Salgın Tedbirleri Gevşeyince; İNTİKAM MI TELÂFÎ Mİ?

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

İnsan garip bir varlık.

Başına gelen musîbetlerin, insanı yola getireceğini, tefekküre ve ibrete sevk edeceğini düşünürüz. Bu sebeple atalarımız bu düşünceyi;

Bir musîbet, bin nasihatten evlâdır.” diye bir tabire de dönüştürmüşler.

Lâkin, bu tesirin kısa ve geçici olduğu da bir hakikat.1

Birçok âyet-i kerîmede verilen gemi misâli gibi. Fırtına çıkınca tevbelere sarılan yolcular, karaya çıkınca eski hâllerine dönüveriyorlar.2

Şimdi bahsedeceğim tabir ise, eski hâle değil daha beterine dönüş mânâsını ifade ediyor:

İntikam Alışverişi

Salgın hastalık tedbirlerinde bilhassa eğlenceye, lüks sayılabilecek alışveriş ve benzeri davranışlara sınırlamalar getirildi.

Yaz mevsimlerinde ise;

•Gerek grip gibi hastalıkların sıcak hava şartlarında azalması,

•Gerek güneşin morötesi ışınlarının daha güçlü gelmesi ve

•Gerekse ülke ekonomilerinin bir nebze canlandırılmasının hedeflenmesi gibi sebeplerle her yerde tedbirler gevşiyor, hattâ ortadan kalkıyor.

İşte insan psikolojisi böyle zamanda şöyle davranıyormuş:

“–O kapalı kaldığım aylarda yapamadığım harcamaları da şimdi inadına yapmalıyım!”

“–Acısını çıkarmalıyım!”

“–Onu da almalıyım, şuraya da gitmeliyim, şunu da yapmalıyım!”

Bunlara «intikam alışverişi» deniyormuş. İnsanın kendini şımartma davranışı imiş.

Misal olarak zikrediliyor:

Çin’de salgın döneminde kapatılan mağazaların açıldığı ilk günde, Guangzhou kentinde Fransız lüks markalarından birinin mağazasında, bir günde 2,7 milyon dolâr tutarında bir ciro gerçekleşmiş.

Bu tabir; yine Komünist Çin’de bazı idârî değişiklikler yaşanıp, 1978 yılında batılı lüks markalara izin verildiği sırada görülen yüksek talebi ifade için de kullanılmış.

2011 yılında, Japonya’da gerçekleşen Tohoku deprem ve tsunamisinden sonra da benzer bir lüks alışveriş yükselişi görülmüş.

Biz meseleye ekonomik değil, dînin içtimâî hayata dair mesajları yönünden bakacağız. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:

“Azâb inmeden önce, îmân edip de bu îmanları kendilerine fayda vermiş bir memleket halkı bulunsaydı ya!

Sadece Yûnus’un kavmi îmân edince, dünya hayatındaki o perişanlık azâbını kendilerinden kaldırdık ve onları bir müddete kadar faydalandırdık.” (Yûnus, 98)

Âyete verilen mealleri incelediğimizde oldukça farklı yaklaşımlar görüyoruz. Burada sunduğumuz tercüme, merhum Ali Fikri YAVUZ’un meâli.

Kimi meallerde, «fayda vermeyen îmân»ın yeis hâlindeki îmân olduğuna dair mânâ tercih edilmiş. Hâlbuki bu durumda Yûnus kavmine de fayda vermemesi beklenirdi. Firavun’un bu şekildeki îmânının reddi de bu sûrede ifade buyurulur.

Fahruddîn Râzî’nin tespit ettiği gibi, burada, musîbetin ilk sahnelerine verilen müsbet karşılığın kastedildiğini düşünebiliriz.

Firavun denizin yarıldığını gördüğünde îmân etseydi, Yûnus kavmi gibi onun da îmânı kabule şâyân olurdu. Fakat o ancak boğulma ânında îmâna teşebbüs etti.

Yûnus Kavmi, ne yapmıştı?

Derken Yûnus -aleyhisselâm-’ın haber verdiği gün gelip çatmıştı. Azâbın habercisi olarak da bütün Ninovalıların benizleri sararmış ve renkleri uçuklaşmıştı. O an her şeyi anladılar. Birbirlerine;

“−İşte Yûnus’un haber verdiği azap alâmeti! Biz O’nun bugüne kadar yalan söylediğini hiç görmedik.” diyerek gelen azaptan büyük bir korkuya kapıldılar.

Gökyüzü kararmaya başladı. Herkes feryat hâlindeydi.

Son derece pişman olmuşlardı. Yürekleri, yaptıkları yüzünden nedâmetle dolup taşıyordu. Çünkü azâb-ı ilâhî iyice yaklaşmıştı. Ne yapacaklarını bilemez bir hâlde büyük bir tevbe iştiyâkı içerisinde sâlih bir zâta koştular.

