BİRLİKTE YAŞAMA ZEMİNİNİ GÜÇLENDİRMEK

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

 

 

Yaşadığımız coğrafyanın havasından mı, suyundan mı, yoksa gıdâsından mıdır bilinmez, toptancı bir anlayışa sahibiz. Bu hususiyetimizden dolayı muhatap olduğumuz her insanın bizim gibi olmasını; bizim gibi yemesini, içmesini; bizim gibi düşünmesini, hattâ bizim gibi inanmasını istiyoruz. Başkaları, bizi böyle bir şeye zorladıklarında itiraz edip feryat ediyoruz. Ama mevzu bize benzemeye gelince, onlara bu dayatmayı hem revâ görüyor hem de her türlü desteği yanımızda istiyoruz.

 

Allah Teâlâ evvelâ Hazret-i Âdem ve Havvâ’yı yaratmış ve onlardan bütün insanlığı çoğaltmış. Çoğalan insanları çeşitli milletlere, ırklara, kavimlere ayırmış. Kollara ayrılan bu milletlerin her biri, ayrı bir lisan konuşmuş, kendi milletlerine has gelenek, görenek ve âdetleri ortaya çıkarmışlar. 

 

İnsan, fıtrat itibarıyla bir cemiyet içerisinde yaşamaya mecbur. İnsanın bir cemiyet içerisinde yaşaması; kendi ihtiyaçlarını karşılama hususunda, diğer insanlarla iş bölümü yapmasını, yardımlaşmasını ve dolayısıyla dayanışma hâlinde yaşamasını beraberinde getiriyor. İnsan tek başına yaşadığı zaman sadece kendine faydalı olurken; cemiyet hâlinde yaşaması hâlinde kimi ticârî, kimi zirâî, kimi askerî, kimi ilmî alanda uzmanlaşıyor ve neticede cemiyetin neye ihtiyacı varsa, o ihtiyaçlar karşılanmış oluyor. 

 

Kâinâtı ve içindeki sayısız mahlûkatı yaratan Allah Teâlâ dileseydi; insanların hepsini tek bir ırktan, tek renkten ve tek dilden yaratırdı. Böyle olsaydı; insanların hepsi aynı şeyi sever, aynı gıdâyı yer, aynı kokudan hoşlanır, aynı manzaradan zevk alır ve hayatın tadı olmazdı. İlâhî hikmet gereği, böyle bir şey yapmadı. Parmak izine kadar her insanı farklı yarattı ve herkese tek olma, biricik olma hususiyeti verdi. Kimi acıyı, kimi tatlıyı, kimisi ekşiyi sevdi. Her damağa farklı bir zevk verdi. Bundan dolayı sayısız çeşitlilikte gıdâlar ve yiyecekler meydana geldi. 

 

İnsanları farklı yaratmadaki hikmeti beyan için Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: 

 

“Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Soyunuz sopunuzla birbirinize karşı övünesiniz diye değil, tanışıp kaynaşasınız diye sizi milletlere ve kabîlelere ayırdık…” (el-Hucurât, 13)

 

Allah Teâlâ âyet-i kerîmede sadece îmân edenlere veya etmeyenlere değil; yarattığı bütün insanlara hitap ederek, insanların yaratılış itibarıyla eşit olduğunu beyan ediyor. İnsanların farklı yaratılışındaki hikmetin; onların tanışması, konuşması ve elde ettikleri kazanımları paylaşmak, onları artırmak ve çoğaltmak olduğunu anlıyoruz. Bugün kullanılan birçok lisânın, ilmin, sanatın bu paylaşmanın neticesi olduğunu ve insanlığa hizmet ettiğini müşâhede ediyoruz

 

Yine âyet-i kerîmenin devamında; insanın ait olduğu soy, sop ve milletin başka insanlar karşısında bir övünme aracı olamayacağını anlıyoruz. Hiçbir insan; ırkını, memleketini, annesini, babasını seçmek gibi bir yetkiye sahip değil. Her insanın, Allah Teâlâ’nın kendisine takdir ettiği bir hayatı var. İnsanın vazifesi; kendine takdir edilen bu hayatı, verilen nimet ve imkânları, en iyi, en güzel şekilde değerlendirmek, böylece Allâh’ın rızâsını kazanarak, ebedî sürecek bir hayatı yaşamaktır.

