KUR’ÂNÎ TÂLİMATLAR -52- ÖMÜRLÜK MÜKÂFATLAR
Osman Nûri TOPBAŞ
MÜJDELERE GÖNÜL VERMEK
Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’ın rivâyet ettiği üzere Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Ramazan ayının ilk gecesi olunca, şeytanlar ve cinlerin âsîleri zincirlere vurulur.
•Cehennemin kapıları kapatılır da hiçbir kapısı açılmaz.
•Cennetin kapıları açılır da hiçbir kapısı kapanmaz ve bir nidâ edici şöyle nidâ eder:
«–Ey hayır isteklisi (hayır işlemeye) yönel!
–Ey şer isteklisi! Kendini tut!
(Çünkü) Allah tarafından ateşten âzâd edilenler olacaktır!»
Bu (çağrı ve âzâd edilme işi) Ramazân’ın her gecesinde olur.” (Tirmizî, Savm, 1; İbn-i Mâce, Sıyâm, 2)
Bu nidâyı gönül kulağıyla duyup icâbet edenlere, Ramazân-ı şerîfi hakkıyla edâ edip ateşten âzâd olanlara ne mutlu!
Hadîs-i şerifte müjdelenen «şeytanların âsîlerinin zincire vurulması», ancak Ramazân-ı şerîfi hakkıyla edâ etmek gayretinde bulunan fert ve toplumlar için gerçekleşecek bir hakikattir. Ramazân’ın yaşanmasıyla; toplumda hakikaten beşerî suçlar ve günahlar, gerçek oruç tutanlarda asgarî bir seviyeye iner. Ancak nefsin şerrine dikkat etmek gerekir…
Ramazân-ı şerifte bir büyük müjde daha var ki, onu yüce Rabbimiz, sadece ümmet-i Muhammed’e lutfetmiştir:
KADİR GECESİ
Bin aydan daha hayırlı bir ecir ve mükâfat ikrâmı olan bu geceyi ihyâ edene verilen müjde de şöyledir:
“Kadir Gecesi’ni, fazîlet ve kudsiyetine inanarak ve sevâbını yalnız Allah’tan bekleyerek ibâdet ve tâatle geçiren kimsenin -kul hakkı hâriç (kul borçları da hâriç)- geçmiş günahları bağışlanır.” (Müslim, Müsâfirîn, 175)
Kadir Gecesi’ni tefekkür ettiğimizde şu hakikatleri temâşâ ederiz:
•Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz keremi, müthiş cömertliği… Her cömert zât, kendi imkânları nisbetinde cömertlikte bulunur. Yerlerin ve göklerin hazinelerinin yegâne sahibi olan Cenâb-ı Hak; bir gecede bin aydan, yani 83 seneden daha üstün, 30.000 geceden daha fazla ecir veriyor.
Bu büyük cömertlik karşısında, nankör olmamak îcâb eder.
•Rabbimiz bu muhteşem lütuf ve ihsânı iki vesile ile bahşediyor:
-Fahr-i Kâinât Efendimiz ve
-Kur’ân-ı Kerim.
Demek ki;
Cenâb-ı Hak, Rasûlullah Efendimiz’i ne kadar çok seviyor ki, O’na ve O’nun ümmetine böyle büyük bir ikramda bulunuyor!
Cenâb-ı Hakk’ın Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e olan sevgisi, muhabbeti ve ümmetini de bundan müstefîd etmesinin bir bereketi ve lutfudur bu. Âyet-i kerîmede buyurulur:
لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ
“Andolsun ki; Allah mü’minlere, kendi içlerinden (…) bir Peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur.” (Âl-i İmrân, 164)
Cenâb-ı Hak; Kadir Gecesi ikrâmını, Kur’ân-ı Kerîm’in kıymetini idrâk edeceğimiz bir irtibatla, Kur’ân’ın nüzûlüyle alâkalı olarak bahşediyor.
O hâlde;
Cenâb-ı Hakk’ın lütuf ve ihsanlarına nâil olmak için; dâimâ O’nun en çok değer verdiği bu iki kıymete, Rasûlullâh’a ve Kelâmullâh’a çok büyük ihtimam göstermeliyiz.
