DÜNYA ÂHİRETİN TARLASIDIR

Fahri SARRAFOĞLU sarrafoglufahri@gmail.com

 

Değerli dostlar,

 

Bugün sizlere bir hikâye anlatacağım; ama bu hikâye, benden değil 13 yaşındaki kızımdan… 

 

Bir gün kızım yanıma geldi ve bana şu sözleri söyledi:

 

“–Baba! Sen hep hikâye yazıyorsun, hâtıralar anlatıyorsun, bugün bir değişiklik yapalım ve ben sana bir hikâye anlatayım. Bakalım beğenecek misin?” Ben bu teklifi kabul ettim ve merakla onu dinlemeye başladım. 

 

Hikâyesine; 

 

“–Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; bir varmış, bir yokmuş…” sözleri ile başladı. Kendisini durdurdum ve;

 

“–Bunları biliyoruz, hikâyene başla!” dedim; kızım da;

 

“–Bekle, hikâye anlatılırken sabret!” dedi. Bunu bana kızım söyledi:

 

“Hikâye anlatılırken sabret!” 

 

Hikâye nasıl başlıyor?

 

Bir ada varmış. Bu adada insanlar huzur içinde yaşıyorlarmış. Çok büyük olan bu adada, insanlar; bahçelerinde tarım ve hayvancılık ile uğraşıyorlarmış. Ada sakinleri; güzel yüzlü, tebessüm hâlinde, Allâh’a ibâdet hâlinde, neşe içerisinde yaşıyorlarmış. 

 

Bir gün; adada bol altın olduğunu duyan korsanlar, adayı yağmalamak için adayı basmışlar. Adanın reisi, neden geldiklerini sormuş; korsanlar ise, altınları almaya geldiklerini söylemişler. 

 

Reis;

 

“–Tamam o kolay, bizde altın çok, veririz size.” diye cevap vermiş. “Bir sürü altın var ileride, ama çıkaramıyoruz. Bizim gücümüz yetersiz, âletimiz yok.” diyerek devam etmiş. Elinde altın külçeleri olan reis; elindekileri de göstermiş, bunların altın olduğunu ama işlenmediğini ve eğer isterlerse daha fazla verebileceğini söylemiş. Altınları gören korsanların gözleri parlamış ve ağızları sulanmış. Korsanların bu hâlini gören reis, sözlerine şöyle devam etmiş;

 

“–Adada altın var ama bizde yok, hepsi madende. Bakın burada; bağ-bahçe var, tarla var, ağaçlar var, sık ağaçlıklar var ve bunların kesilmesi gerekiyor. Ağaçlardaki meyvelerin de toplanması gerekiyor ki madene giden yol açılsın. Kabul eder, adada çalışırsanız, her birinize her gün bir külçe altın veririz.” demiş. Bunu duyan gemi tayfaları;

 

“–Günde bir külçe altın mı?” diye tepki vermiş ve adada çalışmaya başlamışlar. 

 

Düşünün… Günde bir külçe altın kazanacaklar… 

 

Herkes canla başla çalışmaya başlamış. Kimi kürek almış, kimi kazma almış, kimi hayvanın peşinden gitmiş, kimi bağ-bahçede… Hem çalışmışlar hem de akşam alacakları o bir külçe altını düşünmüşler. Düşündükçe daha çok hırslanmışlar ve azim ile çalışmaya devam etmişler. 

 

Tabiî, çalışıyorlar ama çalışırlarken; etraflarındaki ne ağaçlardan ne güneşten ne denizden ne balıklardan hiçbirinden istifade edemiyorlar… Sadece bir tek düşünceleri var, akşam alacakları o bir kilo altın, o bir külçe… Gerçekten de iyi çalışıyorlar; adanın yüzü, gözü değişiyor. 

 

Reis sözünde duruyor ve her gün bir külçe altın veriyor. 

 

Adaya gelmelerini sağlayan gemi ise karada duruyor. On gün, bir ay, bir yıl, iki yıl boyunca karada duruyor… Altın kazanma hırsı ile çalışmaya başlayan korsanlar, iki yıl boyunca çalışıyorlar ve hiçbiri;

 

“–Şu altınları alalım da gidelim.” demiyor. Daha çok alırız, daha çok alırız diye devam ediyorlar… Seneler geçiyor ve hiçbiri altınları alıp memleketlerine dönmüyor. Dönmek isteyenleri de; 

 

“–Dur daha gemi dolmadı, daha çok alırız!” diyerek yarı yoldan geri döndürüyorlar. Ve sonuçta, orada kazandıkları altınlar ile o adada ölüyorlar… Ne memleketlerine geri dönüyorlar ne de orada yaşarken, altın almak için uğraştıkları hâl ve hareketlerinden neşe ve zevk alıyorlar. Böyle bir hâl içerisinde yaşayıp, gidiyorlar. 

