Cihan İlâhî Bir Kitap: Nice Dersler Veriyor! İBRET Mİ GAFLET Mİ

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Okumasını bilenlere, bu cihan, kitaplar dolusu nice dersler veriyor.

O dersler;

Sayısız ibretle dolu.

Lâkin okumasını bilmeyenlerin nasîbi, yine gaflet.

Bu iki gerçeğin iki tip insanı var:

•Biri, her hâdisede gerektiği gibi ibret alarak hakikate sarılanlar.

•Diğeri ise, her hâdise karşısında gaflete dalarak yalancı dünyaya savrulanlar.

Hiç unutmam;

Ömrü bomboş yaşayan bir kimse, kötü bir hastalığa dûçâr olmuştu. İçinde ibret ışıkları yandı. Öyle bir değişti ve güzelleşti ki, erenler misâli bir olgunluğa mazhar oldu. Gözleri, âdeta cennetteki makamına hayran hayran bakarak; «Allah!» dedi, teslîm–i rûh eyledi. Az çalıştı, çok kazandı.

Yine unutmam;

Hâli güzel bir tanıdığım ağır bir trafik kazası geçirmişti. Günlerce hastahânede yattı. Dayanılmaz acılar içinde ecelle pençeleşti. Nihayet ölümlerden döndü. Allah, ona âdeta yeniden hayat ihsan eyledi. Heyhat o, bundan ibret alıp da takvâ ve ihlâsını artıracağı yerde önceki güzel hâllerini de terk ederek dünyaya daldı gitti. Böyle yapınca güya dünyayı da hayatı da sanki elinden kaçırmayacaktı. Gel keyfim gel bir yaşayışa bu yüzden sımsıkı tutundu. Ne yazık ki, ebedî kazanç virajında bu fânî uğruna kaybetti.

O hâlde;

Şu imtihan yurdu olan bu dünyayı sayısız felâketler, bitmeyen zulümler ve salgın hastalıklar harman ederken sormalı:

İbret mi, gaflet mi?

Allah îkaz ediyor:

“(Ey kullarım)

‒Onlar (o gafiller),

‒Görmüyorlar mı ki;

•Her yıl,

•Bir veya iki kez

‒(Çeşitli belâlarla) imtihan edilmekteler?

•Sonra da;

‒Ne tevbe ediyorlar ne de ibret alıyorlar!” (et–Tevbe, 126)

Ne ibret ne tevbe.

Hâlbuki;

Her hâdise ve imtihan;

“–Ey insan, ibretten ve tevbeden başka çaren yok!” diyor.

Bir yakınını vefat eden kimseye;

“–Senin de son nefesin yaklaştı, unutma!” diyor.

Dünya yollarında işleri biraz ters gidince morali bozulanlara;

“–Ya âhiret yolcuğun ters giderse, hâlin ne olacak?!.” diyor.

Kendi nefislerini günahlara, isyanlara, kötülüklere ve şerlere cirit meydanı yapanlara yaşatılan menfî hâdiselere ve acı imtihanlar insana;

“–Hemen istiğfarlar ederek; «Aman yâ Rabbî!» demelisin.” diyor.

Nasıl ki,

Hastalık ânında vücudu kaplayan sancılar kişiyi tedaviden tedaviye koşturuyor.

Aynı şekilde,

Ruhları saran hastalıklarda da yüce Allah, merhametinden dolayı türlü imtihan sancıları vermek sûretiyle kullarının mânevî şifâlara koşmasını murâd ediyor.

Lâkin bu merhameti;

Nifak hastalığına kapılanlar, anlamıyor.

Hâlbuki;

Âciz olan taraf, insanoğlu, hâşâ Allah değil.

Buna rağmen;

Allâh’ın ona saâdet ve bereket getirecek emirleri ve nehiyleri karşısında ibret yerine gaflete düşen tip;

–Şunu istemem,

–Bunu istemem,

–Şu bana uymaz,

–Bu bana uymaz,

diye diye tuhaf bir körkütük kesiliyor.

Düşünemiyor, ya Allah ona;

“–Asıl, Ben seni istemem!” derse, kime gidecek?

•Kimden her şeyleri isteyebilecek?

•Kimden rızkını alacak?

•Kimden çareler devşirecek?

