EHL-İ BEYT’E MUHABBET TEZÂHÜRLERİ

Hasan TOPBAŞ hasantopbas87@gmail.com

 

Mâzîmize ait birçok mühim ve ibretlik hâdiseyi içerisinde barındıran bir muharrem ayını daha idrâk edeceğiz. 

 

Hepimizin malûmudur ki, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in; 

 

“Cennet gençlerinin efendilerindendir.” (Tirmizî, Menâkıb, 30/3768) diye taltif buyurduğu mübârek torunu Hazret-i Hüseyin -radıyallâhu anh-’ın Kerbelâ diyarında şehîd edilmesi hâdisesi de bu ayda yaşanmıştı.

 

Dolayısıyla; 

 

Her sene bizlere misafir olan muharrem ayları aslında «Ehl-i Beyt»e, yani, O Kutlu Elçi’nin tedrisâtı neticesi «insanlığın en güzel ve en özel ailesi» mertebesine ulaşmış «ev halkı»na olan muhabbetimizin de tazelendiği müstesnâ bir zaman dilimi olagelmiştir.

 

İşte, bu güzîde ailenin asırlardır hiç kurumadan devam eden feyiz ve hikmet pınarının kıymetini çok iyi kavrayan ecdâdımız; edebiyat, sanat ve devlet idaresi gibi birçok sahada tâzim ve hürmetini aşağıda vereceğimiz bazı misaller ile göstermiştir:

 

NAKÎBLİK MÜESSESESİ

 

İlk örneği Abbâsîler devrinde görülen ve söz konusu idarenin yıkılmasına rağmen; Selçuklu, Eyyûbî ve en nihayetinde Osmanlı Devleti’nce de aynen devam ettirilen bu müessesenin gayesini kısaca açıklayacak olursak;

 

Peygamber Efendimiz’in mübârek nesebinden gelen kimselerin tespitlerinin sağlıklı bir şekilde yapılarak; «sülâle-i tâhire»ye yakışmayacak hâllere düşmeden, rahat ve huzur içinde yaşamalarını temin etmekti. 

 

Bu imkânı da kendilerine verilen «siyâdet (seyyidlik) beratı» isimli resmî bir belge ile elde ederler ve böylece vergi vermek gibi ilâve ödemelerden de muaf tutulurlardı.

 

Nitekim, Sultan Yıldırım Bâyezid devrinde daha sağlam temellere oturtularak «Nakîbü’l-Eşrâf» ismini alan memuriyetin ilk vazifelisi de, büyük mutasavvıf ve aynı zamanda kendisi de bir peygamber torunu olan Emir Sultan Hazretleri olmuştur.

 

Bu devirden itibaren nakîbü’l-eşraflar bir taraftan «müteseyyid»ler (seyyidlik taslayanlar) ile mücadele ederken, diğer taraftan da hâl ve hareketleri seyyidliğin şânına yakışmayanları te’dip etmek, ganîmet hisselerini dağıtmak, evlilik çağına gelen seyyide ve şerîfelerin dengi olmayanlarla evlenmesini engellemek ve aralarındaki dâvâlara bakmak gibi sâir işler ile de ilgilendiler. 

 

Nakîblik sistemi, Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekildiği döneme kadar devam etmiştir.

 

EDEBİYATIMIZDA EHL-İ BEYT

 

Medeniyetimizin asırlar boyu kendine rehber edindiği bu yüce ailenin fertlerinden bahsolunacak ise, şüphesiz ilk sırayı Hazret-i Ali -kerramallâhu vechehû-’ye vermemiz îcâb eder.

