«Kurtuluş Vesilesi»ni (Mevlid) Yazdıran PEYGAMBER AŞKI

Hasan TOPBAŞ hasantopbas87@gmail.com

 

Devir Yıldırım Bâyezîd devridir…

 

Bir gün; Acem diyarından geldiğini ve vaiz olduğunu söyleyen bir zât, Bursa halkının teveccühü ile kürsüye geçme imkânı bulur.

 

Lâkin vaazına başlamasıyla beraber; Niğbolu Zaferi’nin muhteşem mührü Ulu Cami’de, cemaate sıkıntı dolu anlar yaşatmaya başlar;

 

“–Ey cemaat-i müslimîn! Allah Teâlâ âyet-i kerîmede şöyle buyuruyor: 

 

«Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene îmân etti, mü’minler de. Her biri Allâh’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine îmân ettiler. Allâh’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında fark gözetmeyiz…» (el-Bakara, 285) 

 

İşte, âyet-i kerîmede buyurulduğu üzere, peygamberlerin arasında bir fark gözetemeyiz. «Şu peygamber, bundan daha üstündür» demek olmaz! İsa peygamber ne ise, Muhammed peygamber de odur!..”

 

Vaizin sözlerini tamamlamasıyla birlikte; cemaatte ciddî bir infial meydana gelmiş, itirazlar yükselmeye başlamıştı. Vaziyet giderek kontrolden çıkıyordu.

 

Tam o esnada, cemaatin içerisinde bulunan fâzıl bir zât vaize cevaben şöyle seslendi:

 

“–Be hey nâdan, sen tefsir ilminde yayasın! 

 

«Peygamberler arasında fark yoktur.» demekten murad, rasûllük ve nebîlik bakımındandır. Yoksa mertebe ve fazîlet bakımından değildir. 

 

“Peygamberlerin arasını ayırmayız.” demek, îman bahsinde, yahudi ve hıristiyanların yaptığı gibi birine inanıp diğerini inkâr etmeyiz, demektir. 

 

Eğer dediğin gibi olsa idi; 

 

«Peygamberlerden bazısını bazısına üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir.» (el-Bakara, 253) âyetinin ne mânâsı kalırdı? Bunu nasıl göz ardı edersin?”

 

Bu ârifâne cevap hem cemaati yatıştırır, hem de kürsüdeki şahsın mahcup bir şekilde oradan inmesini sağlar. 

 

Ancak; Efendimiz’le alâkalı bu nâhoş mukayeseyi kabullenemeyen bir yürek daha vardı ki, o anda Rasûlullah muhabbeti ile dilinden müthiş mısralar dökülmekteydi:

 

Ölmeyip Îsâ göğe bulduğu yol,

Ümmetinden olmak için idi ol.

 

Hem dahî Mûsâ elindeki asâ,

Oldu ânın izzetine ejdehâ.

 

Çok temennî kıldılar Hak’tan bular,

Kim Muhammed ümmetinden olalar.

 

Gerçi kim bunlar dahî mürsel durur,

Lâkin «Ahmed» efdal ü ekmel durur.

 

Zîra efdallığa ol elyak durur,

Ânı öyle bilmeyen ahmak durur.

 

Bu zât; Ulu Cami’nin imamı ve aynı zamanda kâmil yaşantısı ile halkın muhabbet duyduğu, Süleyman Çelebi’den (1351-1422) başkası değildi.

 

Nitekim, hâdisenin cereyan ettiği sırada yoğun bir hissiyatla terennüm ettiği bu manzûme; halk tarafından çok beğenilmiş, bunun üzerine Süleyman Çelebi de daha şümullü bir eser yazmaya karar vermiştir. 

 

«VESÎLETÜ’N-NECÂT» NÂM-I DİĞER «MEVLİD»

 

Müellifimiz, söz konusu eserini hicrî 812 (mîlâdî 1409) senesinde tamamlayarak «Vesîletü’n-Necât» (Kurtuluş Vesilesi) adını verdiği, ancak daha çok «Mevlid» ismi ile bilinen kitabında Efendimiz’e olan derin muhabbetini arı duru bir Türkçe ile şiirleştirerek lisânımızın bir «din dili» olmasının önünü açan mühim şahsiyetler arasındaki yerini almıştır.