•Kimden şifâ bulacak?

•Hattâ keyfini bile kimden elde edecek?

Her şeyden önce;

İnsan; zâhiriyle ve bâtınıyla, bedeniyle ve rûhuyla, aklıyla ve kalbiyle, içiyle ve dışıyla, acziyle ve sonsuz ihtiyaçlarıyla gerçek mânâda kime muhtaç olduğunu doğru idrâk etmeli.

O vakit;

Muhtaç bir kul, kendisine her şeyi lutfeden Rabbine ve emirlerine karşı; «istemezük» içine düşmez. Bin bir gaflet içinde;

“–Ben biraz ehl-i dünyayım, bu denli takvâya sarılmak istemiyorum!” lâkırdısına düşmez.

“–Bıktım, sıkıldım!” hezeyanlarına hiç düşmez.

Tefekkür eder ki;

“–Ey kulum, Ben de senden bıktım, Ben de senden sıkıldım!” derse Allah, iki cihan hüsran olur.

Gaflet değil, ibret gerek:

Hiç kimse, bıkmak sûretiyle Cenâb-ı Hakk’ı çaresiz bırakamaz ama Allah bıktığı an herkes çaresiz kalır. Hiç kimse sıkılmakla gökleri bîçâre edemez, ama gökler sıkılırsa insanoğlu iflâh bulamayan bir bîçâreye döner.

Gaflet değil, ibret gerek:

Yüce Allah, bu hayatta sıkılma özelliğini bize günahlardan sıkılalım diye vermiş. Asla Allah yolunda gayretlerden bıkalım diye değil. Bu duyguyu insana Mevlâ; ancak kötülüklerden sıkılsın, şeytandan sıkılsın, günahlardan sıkılsın diye vermiş. Hâşâ îmandan ve Kur’ân’dan sıkılsın, namazdan ve duâdan sıkılsın diye değil. Bu güzelliklere karşı sıkıntı sakızı çiğneyen kişiden ya Kur’ân sıkılırsa ya namazlar ve duâlar sıkılırsa, o zaman ne acı eyvahlar zuhûr eder.

Gaflet değil, ibret gerek:

Bilhassa viraj noktalarda. Dünya ve âhiret virajında. Şer ve hayrın virajında. Küfür ile îman virajında. Cehennem ve cennet virajında.

Çünkü;

İnsanlığı ve nesli ifsâd etmek isteyen dış dünya, sadece pandemi değil türlü türlü mânevî mikroplar üretiyor ve aklî hastalıklar üflüyor. Ufacık çocuktan kocaman insanlara kadar en doğruyu bile;

“–Ben bunu böyle istemiyorum!” demeyi şırınga ediyor.

“–Ben şunu şöyle istiyorum!” diye en yanlış istekleri putlaştırmayı zerk ediyor.

“–Ben hiç kimseyi değil, ama herkes beni istemek zorunda!” egosunu aşılıyor, aşılıyor.

Bu yüzden;

Âhirzamanda nice gönüller târumâr, akıllar târumâr, ruhlar târumâr.

Yüce Allah;

İşte bu yüzden her yıl bir veya iki kez çeşitli belâlarla imtihan ediyor.

Anlayabilenlere, merhamet.

Anlayabilenlere, tevbe vesilesi.

Gaflet değil, ibret gerek:

Nice sıkıntılar verir Hazret-i Allah, bununla nice hakikatleri anlatır ve öğretir insana. Tevbe kapısına koşturmak için dertten derde, hastalıktan hastalığa, sancıdan sancıya dûçâr eder. Hatırlatır ki, insanın şifâ mecburiyeti var, Allâh’ın yok. Affedilmeye mecbur olanlar günahkâr kullardır, Allah affa mecbur değil.

Gaflet değil, ibret gerek:

İnsanın ezelden ebedî düşmanı olan bir şeytanın isyankâr ağzından çıkan fısıltılarla hayatı şekillendirmek, en büyük yanlış. O fısıltılar, hele mest edecek kadar süslü, cezbedecek kadar mantıklı ve iknâ edecek kadar doğru göründüğünde ne berbat bir aldatıcı.

