GAZZELİLERİN ÜMMETE ÖĞRETTİKLERİ

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

 

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdu ki:

 

“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66)

 

Bu Nebevî tâlimat gereğidir ki; derdimiz, tasamız ve yasımız, mazlum coğrafyalarda ezilen, işkenceye tâbî tutulan, canları ve kanları heder edilen kardeşlerimizdir. Onlar orada acı çekerken, sıkıntı yaşarken, biz burada «normal» hayatımıza devam etmeyi bir hastalık ve musîbet olarak değerlendiriyoruz. Yanı başında her gün çoluk çocuk, kadın ve yaşlı dâhil olmak üzere yüzlerce kardeşi öldürülürken; akşam evinde maç veya dizi seyretmenin, sonra sabah işe geldiğinde onun kritiğini yapmanın bir musîbet ve âfet olduğunu düşünüyoruz. Böyle düşünmeyenler varsa da kendileri ile alâkalı bir muhasebe yapmalarını tavsiye ediyoruz. Üç aydır bu savaş devam ederken, hayatında herhangi bir değişiklik olmayan, ağzının tadı bozulmayan varsa; gitsin tenha bir köşede başını elleri arasına alsın, dövünerek; «Neden böyle bir musîbete uğradım ve nasıl kurtulurum?» diye düşünsün, deriz.

 

Ekim ayından beri; yeryüzünde küçük bir sahil şeridine sıkıştırılmış, her tarafı kapatılmış ve dış dünya ile irtibatı kesilmiş bir şehir olan Gazze’yi seyrediyoruz. Bu şehir, içinde bulunduğu Filistin topraklarından bile ayrılmış ve büyük bir yalnızlığa mahkûm edilmiş. Bu sahipsizlik ve yalnızlığa rağmen Gazze, dünyanın hâkim güçlerinin gözlerinin içine baka baka muazzam bir mücadele sergiliyor.

 

Modern çağın bir bakiyesi olarak, karşılaştığı her şeyi maddî plânda değerlendiren insanlara; Gazze savaşı, yirmi birinci asırda Allah Teâlâ’nın nasıl Bedir’de müslümanlara gönderdiği melekler ile yardım ettiğini bir kez daha gösterdi. Karşılarında; insanlıktan, adâletten ve merhametten yoksun, ahlâksız bir ordu varken, her türlü modern imkânlara sahip olan bu orduya karşı bırakın savaşmayı, diklenmek bile normal bir aklın kalkışamayacağı bir işken, ümmetin en şerefli fertleri olan bu insanlar, müslümanların izzetini ve şerefini yeniden ayağa kaldırıyorlar. Sıradan bir akıl; karşısındaki güce teslim olmayı ve onun istediği şekilde yaşamaya izin almayı bir başarı kabul ederken, onlar her gün düşmanın kalbine korku salmaya, her gün sanki mücadeleye yeni başlamış gibi cihâd etmeye devam ediyorlar. 

 

Bize ulaşan videolardaki konuşan şu ufacık çocuklara dikkatli bakın! 

 

Dünyanın hangi ülkesinde bu kadar şuurlu, kendine güvenen ve dâvâsına sahip bir nesil yetiştirilebilir? 

 

Üstelik, Gazze’de devam eden eğitim, yıllardır savaşın gölgesi altında yapılıyorken. Demek ki iş sadece büyük binalar yapmak, yüksek bütçeler ayırmakla olmuyor. Bu şuurun hiçbir maddî imkân ile bir insana verilmesi mümkün değil. Bu Allah Teâlâ’nın dilediğine lutfettiği büyük bir nimettir vesselâm. 