Kur’ân’ın indiği gece kıymet kazandı; öyleyse biz de gönüllerimize, hayatımıza, hânemize, evlâtlarımıza Kur’ân-ı Kerîm’i hâkim kılalım ve o kıymetten nasipdar olalım.
Kadir Gecesi ikrâmı; cümle enbiyâ içinde, yalnızca Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e lutfedildi.
Öyleyse;
-Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in;
•Kıymetini idrâk etmeye gayret edelim.
•O’na muhabbet ve ittibâda kusur etmeyelim.
•O’na salât ü selâm getirmekle gönüllerimizi ve dudaklarımızı feyizlendirmeyi hiç ihmal etmeyelim.
•O’nun mukaddes emânetlerine sahip çıkalım.
•Bizi bekleyeceği mahşer yerinde O’nu mahcup etmeyen, bilâkis tebessüm ettiren birer ümmet olma gayretinde olalım.
Sahâbe-i kiram efendilerimiz; Kadir Gecesi’nin, Rasûlullah Efendimiz’in ve Kur’ân-ı Kerîm’in yüce kıymetini bildiler. O muhteşem ikramları, sadece zihinleriyle tefekkür etmediler. Kalplerindeki samimiyetle yaşayarak idrâk ettiler. Yaşadıkça kalp âlemlerinde ufuklar açıldı, böylece dünya nimetleri gözlerinden ve gönüllerinden silindi. Ashab; bütün dünya nimetlerini, ancak ve ancak âhiret için bir malzeme olarak kullanmaya başladı. Canını, malını, evlâdını ve her şeyini Allâh’a adadı. Bu idrâk ile sahâbe-i kiram gökteki yıldızlar gibi müstesnâ şahsiyetler oldu.
Bu büyük Kadir Gecesi ikrâmına büyük bir hazırlık îcâb eder:
•Evvelâ Ramazân-ı şerîfe iki ay evvelinden kalben hazırlanmalı.
•Ramazân’ın ilk 20 gününü, son on gününe bir basamak teşkil edecek şekilde ihyâ etmeli.
•İbâdetleri, infakları ve kalbî kıvâmı terfî ettire ettire bilhassa son on günü karşılamalı ve tekâmül etmiş bir gönül ile tek gecelere ehemmiyet vermeli ve bunların içinde de 27’nci geceyi en güzel şekilde idrâk etmeye gayret etmelidir.
Unutmayalım ki;
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hayat veren düsturlarından biri de; ibâdette devamlılık, istikamet ve istikrardır. Kadir Gecesi’nin gizli tutulan ve geceler içinde aranan bir gece olması da bu düstura teşvik mâhiyetindedir:
BÜTÜN SENE
Müfessir Fahreddin Râzî şöyle demiştir:
“Hak Teâlâ;
Rızâsının hangi ibâdette olduğunu gizlemiştir ki bütün ibâdetlere rağbet edilsin.
Gazabının hangi isyanda olduğunu gizlemiştir ki bütün günahlardan kaçınılsın.
İnsanlar arasında dostlarını gizlemiştir ki bütün insanlara hürmet gösterilsin.
Duâlar arasında kabul ettiği duâyı gizlemiştir ki bütün duâlara itibar edilsin.
İsimleri arasında «ism-i âzam»ını gizlemiştir ki bütün isimlerine tâzîm edilsin. (Mü’min, bütün cemâlî sıfatların mazharı olmaya gayret göstersin.)
Namazlar arasında (âyet-i kerîmede bilhassa ve müstakil olarak zikredip husûsî bir sır ve şeref verdiği) «salât-ı vüstâ»nın (orta namazın) hangisi olduğunu gizlemiştir ki bütün namazlar huşû ile kılınsın.
Tevbeler arasında makbul olanı gizlemiştir ki çokça tevbe edilsin. (Bilhassa da seherlerde istiğfâr edilsin.)
Canlılar için ölüm vaktini gizlemiştir ki her an ölüme hazır olmak gerektiği şuuruyla yaşansın.
Kadir Gecesi’ni de Ramazan geceleri arasında gizlemiştir ki bütün Ramazan gecelerine îtinâ gösterilsin.” (Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XXIII, 281-282)
Bizzat Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in; Kadir Gecesi’ni ihyâ için husûsî bir gayret sergilediğini, çeşitli mânevî işaretlerle bütün Ramazan gecelerinde o mübârek geceyi aradığını, bu vesileyle son on günde îtikâfa girdiğini görüyoruz.