 

Kızımın hikâyesi böyle… Ben de ona şöyle bir ilâve yaptım…

 

Kızıma; 

 

“–Gel hikâyeyi şöyle bitirelim.” dedim. “Reis altınları alsın, doldursun, yağmaya gelen korsanlara bu altınları versin ve şunları söylesin:

 

«–Bakın burada altınlar var, alın bu altınları!»” 

 

Hedefleri adayı yağmalamak olan korsanlar; bu sözleri işitir işitmez, gördükleri külçelere doğru hareket edip, onları aldılar. Hepsi külçeleri sevinerek, kucak kucak alıp gemiye doldurdular. Bu durumu izleyen gemi kaptanı şaşkınlık içinde; 

 

“–Nasıl olur da bize külçeleri böylece verirsiniz, bize ne için veriyorsunuz?” diye reise sordu. Reis de; 

 

“–Bizde ne işe yarayacak, buyurun sizin olsun!” diyerek karşılık verdi. 

 

Düşünün… Korsan gemileri altın ile doluyor.

 

Gemiler dolduktan sonra, korsanlar tekrar okyanusa açılıyorlar. Ama gemiler dolu olduğu için, ağır ağır ilerliyorlar… Yol katedemiyorlar… 3-4 kilometre gidip, tam adadan ayrılmak üzereyken kaptan gözlerini açıyor ve;

 

“–Aman Allâh’ım, bunlar ne?” diye bağırıyor. Meğerse, altın diye topladıkları, taşmış… Bildiğimiz taş. Düşünsenize iştahla topladığınız altınlar aslında taşmış… Hırsları onları kör etmiş. Taş topladıklarını, güneşin ışığı ile fark etmişler… Fark etmişler ama geri dönememişler, bir de üstelik gemi ağır olduğu için batmış ve hepsi sahilde helâk olmuşlar… Adanın reisi de;

 

“–Şükür, adayı taşlardan temizledik!” diye seviniyormuş. 

 

Evet… Benim de hikâyem böyle bitiyor. 

 

Kısaca: 

 

Sevgili dostlar, 

 

İşin aslında hikâye öyle veya böyle, çıkardığımız sonuç ne? 

 

Dünya bize nedir? Dünya bize bir cennet midir? Yoksa dünya; gelip, alıp, ekip, biçip, götüreceğimiz bir tarla mıdır? Allah Teâlâ;

 

“Dünya hayatı, bir oyun ve eğlenceden başka değildir!” (el-En‘âm, 32; el-Ankebût, 64; Muhammed, 36; el-Hadîd, 20) buyurmuyor mu âyet-i kerîmede?

 

“Dünya âhiretin tarlasıdır.” denilmemiş mi?

 

O zaman bu tarlada çalışıp, ekelim, biçelim. Bunu geldiğimiz yere götüreceğiz. Bizim geldiğimiz yer SONSUZLUK. İşte oraya doğru gideceğiz inşâallah. 

 

Allâh’a emânet olun… 

 

Âyetler: 

 

Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka değildir! Âhiret yurdu ise Allâh’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız? (el-En‘âm, 32) 

 

İyi bilin ki, şu dünya hayatı boş bir oyalanma ve oyundan başka bir şey değildir. Âhiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bunu bilmiş olsalardı! (el-Ankebût, 64) 

 

Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Eğer inanıp Allâh’a karşı gelmekten sakınırsanız, Allah size mükâfâtınızı tastamam verecektir. Üstelik Allah sizden cihâd için bütün malınızı da istemiyor. (Muhammed, 36) 

 

İyi bilin ki, dünya hayatı; ancak bir oyundan, bir eğlenceden, bir süs ve gösterişten, aranızda bir övünmeden, mal ve evlâtta çokluk yarışından ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibi ki; onun bitirdiği ekinler, çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kuruyuverir de sen onu sapsarı kesilmiş görürsün. Ardından da çer çöp hâline gelirler. Âhirette kâfirlere şiddetli bir azap, mü’minlere ise Allah’tan bir bağışlama ve rızâ vardır. Evet; dünya hayatı, aldatıcı bir menfaatten başka bir şey değildir. (el-Hadîd, 20)