MAHLÛKATIN EDNÂSI

Mehmet MENCET

 

Kibir; insanın kendini dev aynasında görmesi gibidir. Olduğundan daha büyük, daha yüce, daha güzel, daha bilgili, daha kuvvetli-güçlü, daha akıllı olduğunu iddia etmesidir. «Ben herkesten üstünüm!» zannetme hastalığıdır. Kendi âcizliğini göremeyip, birtakım dünyevî gelip geçici unvan, servet, şöhret gibi materyalleri kendine izâfe etmesidir. Kibir, birtakım hayallerle kendini başkasından üstün gösterme çabasıdır.

 

Hadîs-i şerifte buyurulur: 

 

“Kibir; hakkı beğenmemek, şımarmak ve insanları küçümsemektir.” (Müslim, Îmân, 147)

 

Hacı Bayrâm-ı Velî ne güzel söyler:

 

“Kibir, bele bağlanmış taş gibidir. Onunla ne yüzülür ne de uçulur.”

 

Kendini beğenen nicelerini gördük ki sonları hüsran ve ziyan oldu. Bırakın sizi değerli kılan şeyleri başkaları görsün, beğensin. 

 

“Ben şuyum buyum!” deme! 

 

Rabbimin sana verdiği belki herkeste olmayan birtakım kabiliyetlerin olabilir. Lâkin eserden Müessir’e ulaş! Yani bunların sana Yaradan’dan yine O’nun yolunda kullanabilmen için verilen bir emânet olduğunu aklından çıkarma!

 

Şeytan da meleklerin hocası olduğu hâlde kibri yüzünden ne hâllere düştü. Bel‘am bin BâûrâKārun ve Firavunlar hep kibirleri yüzünden helâk oldular. 

 

Şeyh Sâdî şöyle der: 

 

“Kendini iyilerden sandıkça kötü olursun. Büyüklük, gösteriş ve lâfla olmaz. Yücelik dâvâ ve kuruntu ile elde edilmez. Tevâzu yüceliği artırır. Fakat gurur seni toprağa serer.” 

 

Sen kendinden bahsetme ki seni başkaları övsünler. Kendini övdüğün takdirde bunu başkalarından bekleme, geçmişlerin iyiliklerini an ki senin de adını gelecekte ansınlar. Kıyısı görünmeyen bir suda, yüzücünün gururu işe yaramaz.

 

Osmanlı tarihinde de hemen hemen bütün padişahlar tasavvuf terbiyesi almış, derviş meşrep bir ahlâka sahip olmuşlardır. Şair, ressam, hattat, marangoz ve benzeri bütün güzel sanatların yanında bir de cihan sultanı olmak onları hiçbir zaman gurura, kibre kaptırmamış. Hep hiçlik içinde yaşamışlardır.

 

Sultan II. Murad pek sevdiği ilim meclislerinden birindeydi. Söz döne dolana âlimlere, dervişlere geldi. Hangisinin daha alçak gönüllü olduğu, ilmiyle âmil bulunduğu tartışıldı. Nihayet Padişah; 

 

“–Âlimler ile dervişler arasındaki farkı biz dahî merak eder olduk, şayet aranızda bir bileniniz var ise ruhsat verdik, söylesün!” şeklinde konuştu.

 

Sohbete katılanlardan yaşlıca bir musâhip; 

 

“–Padişahım, bu hususun îzâhı güçtür, size anlatılması müşküldür; farkı duymaktan ziyade görmek lâzımdır. Bu gece tebdil ediniz (kılık değiştiriniz), beraber âlimlerle dervişlerin bulunduğu bir toplantıya gidelim; farkı gözlerinizle görünüz.” 

 

Padişah teklifi kabul etti. Kılık değiştirdi ve musâhibiyle toplantı yapılacak yere gitti. Musâhibi Padişah’ı avluda durdurdu:

 

“–Saadetlü Hünkârım burada bekleyesüz.” 