Sahâbe-i kiram da bu azim ve heyecan ile, vecd içinde geceleri ihyâ ediyordu. Abdullah İbn-i Mes‘ûd -radıyallâhu anh-, Kadir Gecesi’ni ihyâ gayretini bütün seneye yaymak gerektiğini ifade ederek;
“Kim bütün seneyi ihyâ ederse, Kadir Gecesi’ni de idrâk etmiş olur!” (Müslim, Sıyâm, 220) buyurmuştu.
Buradan hareketle halk irfânı da şöyle demiştir:
“Her gördüğünü Hızır, her geceyi kadir bil!”
Şu sual de sahâbe-i kirâmın Kadir Gecesi’ni idrak heyecanının bir başka şâhididir:
Âişe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz anlatır:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Kadir Gecesi’nin hangi gece olduğunu bilecek olursam, o gece nasıl duâ edeyim?” diye sordum.
Peygamberimiz;
اَللّٰهُمَّ اِنَّكَ عَفُوٌّ كَر۪يمٌ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ عَنّ۪ى
“«–Allâhım! Sen çok affedicisin, sonsuz kerem sahibisin, affetmeyi seversin. Beni bağışla!» diye duâ et!” buyurdu. (Tirmizî, Deavât, 84)
Ramazân-ı şerîfin müjdelerinden biri de, bu mübârek mevsimin infâk ile ihyâ edilmesiyle alâkalıdır.
İKRAM BAYRAMI
Nitekim bir ay boyunca ibâdet vecdiyle, gündüzleri açlığı yaşayan mü’minler; fakir ve yoksulluk sebebiyle aç kalanların hâlini idrâk ederler. Vicdanları merhamet ve şefkatle incelir ve yumuşar.
Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e;
“–Hangi sadaka ecir bakımından daha büyüktür?” diye sorulduğunda şöyle buyurdular:
“–Ramazân-ı şerifte verilen sadaka…” (Tirmizî, Zekât, 28/663)
Bu müjdeye ermek için mübârek ecdâdımız da Ramazân-ı şerifte hayrat yarışına girmişlerdir. Bakkallara giderek, hiç tanımadıkları fukarânın borçlarını ödeyip sildirmişlerdir. Yetimlerin, öksüzlerin gözyaşlarını dindirmişlerdir.
Ramazân-ı şerifteki en güzel hayır-hasenâttan biri de iftarlardır. Hadîs-i şerifte buyurulur:
“Kim bir oruçluya iftar verirse, oruçlunun ecri gibi -oruçlunun sevâbından hiçbir şey eksilmeden- ecir alır.” (Tirmizî, Savm, 81)
Ashâb-ı kirâmın fakirleri, bu fazîletten geri kalmak istemediler. Mahzun bir şekilde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek kendilerinin zenginler gibi oruçluyu doyuracak derecede iftar yemeği vermeye güçlerinin yetmediğini arz ettiler. Bunun üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, şöyle buyurdular:
“Kim bir oruçluyu bir hurma ile iftar ettirirse veya bir içecek su ile veya tadımlık bir süt ile iftar ettirirse, Allah Teâlâ, ona aynı sevâbı verir.” (İbn-i Huzeyme, Sahîh, III, 191)
Yine bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;
“–Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir.” buyurmuşlardı. Ashâb-ı kirâm;
“–Bu nasıl olur, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sorduklarında, Efendimiz şu cevabı verdi:
“–Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan en iyisini tasadduk etti. (Yani malının yarısını tasadduk etmiş, kendinden koparıp vermiş oldu.)
Diğeri (ise hayli zengin biriydi) o da malının yanına varıp, malından yüz bin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti.” (Nesâî, Zekât, 49)
Aslolan fedâkârlıktır.
Şubat ayında yaşadığımız büyük depremlerde nice kardeşimiz; evini, barkını kaybetti. Şimdi kimisi yurtlarda, kimisi konteynır evlerde, kimisi geçici mekânlarda barınıyor. Onları ve bilhassa mahzun evlâtlarını, Ramazân-ı şerif ve bayramda handân u şâdân eylemek, ne güzel bir kardeşlik vazifesidir!
Zira;
Bayramlar, îman kardeşliğinin gerçek tezâhür sahneleridir.