 

Zira, merhum Çelebi’nin ihlâs ve samimiyetinin bir semeresi olarak; eseri asırlar boyu çoğaltılmış, birçok nüshası meydana getirilmiş ve zaman içerisinde de milletimizin müşterek bir değeri hâline gelmiştir. 

 

Bugün hâlâ mevlid kandillerinin yanı sıra, diğer mübârek gün ve gecelerde; doğum, vefat, sünnet, evlilik, askere gönderme gibi cemiyetlerde büyük bir huşû ve ihtiramla dinlenmekte; sedâsı Kırım’dan Kerkük’e, Balkanlar’dan Orta Asya’ya kadar birçok İslam diyarında yankılanmaktadır.

 

Eserin bölümlerinden kısaca bahsedecek olursak;

 

•Allâh’ın birliği, 

 

•Şair için duâ talebi ve kitap için özür beyânı, 

 

•Âlemin yaratılma sebebinin beyânı, 

 

•Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in rûhunun yaratılmasının beyânı (iki fasıl), 

 

•Mübârek vücudunun zuhûra gelmesinin beyânı (üç fasıl) ve 

 

•Efendimiz’in velâdeti sırasında ortaya çıkan olağanüstü hâllerin beyânı (altı fasıl).

 

•Hazret-i Peygamber’in medhi, 

 

•Mûcizelerinin, mîrâcının ve hicretinin beyânı, 

 

•O’nun bazı vasıflarının beyânı, 

 

•Nükte ve nasihatler, 

 

•Kötü fiillerden alıkoyma, 

 

•Risâletin tebliği, 

 

•Rasûlullâh’ın vefâtı ve 

 

•Hâtime kısımlarından oluşmaktadır.

 

Arif Nihat ASYA, bu güzel eserin adı üzerinden Efendimiz’in vilâdetine şöyle bir tarih kıtası söylemiştir:

 

Peygamberimiz’in doğduğu gece,

Olurdu adına güzel bir eser, 

Vesîletü’n-Necât diyeceğine,

Necâta Vesîle deseydi eğer… 

 

«Necâta Vesîle» ifadesinin, kadîm harflerimizle ebced değeri 570 çıkmakta olup, Rasûlullah Efendimiz’in doğum tarihi olarak ifade edilen yıllardan biridir.

 

TESPİT EDİLEN EN ESKİ NÜSHA YURT DIŞINDA

 

«Mevlid»in en eski nüshası olarak Süleymaniye Kütüphânesi’nde mevcut, hicrî 913 – mîlâdî 1510-1511 tarihli yazma eser bilinmekte iken; 2022 senesinde yapılan bir araştırma sonucu, Michigan Üniversitesi Özel Koleksiyonlar Araştırma Merkezi arşivinde bulunan daha eski tarihli bir Mevlid nüshası tespit edilmiştir.

 

Bulunan bu nüshada yapılan teknik analizlerden yola çıkarak; eserin on beşinci asrın başında, Süleyman Çelebi henüz hayattayken ve muhtemelen saraya takdim için yazıldığı kanaatine varılmıştır. Ancak kâtibinin Süleyman Çelebi olup olmadığı ise henüz belli değildir.

 

Ayrıca yine bu nüshada eserin tam adına ilk defa rastlanmıştır; «Kitâbu Vesîletü’n-Necât fi Mevlidi Eşrefi’l-Mevcûdât» 156×230 mm. ölçülerinde ve 61 yapraktan oluşan yazmanın (1-108) sayfaları arasında Vesîletü’n-Necât, (108-122) sayfaları arasında ise Süleyman Çelebi’nin ilk defa keşfedilen şiirleri yer almaktadır. 

 

Kitabı sanat yönünden değerlendirecek olursak;

 

Ünvan (mihrâbiye) sayfası ile ikinci sayfada mevcut, Selçuklu Devri’nden izler taşıyan sülüs tarzında yazılmış hat yazıları ve ilâve olarak yazı çevrelerine işlenmiş îtinâlı süslemeleri örnek verebiliriz.

(«Kitâbu Vesîletü’n-Necât» yazılı mihrâbiye / ünvan kısmı)

(«Fî Mevlidi Eşrefi’l-Mevcûdât» sayfa altı tezyinatlı hat kısmı)

Cenâb-ı Hak bizlere böylesi mânâlı bir eser kazandıran Süleyman Çelebi Hazretleri’ne rahmet eylesin!