 

İnsan; fıtratı gereği, ait olduğu millete karşı bir muhabbet besler. Bu muhabbet, insanı yaşadığı cemiyete karşı sorumlu kılar. Kazandığı bu sorumluluk, insana yaşadığı cemiyette faydalı biri olma noktasında gerekli enerji ve aksiyonu kazandırır. Bu muhabbet ve enerji sebebi ile insan ait olduğu memleketi savunur, hürriyeti ve özgürlüğü için mücadele eder. 

 

Fıtratımızdan gelen bu hisleri yok etmek gibi bir hakkımız ve imkânımız yok. Lâkin bu hisleri ifrat ve tefrite kaçmadan terbiye etmek ve onlardan istifade etmek gibi bir imkânımız var. Ait olduğumuz milleti sevme hususunda Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyor.

 

Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık dâvâsı uğruna savaşan bizden değildir. Irkçılık dâvâsı uğruna ölen bizden değildir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 111-112)

 

Cemiyetler; inançları, gelenekleri, zevkleri farklı olan insanların bir araya gelmesiyle teşekkül eder. Bu farklılıklar; hayatı renklendiren, insanları birbirleriyle mücadele etmeye sevk eden ve bu dünyayı yaşanmaya değer kılan bir hususiyettir. Bu farklılıklar olmasa; heyecanı olmayan, yaşama amacı olmayan, monoton bir hayat yaşardık. Allah Teâlâ’nın lutfu ile bu farklıklar bizi heyecana sevk ediyor, harekete geçiriyor ve neticede dinamik bir hayat yaşıyoruz. 

 

Farklılıkların bir arada yaşadığı en güzel örnekleri, yine dînimizin zirvede olduğu zamanlarda görüyoruz. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; Medine’ye hicretinden sonra, orada yaşayan, hattâ yüzlerce yıl birbirleriyle savaşmış kabîleleri bir araya getirmiş ve müslümanlar ile bir arada yaşatmıştır. Yine Yakın Çağ’a geldiğimizde, Osmanlı ecdâdımızın hükümranlığı zamanında; nüfusunun üçte ikisi müslüman, geriye kalan üçte biri Katolik veya Ortodoks hıristiyan, yahudi gibi farklı dinlere mensup olan insanları, altı asır adâletle idare etmiştir. Bu kadar farklı inanç ve kültürdeki insanın bir arada yaşamasının sırrı, insanların birbirlerine olan saygısı ve devletin adâletine güven olmuştur. 

 

Ne zaman ki, insanlara yaratılışta Allah Teâlâ’nın verdiği bu farklılıklar bir zenginlik olarak görülmekten çıkıp, âyette işaret edilen övünme aracı hâline gelmişse; insanlık tarihinin en büyük fitnelerine sebep olmuş ve insanların birbirlerinden kopmasına, uzaklaşmasına sebep olmuştur. Bu hususun en acı tecrübesini, millet olarak biz yaşamışız ve neticede üç kıtaya hükmeden bir imparatorluk bu yüzden paramparça olup dağılmıştır. 

 

Son zamanlarda yine bu eski taktik üzerinden insanımız ayrışmaya, kutuplaşmaya ve sürtüşmeye sevk ediliyor. İyilik ve kötülüğün mücadelesi kıyâmete kadar devam edecek. İyiler hâllerini daha da güzelleştirecek, sahip oldukları inancın güzelliklerini sözlerinde ve davranışlarında gösterecek, sessiz tebliğ yapmaya devam edecekler. Karşılarındaki insanlara bakarken, düşman değil, âhiret azığını artırmak için bir fırsat olarak görecek. Karşısından kazandığı her insan; dünyalık menfaatlerine değil, uhrevî menfaatlerine yarayacak. 

 

Mevlâ’m milletimizin kalplerini birbirine ısındırsın. Kendi rızâsını kazanma hususunda farklılıklarımızı yarıştırsın. En güzel ve takvâlı olanlar arasına bizleri dâhil eylesin. Âmîn…