Aldanmamak için;

İbret almak lâzım. Allâh’ı dinlemek, O’nun yüce hak kelâmına ve gösterdiği gerçek sahnelere baka baka tevbeye sarılmak lâzım. Peygamber ahlâkına bürünmek lâzım.

Elbette;

İbreti görmeyip de gaflete düşenler anlamaz.

Onlar;

Her imtihanda hikmetsiz, ibretsiz, tevbesiz, rûhen ve kalben hasta tipler.

Onlar;

“(Kendilerine)

•Bir sûre indirildiği / dile getirildiği zaman,

•(Mutlak mes’ul tutuldukları ilâhî emirler, yasaklar ve vazifeler üzerine)

•Birbirlerine bakar (ve alayla göz kırparak);

–(Çevreden) sizi birisi görüyor mu? diye sorarlar.

•Sonra da (sıvışıp) giderler.

Onlar;

•Anlamayan bir toplum oldukları için,

•Allah onların kalplerini (îmandan) çevirmiştir.” (et–Tevbe, 127)

Ne kötü bir nifak kankalığı.

Gören var mı yok mu, baktıktan sonra sıvışmak…

Üzerlerindeki emâneti ve mes’ûliyetleri bir kenara fırlatıp atmak…

Mâlûm;

Hazret-i Allah, anlayanlara veriyor îmânı, irfânı, hikmeti ve ibreti. Bizler de hayatta öyle değil miyiz? Bir kimseye bir kilo altın versek, o da gidip çöpe atsa, artık ona bir gram bile emânet eder miyiz? Asla!

İşte Allah katında da bu hakikat işliyor. Yüce Allah, îmânın değerini anlamayan gönüllere onu asla vermiyor. Ahlâkın değerini bilmeyenlere onu nasip etmiyor. İslâm’ı ve Kur’ân’ı kıymet bilmeyenlere emânet etmiyor. Hele ilâhî mes’ûliyetler karşısında sıvışıp gidenleri, huzûruna bile kabul etmiyor.

Sıvışanlar.

Gören yoksa, üzerlerine düşen vazifeleri ve mes’ûliyetleri fırlatıp atanlar. Sorumluluklarını umursamayanlar. Bir gören varsa düzgün görünen ama bir gören yoksa, kaytarmaya yüzgün tipler.

Ne büyük gaflet!

Gören gözlere dört dörtlük iken, görülmediklerini zannettiklerinde darmadağın olmak. Birbirlerine göz kırpan alaycı kankalar. Yapılması gerekenleri yüzüstü bırakan, hakkı yerine getirmeyen, ömrü bomboş bir hevâ ve heves eyleyen, vakti boşa harcayan gafiller. Gözlerden ırakta ne gam, ne dert, ne keder gafletini yaşayanlar.

Gaflet değil, ibret gerek:

Allah görüyor.

Sesli sessiz diyor ki:

–Ey insanoğlu, Ben’im görmediğim hiçbir şey yok! Fânî gözler görmüş ya da görmemiş, hiç mühim değil!

–Ey insanoğlu, en görünmeyenleri de gören bir basîrim Ben, unutma!

Gaflet değil, ibret gerek:

Titremek, korkmak lâzım.

Allah ile murâkabeyi en üst seviyede yaşamak lâzım.

Yoksa;

Felâket virajlarını görmüyor gözler, anlamıyor özler. Gafiller, o virajlarda gaflet çeviriyor. Ömürlerini hüsrâna deviriyor.

Bu yüzden;

Bugün felsefe nâmına, insanlarda akliyet değil aslında nefsâniyet hortlatılıyor sadece. Kullanılan mantıkların altını açın bakın, egoizm çıkıyor. Üretilen dürtülerin örtüsünü çekip alın, gaflet ve isyan çıkıyor. Liyâkat diye telkin edilen özgüven mutfağına girip bakın, hiç güvenilmeyen yanlışlıklar fışkırıyor. En akıllı olmanın paketlerini açın, içinden aptallık akıyor. Hiçbiri, aklı ve gönlü kemâle erdiren şeyler değil. Hepsi de, sırf nefsânî bir hareketlilik, nefsânî tuzaklar, nefsânî oyunlar ve aldatmacalar. Tefekkürler yalan, fikirler hayal, akletmek ziyan. Hâlbuki bir hazine olan şu aklı nefsin paspası yapmak, onu kullanmak değil, bozmaktır.