 

Harp ve gazvelerde sergilediği dillere destan cesareti ve ayrıca Efendimiz’in «ilmin kapısı» övgüsüne mazhar olmak gibi daha nice fazîletlere sahip bu büyük sahâbeye, edebiyatımızda da yüksek bir kıymet verilmiş;

 

Ahîlik «Fütüvvetnâme»lerin­den, menkıbelerinin anlatıldığı «Cenknâmeler»e ve Yeniçeri Ocağı’nın «Lâ fetâ illâ Ali, lâ seyfe illâ Zülfikar» (Ali gibi yiğit, Zülfikar gibi kılıç yoktur) yazılı sancağına kadar birçok sahada baş tâcı edilmiştir.

H. Hendrowski – Bilder Aus Dem
Turkischen Volksleben, 16. asır,
Zülfikar taşıyan yeniçeri tasviri

 

Topkapı Sarayı’nda sergilenen
müsennâ / simetrik ve Zülfikar formlu,
«Ali» yazılı bir teber

 

İlâveten, ehl-i beytin diğer mensupları da unutulmamış, yüzlerce şiir ve nesir ile onlar da yâd edilegelmiştir. Ancak şimdilik «Bizim Yûnus»un muhteşem bir şiiri ile iktifâ edelim:

 

Şehidlerin serçeşmesi,

Enbiyânın bağrı başı,

Evliyânın gözü yaşı;

Hasan ile Hüseyin’dir.

 

Hazret-i Ali babaları,

Muhammed’dir dedeleri,

Arş’ın çifte küpeleri;

Hasan ile Hüseyin’dir.

 

Kerbelâ’dır yazıları,

Şehîd olmuş gazileri,

Fâtıma ana kuzuları;

Hasan ile Hüseyin’dir.

 

Kerbelâ’nın tâ içinde,

Nur balkır siyah saçında,

Yatar al kanlar içinde;

Hasan ile Hüseyin’dir.

 

Kerbelâ’da bile taşlar,

Okur Kur’ân kesik başlar,

Şehîd olan o kardaşlar;

Hasan ile Hüseyin’dir.

 

Dedesiyle bile varan,

Kevser ırmağında duran,

Susuz ümmete su veren;

Hasan ile Hüseyin’dir.

 

Derviş Yûnus dünya fâni,

Bizden evvel gelen hani,

İki cihânın sultânı;

Hasan ile Hüseyin’dir.

 

SANATTA EHL-İ BEYT

 

Ehl-i beyt muhabbeti ve aziz hâtıraları elbette ki gelenekli sanatlarımızda da ihmal edilmemiştir. Biz de sayfamızın imkânları ölçüsünde, başlık kısmında yer verdiğimiz el emeği göz nûru hüsn-i hat levhasını değerlendireceğiz.

 

Eserde; «Lâfzatullah, Muhammed, Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin» kelimelerinin celî tâlik hattı ile kalıpları oluşturulmakla beraber, kelime içlerinde ise Arapça «toz» mânâsındaki gubâr kelimesinden türetilen ve «toz gibi» mânâsına gelen gubârî hattı ile Yâsîn Sûresi’nin yazıldığı anlaşılmaktadır.

 

Eserdeki gubârî hatta ait ayrıntı

 

Levhada «Hüseyin» ve «Fâtımâ» kelimeleri arasında, hicrî 1339 (mîlâdî 1920) yılına tarihlendirilmiş bir imza kaydına rastlanmakta olup; hattatının ise, bilhassa gubârî yazıda gösterdiği büyük sabır ve titizlik ile sahasında ustalığa erişmiş, Şeyhülislâmlık memurlarından Mehmed Nuri Sivâsî’nin olduğu tespit edilmiştir. Hakkında pek az malûmat bulunan sanatkârın doğum ve vefat tarihleri ile alâkalı belirlilik yoktur.

 

Eserde tezhip sanatından oldukça istifade edildiği; yazı kenarında görülen yoğun bitki kompozisyonlarından anlaşılmakla beraber, müzehhibinin kim olduğuna dair bir işaret yahut imzaya rastlanmamıştır.

 

Cenâb-ı Hak şefaatlerine nâil eylesin!