HESAPLARI TUTMADI…

Ömer Sâmi HIDIR samihidir@gmail.com

Profesör Michael Hart 1978’de yazdığı «Dünyaya Yön Veren En Etkin 100» isimli bir kitapta yaptığı araştırmalara dayanarak dünyada tesirli olan, insanların hayatlarını değiştiren isimleri sıralamıştı. Bu listenin en başına da Peygamber Efendimiz’in ismini yazdı.

Kitap piyasaya çıktıktan bir süre sonra hıristiyan ve mûsevî mutaassıp kesimlerden kendisine;

“–Bu listenin başına niçin İslâm Peygamberini yazdın.” şeklinde sert tenkitler geldi. O da onların şahsında bütün insanlığa şu tarihî cevabı verdi:

“Dünyanın en etkili kişilerinin başına Muhammed’i seçmem bazılarını şaşırtabilir, bazıları da bu konuyu sorgulayabilir ancak; 600’lü yıllarda hem dînî hem de dünyevî alanda üstün başarı göstermiş tek kişiydi. Mütevâzı bir hayat süren Muhammed, dünyanın en büyük dinlerinden birini kurdu, yaydı ve son derece etkili bir lider oldu. O, listede yer alan diğer insanların aksine ticaret, sanat ve bilim merkezlerinin çok uzağında bulunan Mekke’de doğmuştu. Bugün 1400 yıl sonra bile tesiri devam etmektedir.”

Bu ve benzeri hakikatler görüldükçe gönüller sel sel İslâm’a akmaktadır. Parlayan bu hidâyet nûru karşısında çaresiz kalan karanlık odaklar ise «İslâmofobi»yi ortaya attılar. Zihinlerde kötü bir algı oluşsun diye kışkırtma taktiğine yöneldiler. Yaptıkları hakaretlere sessiz kalmayan müslümanlar, taşkınlık yapsın ve kontrolsüz davranışlarda bulunsun, insanlar ölsün diye plânladılar. Neticede İslâm ve terör kelimeleri yan yana gelsin istediler.

Adına «karikatür» ve «ifade özgürlüğü» deyip en ağır hakaretleri sergilediler. Neden bunu yaptıklarını hiçbir akıl sahibi îzah edemedi. Şair Seyrî hissiyâtımıza tercüman olarak şöyle der:

Rasûl’e azdı hakarette çizgi hürriyeti,
Çetin belâlara hapset, bu denli mel‘aneti!
Kimin çıkarları uğrunda bunca serserilik?
Ki yoktu devr-i cehâlette böyle gerilik!
Nedir Muhammed’e çirkin bakışlı sinsi roket?
Bu saygısızlığa hayır, bu şerre bin lânet!..

Asr-ı saâdette de Efendimiz’e çok hakaret eden olmuştu. Bu gürûhun hazin sonu gün gibi ortadadır:

•Efendimiz’in amcası Ebû Leheb, açıktan İslâm düşmanlığı yapıyordu. Eşi Ümmü Cemil ile birlikte Hazret-i Peygamber’e çok ağır hakaretlerde bulunuyorlardı. Efendimiz’in evi, Ebû Leheb ile Ukbe bin Ebî Muayt’ın evleri arasındaydı. Bu iki komşu, hayvan işkembelerini ve kokmuş şeyleri getirip Efendimiz’in kapısının önüne dökerdi. Efendimiz buna çok üzülür ve;

“–Ey Abdu Menâf oğulları, bu ne biçim komşuluk!”

diye sitem ederdi. Ebû Leheb’in eşi Ümmü Cemil de bu kötü işlerde kocasına yardım eder, Efendimiz’in geçeceği yollara dikenler dökerdi.

Allah Teâla bu ikisi için şöyle buyurmuştur:

“Ebû Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi. O, alevli bir ateşte yanacak. Odun taşıyıcı olarak ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu hâlde karısı da (ateşe girecek).” (et-Tebbet, 1-5)

Mekke dönemi boyunca Hazret-i Peygamber’e düşmanlığını artırarak devam ettiren Ebû Leheb, hicretten sonra da düşmanlığını sürdürdü. Hasta olduğu için Bedir Savaşı’na katılamadı, yerine Âs bin Hişâm’ı gönderdi. Bedir’de müşriklerin bozguna uğradığını öğrendikten birkaç gün sonra öldü.