Gerçek akıllılık, aklı ancak onu yaratmış olanın kudret ve hakikati içinde kullanmaktır.

Gaflet değil, ibret gerek:

Cenâb-ı Hak’tan kopuk bir insan, aklının % 1’ini bile hakkıyla kullanamaz. Bu oran, ancak Allâh’a bağlı olunca yükseldikçe yükselir. Hârikalar sergiler insan. Gözler kamaştıran sanatlara mazhar olur. Meselâ Mimar Sinan. Onun yaptığı bir Selimiye Camii’ni incelemek için gelen 40 ülkeden 40 kişilik mimar heyeti, onca değerlendirmeler sonunda ellerindeki resmî evraka sadece bir cümle yazabildiler:

–Bu eser, gökten inmiştir!

Niye?

Onun ulaştığı ve gerçekleştiği müthiş seviye karşısında âciz kaldılar. Peki, Koca Sinan’ın akıl ve hikmet ufku nasıl kazandı o seviyeyi? Aklını Allâh’a kurban ederek mazhar olduğu bir hakikat ile kazandı. O hakikatte de kendisini daima toz bir karınca gibi gördü ve daima Allâh’ın sonsuz kudretine râm olarak ulaşılmaz zirvelere tırmandı.

Hikmet bu:

Ancak Allah’tadır illâ gereken sonsuz akıl,
Sen de idrâk ediver, yok gibidir O’nsuz akıl.
Anla nefsinde değil, Hak’tadır aklın senedi,
Kim eder Hakk’a fedâ, aklını eyler ebedî.  (Seyrî)

Erişenler, işte bu şekilde nice mertebelere, makamlara ve üstünlüklere erişirken;

Aklın zebûnu olanlar ise, akıldan mahrum düştüler. Anlayışsız ve şuursuz oldular. Allah da, onların kalplerini geri çevirdi, reddetti.

Reddedildiler, çünkü;

Her imtihanda, gaflet dolu işlerin peşine takıldılar. Heveslerini lokomotif yaptılar. Yalan câzibelerin mıknatısına yakalandılar. Bu fânîde kendilerini esir eden, pençeleyen ve yutan şeylere tüm isteklerini kaptırdılar. Sevgilerini de, şeytan gibi düşmanın ayağına serdiler. O denli ki, artık ibret alamaz ve tevbe edemez oldular. Allah da onları, hidâyet defterinden sildi.

Sildi ki:

İnsanlar bu tabloyu görsün de gafil bir tipe rotasını kaptırmasın!

Zira gafil bir tip;

Kimsenin selâmetini düşünmez. Kişiyi kötüler dünyasına çekerek ancak felâket getirir. Çünkü o, leşten iğrenmeyen canavarlar gibi hiçbir yanlıştan tiksinmez. Kimseyi ihyâ etmez, sadece berbat eder. Gaflet bataklığında cehennemin dibinedir yolculuğu. O tip, zehirleri bile lezzetle yoğura yoğura zerk eder. Onun lânet hayatında gerçekten huzur veren hiçbir şey yoktur. Her şey aldanmaya bağlıdır. Sadece aldanmayı mutluluk zannettirir. Heyhat, serâpâ azap içindedir.

Dolayısıyla;

Her dem en güzel dostâne maskeler takan o gafil tip, aslında sadece;

•Berbat ve düşman biri.

•Kurtarmayan, perişan eden, kullanıp atan biri.

•Zor anda hiç ilgilenmeyen bir gaddar, gamsız, umursamaz, bencil biri.

•Şefkatsiz ve merhametsiz bir zâlim.

•Sadece lâf cambazı ve kötülüklerine iyilik maskesi takmış bir sahtekâr.

•Âdeta cehennem şoförü, tuttuğunu oraya götüren bir şeytan gibi.

Gaflet değil, ibret gerek!

İşte bu yüzden;

Kullarının doğru yolu bulması ve aldanmaması için Hazret-i Allah, insanlığa yegâne bir örnek takdim eyledi:

Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-.

Sıradan bir kul değil, muhteşem bir Rasûl.

En husûsî özelliklerle müzeyyen bir şahsiyet.

•Bizden biri.

•Bize çok düşkün.

