Mesnevî’den Beyitler -21- ASIL OLAN KANAATTİR

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

 

Hırs ve tamah ehlinin gözü dolu olmaz/doymaz. / Sedef de kānî olup, kapanmayınca inci olmaz.

 

İnsanı en güzel şekilde yaratan Cenâb-ı Hak, onun ihtiyaç duyduğu rızkı da beraberinde yaratmıştır. Hayra da şerre de istîdâdı olan insanın; rızkını -bu âlemin imtihan yurdu olması hasebiyle- hayır ve şer içinde deverân eden bu dünyada araması gerekmektedir. Kemal bulmuş bir insan olmak da bu dünya hayatında asıl hedeftir. Rızık endişesi ile şerre meyyal olmak, çirkin işlere yönelmek, hiçbir zaman tasvip edilmemiştir.

 

“–İnsan nedir?” suâlini Sâdî Şîrâzî Hazretleri;

 

“–Birkaç damla kan, bin bir endişe.” diye cevaplamıştır.

 

Bin bir endişe, arzular, hevesler, ihtiraslar insan hayatında her zaman var olacaktır. Bundan kurtulan çok az insan, kemal bulmuş bir îmanla istisnâdır. Bu bahtiyar kullar şu gerçeği idrâk etmişlerdir:

 

“Rızkı veren Allah’tır.”

 

Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmuştur: 

 

“Nice canlı var ki rızkını (yanında) taşımıyor. (Rızkını kendisi temin edemiyor.) Onlara da size de rızık veren Allah’tır. O, her şeyi işitir ve bilir.” (el-Ankebût, 60)

 

Bir rivâyete göre; Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Mekke’deki mü’minlere Medine’ye hicret etmelerini emredince;

 

“–Geçim şartlarımızın olmadığı bir yere nasıl hicret ederiz?” diye sordular. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil olmuştur.

 

Medine’de kâ‘bına varılmaz bir kardeşlik yaşanmış ve hiçbir muhâcir, hicretten dolayı muzdarip olmamıştır. Sebepleri yaratan Allah’tır. Rızıklar da sebeplerle yaratılır. Sebepleri yaratan da Allah’tır. İşte bu yüzden; kişinin rızık endişesiyle kendini hebâ etmeden rızık araması ve rızkına kanaat etmesi gerekir. İnsan bu âleme üryan gelmiştir. Gidişi de nasibinde varsa birkaç metre kefendir. Sanki rızıksız kalacakmış gibi endişe etmenin tek çaresi kanaattir. 

 

Sözlükte «payına râzı olma» mânâsında mastar olan kanaat; «kişinin azla yetinip elindekine râzı olması, kendisinin ve sorumluluğu altında bulunanların ihtiyaçlarını asgarî ölçüde karşılayabileceği maddî imkânlarla iktifâ edip, başkalarının elindeki şeylere göz dikmemesi, aşırı kazanma hırsından kurtulması» şeklinde açıklanmakta; hırs, tamah, hazlara düşkünlük ve tûl-i emel gibi kavramlarla ifade edilen mal ve dünya tutkusunun, kalpten silinmesiyle kazanılan ahlâkî bir erdem olarak değerlendirilmektedir. (TDV) 

 

Kanaatte, tok gözlülük ve ihtiyaçları için başkasına yüzsüzlük yapmamak vardır. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şeriflerinde;

 

“Asıl zenginlik mal çokluğu değil, gönül zenginliğidir.” (Buhârî, Rikāk, 15; Müslim, Zekât, 120) buyurarak kişinin asıl zenginliğinin gönlünde olduğunu belirtmiştir. Çünkü kanaat, şükür, hâle rızâ gönülde yer bulmamışsa; asıl fakirlik o zaman başlamıştır. Çünkü insan; hırs ile âhiret âlemine hazırlık yapmayı unutur, bütün enerjisini bu dünyayı kazanmak için harcar ve ilâhî kelâmın hatırlattığı âhiret hayatından da bîhaber yaşar. Cennet için gerekli hazırlığı yapmayı, cehennemden korunması için gereken helâl/haram dairesinde yaşamayı unutur. Kişi dünya için zorunlu olan kadar çalışıp ihtiyaçlarını gördükten sonra; başkalarına da faydalı olmalı, sosyal dayanışma rûhunu da unutmamalıdır. Çünkü insan, bir toplum içinde yaratılmıştır ve herkes birbirine muhtaçtır. Bu muhtaçlığı unutup, kendi nefsini düşünerek hırs ve hasedin pençesine düşmek ise büyük bir nefis hastalığıdır. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