Oğulları; onun yakalandığı çiçek hastalığının kendilerine bulaşmasından korktukları için babalarını gömemediler, ancak bir müddet sonra para karşılığı tuttukları köleler onu gömebildi.

•Âs bin Vâil de bir İslâm düşmanıydı. Efendimiz’in ilk çocuğu vefât ettiğinde;

“–Muhammed ebterdir; erkek evlâdı yaşamıyor.” diyerek hakaret eden bu adam hakkında;

“Asıl ebter olan, Sana buğz edendir.” (el-Kevser, 3) meâlindeki âyet-i kerîme nâzil olmuştur. Âs, bir seferinde eşeğine binmiş Mekke civarında bir yere gidiyordu. Bir dağ geçidinden geçerken eşeği onu yere düşürdü ve bacağını ısırdı. Bu yara ile bacağı şişti ve ölüp gitti.

•Yine Hâris bin Kays da Efendimiz ile alay ederdi;

“–Muhammed arkadaşlarını aldatıyor; «Öldükten sonra dirilmek var.» diyor. Böyle bir şey olur mu?” derdi. Fakat sonu pek hazin oldu. Bir gün Hâris tuzlu bir balık yemiş, ne kadar su içtiyse de kanmamıştı, Nemrut gibi kendi eliyle kendisini helâke götürdü; susadıkça su içiyor, içtikçe karnı şişiyor, fakat kendini alıkoyamıyordu, en sonunda bu hâl üzere çatlayıp öldü.

Buna benzer nice gafil, tarih sayfalarına gömülüp gitmiştir.

İbretli bir âkıbete dûçâr olanlar arasına geçtiğimiz haftalarda yeni bir isim eklendi;

Lars Vilks…

2007’de Peygamber Efendimiz’e hakaret dolu karikatürler çizdi. Bu iğrenç çizimler ile bu menfî yolda o da bir rütbe sahibi olmak istemişti, istediği de oldu, kendisine Avrupa’da «ifade özgürlüğü» ödülü verildi. Meşhur oldu, ama şöhret ona hayır getirmedi. O günden beri adresini kimsenin bilmediği bir evde fare gibi yaşamak zorunda kaldı.

Tabiî yaptığı karalamalar büyük hâdiselere sebep oldu, müslümanların haklı tepkileri ile bu bir milletlerarası krize dönüştü, farklı bir noktaya vardı. Avrupa’daki başka problemleri tetikledi.

•Konuşma hürriyeti,

•Dîne bakış,

•Karşılıklı hoşgörü,

•Göçmenlerin durumu,

•İslâm ve Avrupa’nın geleceği,

konuları halk arasında tartışılmaya başlandı. Avrupa’nın bu sıkıntıları çözmesi gerekiyordu, fakat önce bunları çözecek bir zihnî alt yapı ve birikime ihtiyacı vardı. Medeniyetten dem vuran Avrupa, aslında nasıl bir çukurun içinde olduğunu ispatlamış oldu.

İşte bu kişi, aradan geçen 14 zor yılın ardından 4 Ekim 2021’de fecî bir kazada yanarak öldü.

Seyrî’nin yıllar önce yazdığı gibi:

Güzelliğin gülü, Âlemlerin Efendisi’ne,
Cefâya kalkışanın tüm zarârı kendisine…
Ebû Cehil deve işkembesiyle etti ezâ,
Hemen Bedir günü cân aldı bir vuruşta Hudâ!
Güneş hudûduna saldırsa bir eşek arısı,
İlerledikçe kül eyler cehennemî bir ısı…

Bu yanış, o ve benzerlerinin ancak dünyadaki fecî âkıbetleridir. Asıl âhirette onları çok daha ağır bir azap bekliyor. Allah Teâla buyurur:

“Allâh’ı ve Rasûlü’nü incitenleri Allah, dünyada ve âhirette lânetlemiş ve onlar için alçaltıcı bir ceza hazırlamıştır.” (el-Ahzâb, 57)