Bayramlar; ferdin değil, toplumun mânevî sevincidir. Bu heyecanı paylaşma, gönül iklimine girme ve bütün müslümanları gönülden kardeş hissedebilme demleridir.
Muzdaribi sevindirecek, ona ilâhî bir neşe ile sükûn bulduracak hakikî bayramı idrâk etmeliyiz.
Acaba bayramlarda; kanadı kırık kuş gibi âciz, bitkin ve neşesiz insanlara ne taşıyabiliyoruz?
Mahrum ve muzdaripleri sevindirerek sevinmenin ulvî hazzını, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in siyer-i Nebî’sinden tâlim etmeliyiz:
Beşir bin Akrabe -radıyallâhu anh- anlatır:
“Babam Akrabe, Uhud günü şehîd olunca ağlayarak Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gittim.
Bana;
«–Ey sevgilicik! Sen ne diye ağlıyorsun? Sus ağlama! Senin baban ben olsam, annen de Âişe olsa, râzı olmaz mısın?» buyurdu.
Ben de:
«–Anam-babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah, tabiî ki râzı olurum!» dedim.
Bunun üzerine Efendimiz, eliyle başımı okşadı. (Şu anda) saçlarım ağardığı hâlde, Rasûlullâh’ın mübârek elinin değdiği yerler hâlâ siyah kalmıştır.” (Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr, II, 78; Ali el-Müttakî, XIII, 298/36862)
BAYRAM İBÂDETTİR
Bilmeliyiz ki;
Bayram, Ramazân-ı şerif mektebinin sonunda bir af ve mağfiret şahâdetnâmesi alma sevincidir.
Rabbimiz, bize Kadir Gecesi gibi muhteşem lütuflarla dolu bir Ramazan ikrâm etti. Biz, O’nun ikramlarına ne kadar mukabelede bulunabildik? Ne kadar teşekkür ve vefâ gösterebildik?
Bu şahâdetnâmenin derecesi; günümüz tabiriyle bu karnenin, bu diplomanın notları mahşer yerinde ortaya çıkacaktır.
Bayramlar; bir tatil veya ferdî bir neşe vesilesi değil, umûmî bir muhabbet, şefkat, merhamet ve insânî duyguların içtimâî parıltıları olmalıdır.
Gerçek bayram; geniş bir rahmet ve gufran iklimi, sonsuz bir affa mazhar olan müslümanların derin bir îman heyecanı içinde birbirleriyle kaynaştığı muhteşem hâtıralarla dolu mübârek bir gün olmalıdır.
•Sıla-i rahimde bulunmak,
•Dargınlık ve kırgınlıkları ortadan kaldırmak,
•Din kardeşleriyle kaynaşmak,
•Tebessümle, güler yüzle, hediyeleşerek, birbirine ikramlarda bulunarak îman kardeşliğiyle sevinmek,
•Kendimize zimmetli muzdaripleri, kimsesizleri, yetimleri ve öksüzleri sevindirmek gibi içtimâî ibâdetin îfâ edildiği, müşterek sevinç günleridir.
Böyle bir idrâk için Ahmed Yesevî Hazretleri’nin şu mısraları ne kadar yol göstericidir:
Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen!
Öyle mazlum yolda kalsa, hemdem ol sen!
Mahşer günü dergâhına, mahrem ol sen!..
………
Akıllı isen, gariplerin gönlünü avla,
Mustafâ gibi ülkeyi gezip, yetim ara!..
Bayramlarda yollarımızı gözleyen bir garip zümre daha vardır ki, onlar da merhum geçmişlerimizdir. Hadîs-i şerif mûcibince ilk bayramlaşma, melâl yüklü selviler altında başlamalıdır.
Fâtihalar ve sadakalar ikrâm ederek, bizlere îman ve İslâm nimetlerini taşıyan büyüklerimize vefâ borcumuzu îfâ etmeliyiz.
Yani;
Kabristandaki adreslerimizi ziyaret etmek, orada bulunan akrabalarımıza Fâtihalar ve Yâsînler gibi hediyeler göndermek de onlara vefâ kendimize şifâ olacak vazifelerimizdendir.
Bir mü’min unutmamalıdır ki;
O da bir gün merhum geçmişlerinin hâliyle hâllenecek ve onlar gibi kendilerini ziyaret edecek bir dost gözleyen ve Fâtiha bekleyenlerden olacaktır.
