EBEDÎ BAYRAM İÇİN…

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

 

Bayramla alâkalı anlayışlar, bugün ne hâlde, ne âlemde?

 

Çoktandır, dînî bayramların üstünde de densiz rüzgârlar eser oldu. Dünden bugüne ve yarınlara bizleri birlik ve beraberlik içinde tutarak kopmaz bağlarla birbirimize kenetleyen nice fazîletlerimiz ve hassâsiyetlerimiz, sağlam halkasından tel tel kopar oldu.

 

Artık bayramlar;

 

Neredeyse hep birlikte harman ve derman olmaktan çıktı ya da çıkarıldı.

 

Belki dıştan ve maddeten çok câzip, fakat içten ve mânen çok muzdarip bir sürü acı tablolar oluştu. Onlara kısaca göz atmak bile, aslında uzun uzun düşündürecek bir mesele. Her biri ayrı bir dert çırası, en küçüğü bile yanardağ olacak kadar büyük. Her biri ayrı bir alârm, en sessizi dahî kulakları yırtacak seviyede.

 

İşte bir tablo! 

 

Yalnız ve bîçâre yaşayan yaşlı insanlardan:

 

–Yaşlısınız. Bu bayram, çoluk çocuğunuz sizi ziyarete geldi mi?

 

–Telefonla aradılar, sağ olsunlar.

 

–Peki ziyaret?

 

–Her biri bir yerde tatilde. Dönüşte uğrarlar belki.

 

Ama bayram bu…

 

Belli ki, her zaman tatile fırsatları olmuyor, ne yapsınlar!

 

Bir başka tablo, bazı camilerden:

 

Hoca nerede?

 

Bayram izninde!

 

–Kim namaz kıldırıyor?

 

–Bayramı kıldırdı da öyle gitti. Normal vakitleri birileri idare ediyor.

 

–Bayram günleri, bu halka kim harman ve derman olacak?

 

Pandemiden bu yana zaten cemaat azaldı. Herkes zaten bir yerde.

 

–Yani hoca da cemaat de herkes tatilde.

 

Herkesin hakkı değil mi? Kim ne karışır!

 

Bir başka tablo, garip, muhtaç ve kimsesizlerden:

 

Bu bayram uğrayan oldu mu?

 

Uğrayacak kimsemiz yok ki!

 

–Sizleri herkes konuşuyor, derdinize koşanlar ille vardır.

 

–Doğru ama şimdi tatildeler.

 

–Sizi ihmal mi ediyorlar?

 

–Gıdâmızı asla. Rızkımız öyle-böyle bir şekilde halloluyor.

 

–Problem ne?

 

–Fakat gönüllerimiz, dertlerimiz ve onca mânevî ihtiyaçlarımız, bunlar pek gündemde değil.

 

–Bunları dile getirseniz?

 

–Hayır kurumları profesyonel çalışıyormuş artık. Tatilde kapalı imişler.

 

–Bayramda da mı?

 

–Uzun bir tatil varmış, o yüzden.

 

Bir başka tablo, hastahânelerden:

 

–Geçmiş olsun! Yalnız değilsiniz inşâallah.

 

–Yalnız değilim, hastalık ve ızdıraplarımla baş başayım.

 

–Gelen giden?

 

–İlgilenenlerimiz yok değil, ama şimdi tatildeler.

 

Bir başka tablo, ölüm döşeğinden:

 

–Dünyadaki son saniyeleriniz. 

 

–Evet son vedâ vaktim.

 

–Böyle bir anda yanınızdakiler nerede?

 

–Tatil rezervasyonları vardı; aşırı doluluktan dolayı değiştiremediler, mecbur gittiler.

 

Duramazlar mıydı?

 

Biletlerimiz yanmasın, dediler.

 

Bir başka tablo, mezarlıklardan:

 

es-Selâmü aleyküm ey ehl-i kubûr! En fazla bayramlarda Fâtihalar geliyordur size herhâlde?

 

–Evet; Fâtihalar azalsa da geliyor, ama telefon mesajları ya da internet yoluyla.

 

Ya ziyaret faslı?

 

Yok kadar azaldı.

 

–Nesliniz mi kesildi, hiç gelebilecek yok mu?

 

–Var, hem de çok.

 

–Neredeler?

 

–Uzak bir tatil köyünde!

