KELİMÂT-I KUDSİYYE

FECRÎ (İbrahim BAZ) ibrahim.baz@hotmail.com

 

Sûfîler gönüllere, söz tohumu ekerler,

O söz kemendi ile, gönlü Hakk’a çekerler.

 

Çünkü insan gönlüdür, Hudâ’nın nazargâhı,

Kalpten uzak tutmalı, gaflet ile günâhı.

 

Sûfîlerin yolundan biri Nakşibendiyye,

Bu yolun ilkesidir, kelimât-ı kudsiyye.

 

Bu kudsî kelimeler, yolda tutar insanı,

Sanki bir ruh üfleyip, zinde eder her canı.

 

Yolun ilk levhasıdır derviş için; «Hûş der dem»

Her nefeste huzurda, «ol» demektir bu erdem.

 

Sahip olan nefese, olur cânından âgâh,

Tutanlar nefesini, uymaz nefse etmez âh.

 

Nakşibendiyye yolu nefes üzre kuruldu,

Çünkü canlar hayatı, bu nefes ile buldu.

 

Dervişlere her nefes, iki şükür gerekir,

Bu şükür zikri ile, atılır kalpteki kir.

 

«Nazar ber kadem» derler, göz ayakta olmalı,

Gaflet çukurlarından, bu yolla kurtulmalı.

 

Nereye baksa gözler, gönlü onlar doldurur,

Haram ve çirkinlikler, gönlü erken soldurur.

 

İrfan yoluna düşen, ancak yolun bilmeli,

Yoluna engel neyse, onu gözden silmeli.

 

Rahmân’ın kullarıdır, bu edeple yürüyen,

Yolunu Hakk’a bilip, gönlü Hak’la bürüyen.

 

Her adım Hakk’a doğru gitmek; «Sefer der vatan»

Bu dünya gurbet bize, Hak yanı aslî vatan.

 

O vatandan bir koku alanlar, asla dönmez,

Bir âteş-i aşk düşer, kalbi yakar da sönmez.

 

Bu seferin maksadı, yüz dönmektir fânîye,

Ballar balını bulup, yüz sürmektir Bâkî’ye.

 

Ahlâk-ı zemîmeden, dönmekle başlar sefer,

Ahlâk-ı hamîdeyle, olunur Hakk’a nefer.

 

Uzun yıllar kısalır, bir mürşidin izinde,

Aşk azığı alınır, durup onun dizinde.

 

«Halvet der encümen» ki, dururken halk yanında,

Kalbi Hakk’a bağlayıp, durmaktır Hak yanında.

 

Kalplere gaflet saran her yer, halkın yanıdır,

Kalpleri uyandıran her yer, Hakk’ın yanıdır.

 

Alıkoymaz ticaret, namazından erleri,

Dâim zâkirdir onlar, Hakk’a bağlı «ser»leri.

 

Bir kul olursa eğer, el kârda gönül yârda,

Zâkiri zikreder Hak, dü cihan koymaz darda.

 

Dille kalbin beraber zikrine derler; «Yâd kerd»

İhlâsla zikredenin, kalmaz kalbinde bir dert.

 

«Lâ ilâhe!» diyerek, nefyedilir cümle kir,

«İllâllah!» dedikçe dil, yerleşir o kalbe «Bir»

 

Bu; «Lâ!» süpürgesiyle, süprülür hevâ, heves,

«İllâ!» diyen dillerden, çıkmaz «Hû!»dan başka ses.

 

İsyânı olmayanın, elbet olmaz îmânı,

Îman vefâ göstermek, fedâ etmektir cânı.

 

Geceler gözü yaşlı, nefy ve isbat zikriyle,

Hak’tan rızâ dilemek, yerleşir zâkir dile.

 

Dolaşır gönül dâim, sanki gökte uçan bâz,

«Bâz geşt»in mânâsı bu, varır Hakk’a eder naz.

 

«Yâ Rabbî! Sen’sin benim bu âlemde maksûdum,

Rızâna ermektir tek, yoktur başka matlubum.»

 

«İlâhî!» duy sesimi, derim «ente maksûdî»

Neylerim başka nimet; «Ve rızâke matlûbî»

 

«Nigâh dâşt» atmaktır, kalplerden mâsivâyı,

Gözetip sahibini, çağırmaktır Hudâ’yı.

 

Nigâh nazardır kalbe, dâşt ise sahip olmak,

Bu sözden maksut olan, kalpte tek Hakk’ı bulmak.

 

Bunca yol yürür derviş, adım adım kalbinde,

Bulamaz zerrece tat, ancak Rabbin zikrinde.

 

«Yâd dâşt» her an tutmaktır; kalpte Hak, dilde zikir,

Durup her an huzurda, eylemektir hem fikir.

 

Nasıl çıkarır, âşık gönülden cânânını,

Seven kalpler geçirir, yâr ile zamanını.

 

Dervişliğin özüdür, bir ömrü bir gün bilmek,

İbnü’l vakt olup o gün, önü ve sonu silmek.

 

«Vukûf-i zamânî» der, dervişler bu bilince,

Zaman keskin kılıçtır, görünmez kıldan ince.

 

Sessiz bir nehir gibi, insan içinden geçer,

Alınan her bir nefes, ömürden zaman biçer.

 

Geçmiş an geri dönmez, gelecekse bilinmez,

Ânı yaşamayanın, gönlünde âhı dinmez.

 

Geçmişin gafletine, tevbeyle uzanır el,

Gelecek muammâdır, insan nasıl bağlar bel?

 

Dervişler bilmelidir, an be an hâllerini,

Tercüman eylemeli, hâline dillerini.

 

Kabz ise eğer hâli; gerek sabır, istiğfar,

Bast ise söylemeli; «Şükürler olsun ey Yâr!»

 

Zamandaki noktaya, ân-ı dâim der derviş,

Bundandır ânı yaşar, secdeye alın sermiş.

 

Elde olmayan «an»lar, ya keşke ya hayaldir,

Ânı yaşamayanın, âkıbeti melâldir.

 

Bilir misin ey sâlik «Vukûf-i adedî» ne?

Dervişin uymasıdır, zikrinin adedine.

 

Yalnız var mı sanırsın, şerîatta tarîkat,

Sayıya sadâkat de, tarîkatta şerîat.

 

Neden aylar on iki, sayılarda bir sır var,

Sayılar eksilirse, bil ki onda kusur var.

 

Sayılıdır dişleri, düşün bir anahtarı,

Kilidi açamazsa, göremez âşık «yâr»ı.

 

«Vukûf-i kalbî»dir tek, bunca cümleden maksat,

Zira kalbiyle erer, âşıklar yâre vuslat.

 

Gönül yârin köşküdür, yakışmaz zerrece kir.

Bundan âşıklar eyler, yârin adını zikir.

 

Zikir kalbin nûrudur, siler kalp karasını,

Yakın eyler âşıkla, mâşûkun arasını.

 

Ey Fecrî ölüm yakın, açılacak tüm perde,

Bir tek kalpler tartılır, yarın rûz-i mahşerde.