 

Sonra, yaşlılarına bakın! Hiç korkan, yılan veya; «Bu savaşa nereden bulaştık?» deyip pişman olan var mı? Aksine çocuğu ayrı, genci ayrı, yaşlısı ayrı, kadını ayrı bir yiğitlik sergiliyor. Ve samimiyetleri sebebiyle; söyledikleri sözler, en tesirli silâhtan bile daha kuvvetli bir şekilde muhataplarına tesir ediyor. İster yaşamaya yeni başlamış çocuklar, isterse hayatının son demlerine gelmiş yaşlılar; burayı kesinlikle terk etmeyeceklerini ve mücadelelerine son nefese kadar burada devam edeceklerini, tüm dünyaya haykırıyorlar. Yakın zamanda seyrettiğim bir kayıtta yaşlı kadın; bütün kapıların Siyonistlere açıldığını, kendilerine ise kapandığını, ama bundan şikâyetçi olmadıklarını, zira açık olan Allah Teâlâ’nın kapısının kendilerine yettiğini söyleyip, O’na itimat ettiklerini söylüyor; ardından kurşundan ağır bir şekilde, kendi küçücük çocuklarının, diğer müslüman ülkelerinin liderlerinden daha şerefli olduğunu da eklemeyi ihmal etmiyordu.

 

Gazze savaşı; modern dönemde, maddenin mânâya karşı kaybettiği bir savaş olarak tarih sayfalarına geçecek inşâallah. Çünkü o insanlar; ellerindeki sınırlı imkânlarıyla Allah yolunda cihâd etmeye gayret edince, karşılarındaki en güçlü ordu bile Allâh’ın inâyetiyle kaybetmeye mahkûm olacaktır. Tarih buna benzer birçok manzarayla doludur.

 

Yirmi birinci asırda Gazze’de yaşananlar; ilk müslümanların yaşadığı çileli ve işkence ile geçen yılları, ablukaları, açlıktan ağlayan çocukları, bu ablukayı delen vicdanlı insanları ve ardından gelen zaferleri hatırlatıyor. Biz bu sahneler tarihte kaldı zannederken, tarih tekerrür ediyor ve bir kez daha bu olayları canlı olarak müşâhede ediyoruz.

 

Gazzeliler, Allah Teâlâ’ya olan tevekkül ve teslîmiyetleri ile sanki ilk müslümanlar gibi dünyaya bir diriliş aşısı yapıyorlar. Orada şehîd olan her çocuğun yerine, sanki Allah Teâlâ batıda bir kalbi îmân ile şereflendiriyor ve onun yerine birisini diriltiyor. Batıdaki insanların protesto gösterilerine bakınca ne kadar tesirli ve mânâlı olduğunu görüyorsunuz. Sırf insânî hassâsiyet ve merhamet ile ayağa kalkan insanların, samimiyetlerinden dolayı Allah Teâlâ kalplerini İslâm ile şereflendiriyor.

 

Vicdan ehli herkes anladı ki bu küçük bölge, belki de dünyanın tek özgür olan yerleşim alanı. Zira kendisine hür diyen koca koca devletlerin, maddî imkânlar ve silâhlı güçlerine rağmen, aslında hiç de özgür olmadıklarına, ellerini-kollarını belli odaklara kaptırdıklarına; onların müsaadesi olmadan, bırakın hareket etmeyi, ağızlarını dahî açamadıklarına ve hakikî tutsak olduklarına şâhit olduk. 

 

Gazzeliler mânânın maddeyi yendiğini; Allah Teâlâ’nın yardımı geldiği zaman, O’nun karşısında hiçbir gücün, kuvvetin ve imkânın duramayacağını; izzet ve şerefin Allâh’a ait olduğunu, dolayısıyla sayıca çok olmanın ve maddiyatın Allah yolunda kullanılmadığı zaman bir çöp hükmünde olduğunu; müslümanlar tek yürek, tek bilek olduğu zaman az sayıda olsalar dahî zafere ulaşacaklarını, ama böyle olmazlarsa suyun üstündeki bir saman çöpü mesâbesinde olduklarını öğretti.

 

Son alarak, Gazzelilere; 

 

“–Sizin için ne yapabiliriz?” diye soranlara verdikleri cevap ile bitirelim:

 

“–Bize Allah Teâlâ cihâdı nasîb etti. Siz kendi îmânınızı kurtarmaya bakın!”

 

Allah Teâlâ bu kardeşlerimizin gösterdiği tevekkül, teslîmiyet ve sadâkati tüm ümmete nasîb etsin. Âmîn.