 

Bir başka tablo; zulüm ve katliâmlar altında enkaz ve harâbeye dönen çığlık ve mâtem dolu mazlum diyarlardan, vahşî firavunların pençelerinde can çekişen coğrafyalardan, haçlıların, siyonistlerin ve dinsizlerin durmadan bombaladığı Orta Doğu’dan, Suriye’den, Irak’tan, Arakan’dan, Doğu Türkistan’dan, özellikle Filistin’den, Gazze’den:

 

Bu bayram size kimler geldi?

 

–Zulmedenler, bombalar, felâketler, işgaller, tecavüzler, daha nice vahşetler!

 

–Yardımlar gelmiyor mu?

 

–Sarp yokuş!

 

–Aşanlar yok mu?

 

–Var tabiî ki, ama kâfî değil.

 

–Ya 1,5 milyar Müslümanlık âlemi?

 

–Epeydir, çoğu tatilde.

 

–Az da olsa destek?

 

–Görünen görünmeyen destek sahipleri hep var. Fakat basîretsiz gafiller, zâlimleri değil de bizi savunanları eleştirip duruyor.

 

–Niye?

 

–Herhâlde onları da izne çıkarmak ve tatile göndermek için!

 

–Maksat?

 

–Bizi tamamen kimsesiz, dermansız ve bayramsız bırakmak!

 

–Bu çok acı bir âfet! Herkesin gözü önünde yok etmenin en girdaplı tuzağı.

 

–Dünya tatil derdinde. Gören, çok az uzağı.

 

Peki, gören az, gelen az iken zafer nasıl gelecek?

 

Zafer çokla değil ki, Allah ile.

 

Fakat bu vaziyet?

 

Gafiller bizle olmasa da ne gam, Allah bizimleyse yeter!

 

Yani?

 

–Ötesini Allah’la beraber olmayanlar düşünsün!

 

–Umutsuz bir ortamda cılız bir karıncanın devâsâ Nemrutlar karşısında gücü ne?

 

Aklı tatilde olanlar anlayamaz.

 

–Bütün bunlar niçin?

 

Ebedî bayram için

 

Öyle bir devirdeyiz ki;

 

O ebedî bayramı, her zamankinden daha fazla idrâk etmeye muhtacız. O bayrama ulaştıracak olan bütün fazîletlerimizi ve hassâsiyetlerimizi, gayretlerimizi ve fedâkârlıklarımızı ihyâ etmeye ve böylece ihyâ olmaya dünden daha fazla muhtacız.

 

İslâmî hayatımızı;

 

Küfür ve zulüm dolu bir çağın gaflet ve rehâvet esintilerinden, bilhassa mânevî hantallık, tembellik ve âtıllık psikolojilerinden kurtarıp da muzdaripleri sevindirecek bayramlara dönüştürmeye bugünlerde çok çok muhtacız. 

 

Ebedî bayram için muhtacız.

 

Îman medeniyetimizde bayram denilen harmanı, bencil tatillerin fermanı değil, yine bütün yaraların, dertlerin, mâtemlerin ve çaresizliklerin dermanı etmeye, her şeyden fazla muhtacız. 

 

Ebedî bayram için muhtacız.

 

İbret almalı:

 

İnsanları bencil ve hayattan kopuk, hattâ onca günah ve gafletler içinde yaşatan tatil merkezlerinde faaliyet gösterenler, gece-gündüz çalışıyor. Gelene gidene neler neler sunuyor. Sırf ticârî bir kâr için kendileri bayramda hiç tatil yapmıyor, lâkin tatil yapanlara her türlü servise koşuşturuyor.

 

Onlara aldanan gafil insanoğlu da, sadece bir güncük ya da bir saatçik bayram için bile günlerce, haftalarca ve bazen aylarca hazırlık yapıyor. 

 

Ya ebedî bir bayram için ne yapılıyor, ne kadar?

 

Ah gafil insanoğlu!

 

Nefsine ve israfa hesapsız harcamalar yapınca keyfi yerinde, fakat Allah için azıcık bir infak ve fedâkârlık etmek durumunda kalınca hemen morali bozuluyor, suratsızlaşıyor.

 

Niçin?

 

Ebedî hüsran için

 

Böyle hengâmda ârif gönüllere ne mutlu!

 

Onlar; gafillerin tam tersine, ancak Allah için nice nice infak ve fedâkârlıklar yapınca yüzleri gülüyor. Diğer taraftan nefse ve israfa kum gibi kapılanları görünce de neşeleri kaçıyor.

