluk!..