 

“İnsanoğlu ihtiyarlar ama iki duygusu gençleşir: 

 

Birisi mal hırsı, 

 

Diğeri tûl-i emeldir.” (Buhârî, Rikāk, 5; Müslim, Zekât, 115) 

 

Tûl-i emel; insanda mal hırsını artırarak, sonu gelmez bir ihtirasa sebep olur. Kişi hiçbir zaman kazandığı ile yetinmez, maddenin kölesi olur. Tevekkülü ve kanaati unutan insan, âhiret hazırlığını da unutur ve âhirete eli boş bir fakir olarak ulaşır. Dünya hırsı, ihtirası ve hasedi kişiyi bitirir. İlâhî taksime râzı olmaz. Kanaat ile bu menfî duygulardan kendini korumaz. Haset ettiği insanlara karşı içinde oluşan; kin, intikam, hâinlik ile kısacık ömrünü, kuruntu ve endişe ile mahveder.

 

Yine bir hadîs-i şeriflerinde Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

 

“Âdemoğlunun iki vâdi dolusu altın ve gümüşü olsa üçüncüsünü ister. Onun gözünü ve karnını ancak toprak doyurur.” (Buhârî, Rikāk, 10) buyurmuşlardır. Kişi; hırs ve hasedin kölesi olduğu zaman, kendini frenleyemez ve hiçbir şeyden zevk alamaz hâle gelir. Bu dünyada rûhî incelik ile kalbini huzur yuvası yapmayan, öbür âlemde ebedî saâdete ulaşamaz.

 

Kalp rakikleşip, kişi kanaat ile rûhunu güzelleştirdiği zaman ise, sahip olduğu nimetlere bakış açısı değişir. 

 

Bu özelliği kazanan kulda; 

 

Şerîatte; senin malın senin, benimki ise benimdir.

 

Tasavvufta; senin malın senin, benimki de senindir.

 

Hakikatte ise; ne seninki senin, ne benimki benim, hepsi Allâh’ındır, telâkkîsi gerçekleşir. Şairin dediği gibi;

 

“Hakk’ın feyz-i ilâhîsinde âb-ı zülâl rızıklar vardır. Dilenci ve sultan rızkını; karınca ve çekirge kısmetini O’ndan alır.”

 

Bütün mahlûkatın rızkını veren Allah’tır. Ve insan güzel bir hayat yaşamak istiyorsa, mal biriktirmek uğruna rûhunu fedâ etmemelidir. Mevlânâ Hazretleri Mesnevî’sinde şöyle der:

 

“İnsana ne oluyor da altının, dünya malının kölesi oluyor? Hak yolunda harcanmayanlar nedir? Neyi ifade eder? Dünya malının esiri olarak, onun kapısında yılan gibi kıvrılıp yerlerde sürünmek zilleti, insanı göklere eli boş gönderen bir sefâlet sebebi değil de nedir?”

 

İşte hırsın ve tamahın sonu, topladıklarıyla doymamak, umduklarına nâil olamamak, dünya ve âhiretini mahvetmektir. Beyitte ifade edildiği üzere; bir damlaya kanaat eden, bir inci oluşturur gönlünde. Gönlünün kapılarını hırsa açan ise, gönül incisini ziyan eder. 

 

Ne güzel bir hakikattir:

 

“Kanaat bitmez, tükenmez bir hazinedir.” (İbn Hibbân, Ravzatü’l-ukalâ, s. 150)

 

Gerçek zenginlik, kanaattir.

 

Gerçek dirilik, mânen diri olmaktır.

 

Mârifetullâh’a ulaşmış kalp, safâ bulmuş kalptir.

 

Rızâ ve teslîmiyet ile kanaat edip, sâlih amellerimizi çoğaltarak, Rabbimiz’in huzûruna varabilme duâ ve niyâzı ile… 

 

Yazımıza Bursalı İsmail Hakkı Hazretleri’nin mısraları ile son verelim:

 

Mârifet bir dürr-i yektâdır kim,

Ka‘r-ı dildir karargâhı onun.

Bulmadı değme kişi ona zafer,

Bilmedi kânını mâhî onun.

 

“Mârifet öyle değerli bir incidir ki, onun karargâhı gönlün derinliklerindedir. Sıradan insanlar ona ulaşamaz. Balıklar onun kaynağını bilmez.”