NE HÂLDEYİZ?

Mehmet MENCET 

 

Geçenlerde beraber çalıştığımız bir ağabeyin cenazesine katıldım. Caminin bahçesinde çok sayıda çelenk var, insanlar grup grup toplanmışlar. Hasret giderip merhumu anıyorlar, derken ezan okundu. Bir grup namaza katıldı, diğerleri sohbete devam etti. Namaz bitti. Sıra cenaze namazına geldi. Grubun yarısı namaza katıldı, diğerleri seyretti. Mezara gittik. Sonuç önümüzde; imamın duâsına katılmayanlar da var. 

 

Rahmetli arkadaş yıllar önce bir arkadaşının cenazesine geliyor. Hocaefendi; 

 

“–Cenaze için namaza!” deyince yanındaki meslektaşına; 

 

“–Ya benim abdestim yok, namazı nasıl kılacağız?” diye soruyor. 

 

Arkadaşı; 

 

“–Benim de yok, olsun. Bu zaten dînî bir merasim!” diyor… 

 

Hiç kendilerinin de namazlarının kılınacağı akıllarına gelmiyor mu? Bu manzara insana hüzün ve acı veriyor. Neden bu hâle geldik? Mâneviyattan bu kadar uzaklaştık? Ölümden bile ders almıyoruz. Toplumumuz nereden nereye geldi! Bu hazin manzaradan hepimiz sorumlu değil miyiz?

 

Örnek birer müslüman olamadık mı, tebliğ edemedik mi? 

 

Neden bu güzel dînimizden, Sevgili Peygamberimiz’in nezih yaşantısından bîhaber oldukları gibi her fırsatta düşmanlıktan geri durmuyorlar?.. 

 

Bu muhasebeden sonra; biraz müsbet düşüncelere de yer verelim: 

 

Şüphesiz önümüzde nice güzellikler de var, gönlümüzü aydınlatan sayısız Hak dostları da var, ama demek ki etrafımız için bizler gayretlerimizi artıracağız. Her alanda, her fırsatta bu güzellikleri anlatmak, örnek olmak, fedâkârlık göstermek boynumuzun borcu olmalı. Madem inanıyoruz, gereği gibi davranmalıyız.

 

İnsanların dürüst olmasını mı istiyoruz, onlara dürüstlüğün fazîletlerini, doğruluktan ayrılmadan başarıya ve mutluluğa ulaşanların güzel örneklerini duyurmalıyız. 

 

Kozan’da Tapulama Hâkimliğinde iken, ismini hâlâ unutamadığım Sayca ve Malhıdırlı köylerine hemen her gün keşfe gidiyordum. Sıra gönül ehli, şair bir şahsiyet olan, zaman zaman da adliyede bilirkişilik yapan Ali KOÇ’un tarlasına geldi. Ali KOÇ’un dosyasına, daha fazla arazi almasına yarayacak sahte bir vergi evrakı sıkıştırılmış. Ben sınırları okuyup; 

 

“–Sen yıllarca bilirkişilik yaptın, bu evrak sana mı ait?”’ diye sorunca; 

 

“–Hâkim Bey; kadastro elemanları bunu benim haberim olmadan koymuş, bana ait değil.” dedi. 

 

Meğerse memurlar acıdıkları için bu vergi kaydını araya sıkıştırmışlar. O şartlarda en az 15 dönüm kaybı olacaktı. Dâvâ bitmeden kanun değişikliği ile vergi kaydına ihtiyaç olmadan arazinin tamamını zilyetlikle mülk edindi. Bu hâdise; doğruluğun güzelliğine, helâlin önemine örnek değil mi?

 

Yeter ki yüce Allâh’ın yoluna yönel!.. 

 

Hakikaten, Cenâb-ı Hak doğruların yardımcısıdır, şerlileri ise kendi tuzaklarına düşürür. 

 

Vazifedeyken özel sebeplerle ilçenin âmiri ile ters düştük. 

 

Ramazan’da personele baklava dağıtıyor, kimler oruç tutuyor görmek için… Böyle dindar aleyhtarı bir insan…

 

Küçük bir ilçe; evi ile adliye arasında birkaç ev var, bu kadar yakın olmasına rağmen avukat olan eşini duruşma için odacı gidip çağırıyormuş. Başka ilçelerden erkenden gelen avukatlar var, ama hanımefendi çağırılmadan gelmiyor. Tabiî ben çağırtmadım. Herkes vazifesine vaktinde gelmeli.

 

Bana kızdı. Hakkımda; “Cuma vakti adliyeyi kapatıp herkesi zorla camiye gönderiyor. Eşi kitap dağıtıyor…” şeklinde şikâyetler üretti. Çevresi geniş, beni Kurul’a şikâyet ettirdi. 

 

Müfettiş geldiğinde, o âmir de havayı koklamak için yanına uğradı. Sanki şikâyet eden o değil gibi. Hâdisenin kendi tezgâhı olduğunu gizlemek için benim hakkımda; «Emsâli yok, çalışkan, dürüst!» gibi kelâmlar etti. Biz çayımızı içerken bir ara Müfettiş Bey içeri girdi. Biraz sonra kâtip geldi; 

 

“–Sizi istiyor.” dedi. Ona; 

 

“–Ne de olsa bu ilçenin âmirisiniz, hâkim hakkında söylediğiniz müsbet sözleri yazdım lütfen imzalayın.” dedi. Allah kendi tuzağına kendini düşürdü. 

 

Rabbim, şerlilerin şerrinden her zaman muhafaza buyursun… Hayırlıların sayısını lutfuyla artırsın. Âmîn.