Bir Hak dostunun kabri başındaki şu cümle ne güzeldir:
“Ey ziyaretçi! Dün ben senin gibiydim. Gafil olma, yarın da sen benim gibi olacaksın!”
Bu meyanda en güzel muhasebe ve tefekkürlerden biri de Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’ın şu ifadesidir:
“Öyle kâmil bir hayat yaşa ki; insanlar hayattayken seni özlesinler, vefâtından sonra da sana hasret kalsınlar!..”
Şeyh Sâdî de şöyle der:
“Öyle fazîletli bir hayat yaşa ki, vefât ettiğin zaman insanlar; «Bir güneş battı, bir yıldız kaydı!» diye seni rahmet ve hasret ile yâd etsinler.”
Bir başka şair de şöyle der:
أَنْـتَ الَّــذ۪ي وَلَــدَتْــكَ أُمُّــكَ بَاكِــيًا
وَالـنَّاسُ حَـوْلَكَ يَـضْـحَكُــونَ سُـرُورًا
فَـاحْرِصْ عَلٰى عَـمَلٍ تَكُـونُ إِذَا بَكَـوْا
ف۪ــي يَــوْمِ مَـوْتِكَ ضَـاحِـكًا مَـسْـرُورًا
Hatrında mıdır hiç, doğduğun gün,
Sen ağlar iken, gülerdi âlem!..
Bir ömür sür ki, olsun ölümün,
Sana tebessüm, ellere mâtem!..
Zaten;
Hakikî bayram;
•Îmân ile son nefesi verebilmektir.
•Amel defterini sağdan alabilmektir.
•Mîzanda hasenâtın ağır gelmesidir.
•Sırât’tan geçip cennete girebilmektir.
•Habîbullah Efendimiz’e vuslattır, Cemâlullâh’a nâiliyyettir.
Âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak bu bayram sevincini şöyle beyân eder:
“Kitabı sağ tarafından verilen (öyle bir sevinecek ki);
«–Alın, kitabımı okuyun! Doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum.» diyecek.” (el-Hâkka, 19-20)
Âhiretin tarlası, yani hazırlık yurdu olan bu dünyada; merhamet ve fedâkârlıkla idrâk edeceğimiz Ramazân-ı şerif ve bayramlar, Allâh’ın dilemesiyle, o hakikî bayramlara ermemize vesile olacaktır.
Bu şuuru aşılamak için; Behlül Dânâ Hazretleri bayramı ne güzel tarif eder:
“Bayram, güzel ve yeni elbiseler giyenler için değil; ilâhî azaptan emîn olup ebedî hüsrandan kurtuluşa erenler içindir.
Yine bayram, güzel güzel binitlere binenler için de değil; hata ve kusurlarını terk ederek hâlis bir kul hâline gelebilenler içindir…”
Böyle bir idrâk için, Necip Fazıl’ın sorduğu gibi sormalıyız:
“Deliyi akıllandıracak (gafili şuurlandıracak), muzdaribi sevindirecek büyük bayram hangi (rûhî) hamleye muhtaçtır?”
•Toplumumuzdaki gafilleri uyandıracak,
•Garipleri ve muzdaripleri ihyâ edip gönüllerini sürûra gark edecek,
•İnsanlığı İslâm’ın güler yüzüyle tebessüm ettirecek hakikî bayram, hangi rûhî hamleye muhtaçtır?
O rûhî hamleye muvaffak olduğumuz gün; fert, aile, millet ve ümmet adına, gerçek bayram işte o gün olacaktır.
Bu şuurla değerlendirilmezse; bayram, -Allah korusun- nefsin ve şeytanın sızabileceği bir gevşekliğin başlangıcı yani bir tatil olarak telâkkî olur.
Çünkü;
Nefsin bir hilesi de, bayram ve düğün gibi sevinçli hâlleri; takvâdan fire verilebilecek «istisnâî ve muaf zamanlar» olarak görmeye kalkmasıdır.
Hâlbuki şer‘-i şerîfin kaidelerinin istisnâ edildiği ve muaf tutulduğu hiçbir zaman yoktur. Son nefese kadar kulluk ve takvâ ile memuruz.