 

Az sonra devletli âlimlerden ilki göründü. Yaklaşınca Padişah’ın musâhibi yolunu keserek sordu: 

 

“–Efendi Hazretleri; kusura kalman, amma bir hususu pek merak eyledik, yardımcı olur musunuz?”

 

“–Elbette.” dedi âlim; “Müşkiliniz neyse söyleyin.” 

 

“–Acaba bu akşam eve gelenler arasında en büyük, en fazîletli âlim hangisidir?”

 

Âlim şöyle bir gerindikten sonra; 

 

“–Benden daha iyisini bilmiyorum.” diyerek yürüdü.

 

Ardından ikinci âlim sökün etti. Padişahın musâhibi aynı suâli ona da sordu. Adam hiç tereddüt etmeden; 

 

“–Benim olduğumu söylerler.” cevabını verdi.

 

Üçüncüsü, dördüncüsü, beşincisi de birbirinin aynı cevapları verip en büyük âlimin kendileri olduğunu söylediler. 

 

Sıra dervişlere gelmişti. Birazdan ilk derviş göründü. Padişahın musâhibi aynı suâli ona da sordukta şu karşılığı aldı: 

 

“–Arkamdan gelen.”

 

Arkasından gelene sordu, o da; 

 

“–Arkamdan gelen.” dedi. Böylece tekrarlanıp, sıra sonuncu dervişe gelince derviş boynunu büktü, gözlerini indirdi yere;

 

“–Kaçırmışsınız.” dedi. “Hepsi benden önce eve girdiler.” 

 

Ve Padişah o günden sonra dervişlere ayrı bir değer verdi. (Yavuz BAHADIROĞLU, II. Murad)

 

Kötü huylar ve bilhassa kibir, Cenâb-ı Hakk’ın en çok buğzettiği şeylerdir:

 

Rivâyet edildiğine göre;

 

Hazret-i Musa

 

“–Ya Rabbî! Sana halkın en sevimsiz geleni kimdir?” der. 

 

Cenâb-ı Hak da; 

 

“Kalbi kibir dolu, lisânı sert ve kaba, îmânı zayıf ve de eli sıkı olandır.” buyurur.

 

Kibirliye anladığı dilden mukabele etmek de yeri ve zamanında faydalıdır:

 

Gösteriş meraklısı, «desinler»i seven bir adam; bir ziyafet hazırlamış, şehrin ileri gelenlerini çağırıp, hem nasıl şâşaalı bir ziyafet hazırladığını hem de kimlerin geldiğini herkese böbürlenerek anlatacakmış, eşrafa davetiyeler göndermiş. 

 

Adamın bu huyunu bilen bir bey de kâhyasını göndermiş, adam karşısında beyi değil de kâhyayı görünce bozulmuş kendini tutamamış; 

 

“–Adam bulamadılar da seni mi gönderdiler!” demiş. 

 

Kâhya da; 

 

“–Adamı adama gönderdiler, beni de sana!” demiş.

 

Allah, kulunun, bir başka kulunu hor görmesinden râzı olmaz. 

 

Hadîs-i şerifte buyurulur: 

 

“Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi, bir kimseye şer olarak yeter.” (Müslim, Birr, 32)

 

Tasavvuf ve ahlâk eserlerinde yer alan şu menkıbe de bu hakikati ne güzel anlatır:

 

Rivâyete göre; 

 

Bir gün Musa -aleyhisselâm- Cenâb-ı Hakk’a münâcâtta bulunur: 

 

“Yâ Rabbî! Bütün kavmim Sen’in birliğine îmân ediyor. Sen’den niyâzım odur ki hepsini affa lâyık görüp ednâsını da âlâsını da bağışlamandır.”

 

Ednâ en aşağı, en düşük demek. 