•Her sıkıntımıza gerçekten üzülüyor, ağlıyor, kurtarmak için çırpınıyor.

•Mü’minlere çok şefkatli.

•Ehl-i îmâna çok merhametli.

•Daima kurtarıcı, dost, cömert, seven, adâletli, fazîletli.

•Ümmetine cennet kanatları takan, ebedî rahmete ulaştıran bir kılavuz.

Âyette buyurulur:

“(Ey kullarım!)

‒Size,

‒Kendinizden,

‒Öyle bir Peygamber geldi ki;

•Sıkıntıya düşmenize cidden üzülüyor,

•Size çok düşkün,

•Mü’minlere karşı çok şefkatli, çok merhametli…” (et–Tevbe 128)

Anlayanlar;

Âşık oldular. Sahâbe oldular. İnsanlığın yıldızları oldular. Müttakî oldular. Şefkatli ve merhametli oldular. Gayretli ve cömert oldular. Âhirzaman kardeşleri oldular. Ümmet-i Muhammed oldular. Böylece müjdelere erdiler. Kurtuldular.

Ne mutlu;

Hazret-i Peygamber etrafında hayatı yaşayanlara!

İki dünyada da onlara;

Kendilerini kurtaracak bir rahmet var. Yollarını aydınlatacak bir kandil var. Ayaklarını kaydırmayacak bir hidâyet var. Daralan ruhlarına huzur verecek müjdeler ve mükâfatlar, sonsuz ecirler ve nasipler var.

Gaflet değil, ibret gerek:

Hazret-i Peygamber, insanlığı cennete götürmek için gözlere ve gönüllere ne kadar güzel tebessüm ediyor!

Gafil tip ise, cehenneme çekebilmek ve tuzağa düşürmek için ne kadar çirkin sırıtıyor!

Hazret-i Peygamber; mâneviyat, merhamet ve şefkat dolu kollarıyla gönülleri kucaklıyor!

Gafil tip ise, nefsâniyet dolu ayaklarıyla ruhları tekmeliyor!

Hazret-i Peygamber; îmanla yaşattığı bu fânî ömrün sonsuzlaştığı cennet rotasında elhamdülillâh dediriyor!

Gafil tip ise; hüsranla yaşattığı bir hayatın, heyhat, ebedî cehennem rotasında eyvahlar çektiriyor!

Hâsılı;

Hazret-i Peygamber’in, bidâyette ve nihayette pişman ettiği hiçbir husus yoktur.

Gafil tipin ise, varılan âkıbette memnun ettiği hiçbir şey yoktur.

Hakikaten;

Hazret-i Peygamber; hangi gönlü ele alsa, onu müstesnâ etmiştir.

Gafil tip ise; her kimi şişirse, sonunda onu patlatmıştır. Çünkü onun her mahareti, patlamaya mahkûm bir balondur.

Tarihler ibret dolu;

–Koca koca nemrutlar, bir balona aldandı, patladı.

–Firavunlar, balon bir hayat tasarladı, patladı.

–Ebû Cehiller, başka bir balon şişirdi, patladı.

–Ebû Lehebler, bir balonun peşine düştü, patladı.

–İbret almayan nice gafiller de, nice balonlar uçurdu göklere, hepsi patladı.

Patlamayan var mı?

Kimisi;

“–Benimkisi farklı bir balon!” diyor ya, nâfile.

O da patlıyor.

Zaten kimin yaşayışı balonsa, illâ patlar.

Bir kişinin takvâsı bile bir balon mu, o da patlar.

Gaflet değil, ibret gerek:

–Ey insanoğlu, hayatın balon olmasın!

–Yâ Rabbî, deyip mü’min ve muvahhid yaşa!

–Yoksa şişirdiğin balonlar dünyada ve âhirette de öyle patlar ki, ebedî korkulara mahkûm olursun.

–Bırak gafil tipleri, sadece Hazret-i Peygamber’in ellerine sarıl!

–O vakit tüm korkulardan ve üzüntülerinden emîn olursun.

Sonunda;

Her derdine derman, tüm hastalıklarına şifâlar bulursun. Zira rahmeten li’l-âlemîne gark olursun.

Gaflet değil, ibret gerek!

Yâ Rab,

Nasîb et!

Âmîn…