Âyet-i kerîmede buyurulur:
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَاْتِيَكَ الْيَق۪ينُ
“Ve sana yakîn (olan ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibâdet et!” (el-Hicr, 99)
O hâlde;
Hakikî ve ebedî cennet bayramlarını idrâk edebilmemiz için zarûrî olan bir husus da;
RAMAZÂN’I KAYBETMEMEK
Ramazan’dan sonra zincirlerinden çözülecek olan bozguncu şeytan, mü’minlerin bu mübârek ayda biriktirdikleri sevap hazinelerini boşa çıkarmak için fırsat arayacaktır.
Kaybedenlerden olmamak için, Ramazan terbiyesi altında geçirilen mânevî hâtıraları hiçbir zaman unutmamamız lâzımdır.
Mirzâ Mazhar Cân-ı Cânân Hazretleri şöyle buyurur:
“Ramazân-ı şerif; zikirle uyanık olarak geçirilirse, senenin kalan kısmında da bu güzel hâl devam eder. Eğer bu ayda bir kusur ve gevşeklik olursa, bunun izi bütün sene boyunca görülür.”
Hâsılı;
Ramazân-ı şerîfin kabul olmasının en bariz alâmeti; hiç şüphesiz ki oruçlar, ibâdetler, tilâvetler, Allah yolunda gayretler, bolca infak ve hayırlarla dolu dolu yaşanmış olan bir Ramazân-ı şeriften sonra da o mübârek aydaki güzel hâli, gayretleri, rûhâniyeti ve şevki aynen devam ettirebilmektir.
Hazret-i Mevlânâ da şöyle buyurur:
“İbâdetin kabul ediliş alâmeti; o ibâdetten sonra hemen başka ibâdete girişmek, birbiri ardınca durmadan hayırlara koşmaktır.”
Şunu da unutmamak lâzım:
Bütün ibâdetlerimizin, gayretlerimizin ve duâlarımızın kabulü; Cenâb-ı Hakk’a karşı kalbî samimiyet ve ihlâsımız nisbetindedir.
Yani;
Bütün ibâdetlerimiz Cenâb-ı Hakk’ın kabulüne muhtaçtır. Bunun da şartı, hakkıyla takvâ ve kulluğumuzda son nefese kadar istikrardır.
Zira Rabbimiz; cennetine davet ederken, kulundan rızâ ve teslîmiyet ister ve şöyle buyurur:
“Ey itmi’nâna ermiş nefis! (Hayatın bütün med ve cezirlerinde) sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön! (Sâlih) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!” (el-Fecr, 27-30)
Son demlerinde Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin şu ifadeleri ne kadar mânidardır:
“Hiçbir amelime güvenmiyorum, sadece Allâh’ın rahmetine sığınıyorum.”
Bu sebeple Ramazân-ı şerîfi bütün seneye ve ömre yaymak lâzımdır.
•Sıhhati elverenler; Şevval oruçlarından başlayarak nâfile oruçlarla, Ramazân’ın sıyâm iklimini devam ettirme gayretinde olmalıdır.
•Terâvih ve seherlerde îtiyâdın arttığı huşû içinde namaz iştiyâkı devam ettirilmelidir.
•Bilhassa cemaatle namazdan fire verilmemelidir.
•İnfakları Ramazân’a mahsus tutmayıp, her zaman ümmet-i Muhammed’in kimsesiz, çaresiz ve mahrumlarının imdâdına koşmalıdır.
•Ramazân’ı fırsat bilerek, terk edilen küçük-büyük günahlar ve kötü alışkanlıklara bir daha asla başlanmamalıdır. Ettiğimiz tevbelere sadâkat gösterilmelidir.
•Geçen sene Ramazân-ı şerîfi beraberce idrâk ettiğimiz birçok akraba ve ahbabımızın bu seneki Ramazân’a yetişemeden, dâr-ı bekāya irtihâl ettiklerini ibretle tefekkür edip, her ibâdetimizi «dünyaya vedâ eden kişi» hassâsiyetiyle edâ etme şuurunda olmalıyız.
Cenâb-ı Hak, Kadir Gecesi’ni ihyâ edenlerden ve seksen üç senelik ecre nâil olanlardan eylesin. Dünyada yaşattığı ulvî bayramları, son nefes ve ebediyet bayramlarına dönüştürsün!
Âmîn!..