 

Cenâb-ı Hak bir münâcât içinde de olsa; Hazret-i Musa’nın bazı kullardan ednâ diye bahsettiğini işittiği için, onu imtihan etmek ister. Şöyle buyurur:

 

“–Duânı kabul edeceğim. Fakat bana şu ednâ dediğin aşağılık kullarımdan birisini getir de hepsinin günahlarını affedeyim.” 

 

Bu hitabı işiten Hazret-i Musa sevinçle şehri gezmeye başlar. Âdemoğlu keremli bir varlık olduğu için, diğer mahlûkat arasında araştırma yapar. Bu esnada bir deri bir kemik kalmış uyuz bir köpeğe rastlar. «Mahlûkatın ednâsı, en aşağısı olsa olsa budur!» der ve köpeğin boynuna bir ip takıp Allah Teâlâ’ya
arz etmek üzere götürmek ister. 

 

O sırada köpek Allâh’ın izniyle dile gelir ve şu hikmetli sözleri söyler:

 

“Ey Allâh’ın Nebîsi! Beni nereye götürüyorsun? Söyle de yanlış bir iş yapmayayım.” 

 

Musa -aleyhisselâm- mevzuyu anlatır. 

 

Köpek de başlar anlatmaya: 

 

“–Aman sakın ha bunu yapma! Beni boynumda iple sürükleyerek götürürsen ben ilâhî huzurda yücelirim ancak senin zilletine sebep olur. Allah Teâlâ’nın kastı seni imtihan etmektir. Sana öğüdüm olsun ki: 

 

Alçak gönüllü ol hiç kimseyi hor görme! Allah Teâlâ, kullarının hor görülmesini istemez.

 

Dünya ehli, hangi mahlûka kıymet vermez, hor görürse, Allah Teâlâ, onu kendi katında yüceltir. Bilemezsin belki de ben yaratanımın yanında kıymetliyimdir. 

 

Hakikaten Rabbim bana, yani kelbe nice iyi hasletler vermiştir. Aslında insanoğlunda da bulunması gereken birçok meziyetlerim var: 

 

•Ben önüme konulan bir lokma ekmeğin kıymetini bilirim. Onu ikrâm edene; ölünceye kadar minnet duyarım, asla bu iyiliğini unutmam. 

 

•Gece-gündüz sahibimi beklerim. Kapısından ayılmam. İnsan sûretindeki birçokları gibi nankör değilim. Bir gün ekmek vermese buğzetmem. 

 

•Ben az ile kanaat ederim. Açlığı kendime âdet edinmişimdir. 

 

•Mütevekkilimdir. Yarın için endişe duymam. Her an rızkıma kefil olan Hakk’a şükrederim.

 

•Gıybet gibi kötü bir huyum da yoktur. Kimsenin durumu ile ilgilenmem; kim benden aşağıdır, kim benden yukarıdır, bununla meşgul olmam, kendi hâlimi düşünürüm. 

 

•Hâlime râzı olduğum için, kıskançlığım da yoktur.” 

 

Hazret-i Musa bunları duyunca gözleri yaşlarla dolar ve şöyle der:

 

“–Ey hayvancağız! Bilmeyerek sana eziyet ettim. Hatamı da anladım, şu hikmete ve ibrete bak ki Mevlâ’m beni îkaz için seni gönderdi. 

 

Hazret-i Musa, huzûr-i ilâhîye kendi başına gitti. Mevlâ Teâlâ’ya; 

 

“–Ya Rabbî! Her şey Sana malûmdur. Aradım taradım kendimden ednâsını bulamadım. Ednâ kul olarak, Sana nefsimi getirdim!” der. Cenâb-ı Hak da bu davranışından râzı olur. İmtihanı geçtiğini ifade buyurur. 

 

Aktarılagelen böyle kıssaları lisân-ı hâle tercüman olarak dile getirilmiş hakikatler olarak da okuyabiliriz.

 

Rabbim cümlemizi kibir ve gurura kapılmaktan muhafaza eylesin alçak gönüllülüğü kendisine şiâr edinenlerden eylesin. Âmîn…