 

İşte tam bu noktada;

 

Ebediyet yolunun biri cennete diğeri cehenneme doğru ayrıldığı şu fânî gidişatta mevcut yegâne çatalı mutlaka görmeli. Bunu ille görmek ve neticesine de ille dikkat etmek zarûrî.

 

Çünkü her şey bir çatal hâlinde. Îman ve namaz bile. Malûm îmandaki çatalın şirk ve bâtıl rotası cehenneme, tevhid ve hak rotası cennete çıkar. Kezâ namazdaki çatalın da ihlâs ve takvâ rotası cennete, gösteriş ve gaflet rotası ise cehenneme gider.

 

Yani;

 

Aynı şeylerin bile sağdan okunuşu başka, soldan okunuşu başka. Îmanla okunuşu başka, küfürle okunuşu başka. İrfan ile okunuşu başka, gaflet ile okunuşu başka. Âlimce okunuşu başka, zâlimce okunuşu başka.

 

Meselâ Uhud Harbi. Hazret-i Peygamber ve O’na sâdık olanların nazarında nasıl okundu? Bir de yarı yolda Peygamber’i terk edip de geri dönenlerin nazarında nasıl okundu? Yine Peygamber’le birlikte sebât edenler tarafından Bedir, Hendek, Tebük, Hayber ve diğer canhıraş mücadeleler nasıl okundu? Bir de inlerinde lâflayan sebatsızlar tarafından nasıl okundu?

 

Aynı şekilde;

 

İslâm’ın rûhu ve inkişâfı olan gece-gündüz iyilikler, fazîletler, fedâkârlıklar, tebliğler ve yüce gayretler de daima iki yönlü okunur.

 

Bunları;

 

Nefsânî ve şeytânî gözler; daima eziyet diye okur, zahmet diye eleştirir, haram diye alçaltır, aptallık diye görür, cinnet diye gösterir, yazıklar olsun diye söylenir!

 

Niçin?

 

Ebedî hüsran için…

 

Fakat aynı hususları;

 

Rahmânî ve kalbî gözler ise; daima meziyet diye okur, rahmet diye metheder, helâl diye yüceltir, dâhîlik diye görür, cennet diye beller, müjdeler olsun diye söyler.

 

Niçin?

 

Ebedî bayram için…

 

Şimdi sormalı:

 

Îmanlarımızı, bizler, hangi taraftan okuyoruz? İbâdetlerimizi hangi bakışla okuyoruz? Günlerimizi ve ömrümüzü hangi yorumlarla dokuyoruz? Kezâ namazlarımızı, iyiliklerimizi, fazîletlerimizi hangi yönden ele alıyoruz?

 

Artık bayramlarımızı ve hassâsiyetlerimizi nasıl anlıyoruz?

 

Nasıl anlamalıyız?

 

Ebedî bayram için, ne yapmalıyız? Neler yapmalıyız?

 

Özellikle yine sormalı:

 

Bayram sadece yeni elbiselerle yaşanan bir neşe mi? Yoksa; «Bir işten fâriğ olunca hemen diğer bir işe koyul!» âyeti üzere yepyeni bir gayretle maddî veya mânevî tüm mazlumlara ve muhtaçlara çare olmak mı?

 

Bayram, kuru bir tatil havasına kapılarak bencil bir yaşayış bataklığına saplanmak mı? Yoksa, herkese hem gönül gönül bir harman hem de bütün dertlere, acılara, hastalıklara, feryatlara ve yoksulluklara bir derman olmak mı?

 

Bayram, sırf kendi keyfini ve kendi rahatını sağlamanın peşinde körkütük bir zebûn olmak mı? Yoksa, başkalarının sıkıntısını gidermek için kendi rahatından vazgeçerek âhiret huzuruna nâil bir bahtiyar olmak mı?

 

Ebedî bayram hangisi?

 

Gerçek ve ebedî bayramı fark edenlere ne mutlu! Onu doğru okuyup doğru anlayanlara ne mutlu? O bayrama kavuşmak için ne yapacağını bilenlere, görenlere, idrâk edenlere ne mutlu! Bir ömür ona göre hazırlananlara ve nihayet mazhar olanlara ne mutlu!

 

Yâ Rabbî,

 

Nasîb et!

 

Âmîn…