O da;

“−Henüz azâbın gelmesine iki gün var. Şimdi şu yüksek tepeye (tevbe tepesine) çıkın!

•Birbirinizle helâlleşerek gasbettiğiniz hakları sahiplerine iade edin!

•Ardından Yûnus’un Rabbi için kurbanlar kesin ve bundan büyük-küçük, zengin-fakir herkes yesin!

•Sonra başlarınızı açarak;

«–Ey Yûnus’un Rabbi! Biz tevbe ettik. Sana inandık. Yûnus’un peygamberliğini de kabul ettik. Yûnus’u bulduğumuz an, O’ndan Sen’in emir ve yasaklarını öğrenip tatbik edeceğiz!» diye yalvarın!..” dedi.

Ninovalılar gözyaşları içerisinde bütün bu söylenenleri yerine getirdiler. Allah Teâlâ da «Rahmân» ism-i şerîfi ile onların tevbelerini kabul etti ve azâb-ı ilâhî, üzerlerinden kaldırıldı. O gün Cuma olup âşûrâ günüydü.3

2020 Mart’ından beri, Korona bizim de yüzümüzü sararttı. Mânen üzerimize kara bulutlar çökertti. Nice yakınlarımızın, sevdiklerimizin vefat haberlerini aldık.

Musîbetin henüz bitmediği, sadece tedbirlerin gevşediği anlardaki tavrımız, âfetin istikbâli hususunda bize ipuçları verecektir.

Yûnus kavminin yaptıklarının ana başlıkları:

•Helâlleşmek,

•Kurban ve ikram,

•Kibirden, enâniyetten vazgeçip tam bir tevâzu ve tezellül ile yalvarıp yakarmak.

Yani telâfî…

➢Birincisi: Varsa çiğnenen hakların telâfîsi. Kul haklarını ödeyip, adâleti taçlandırmak. Zulüm ile âbâd olunamayacağı hakikatini hayata geçirmek.

Rivâyete göre; Yûnus kavmi bu vazifeyi öyle bir titizlikle yapar ki, bir kişi, gasp edip evinin temeline koyduğu bir taşı, evini yıkma pahasına çıkarır ve sahibine iade eder.

➢İkincisi: İkrâm ederek rahmeti celbetmek. Fâtiha’da öğretildiği gibi, istiâneyi, yardım talebinin kardeşlik vasıfları perçinlenmiş, dayanışma içindeki bir cemaat hâlinde yapmak. Belâyı sadakalarla def etmek.

➢Üçüncüsü: Şahsiyet olarak da affa, bağışlanmaya lâyık bir kul olmaya çalışmak. Allâh’ın sevmediği kibir ve benzeri davranışları terk etmek. Mütevâzı, hiçliğini müdrik şekilde yaşamak.

İntikam alışverişlerinin, nefsi şımartıcı hareketlerin, geçmiş günlerin acısını çıkarma yönündeki eğlence, tatil ve harcama hamlelerinin içinde bunlardan eser yok!..

Haklar: Rabbimiz her zaman önce verdiği vazifenin edâsını ister. Nâfileden önce farzlar. Hak ve vazifeler.

Üzerimizde haklar varsa önce onları telâfî etmeli.

Allâh’ın da üzerimizde hakkı var:

•Dînine hizmet,

•Nesillerin yetiştirilmesi.

Eğitim belki salgın tedbirlerinin en büyük mağduru. O hâlde ilk fırsatta o cihetteki hayırlı ve fedâkârâne telâfîlere koşmalı. Bunun yerine başka nefsânî telâfîlerin peşinde koşmak, Rabbimiz’in gazap edeceği bir husus olmaz mı?

Normal şartlarda, kış eğitim zamanı, yaz ise ara verilen bir mevsim olarak görülürdü. Meşhur fablda yazın eğlenenler kışın aç kalıyordu. Bu tersine versiyonda da kışın zarûreten çalışamayanlar, yazın çalışmalı değil mi?

Üstelik bu işler; normal zamanlarda dahî yazı, kışı olmayan dört mevsimlik vazifeler iken, salgın şartlarında belki de eldeki tek mevsimin tamamı, tatile, dinlenmeye ve eğlenmeye harcanmamalı değil mi?

Çiğnenen hak demişken; «intikam» tabirinin yakıştığı bir bozuk temâyül de, fiyatlandırmada yaşanabiliyor: Geçmiş ayların acısını çıkarma arzusu, fiyatları aşırı yükseltmeyle neticelenebiliyor. Nasıl olsa, karşısında da; “Yapamadıklarımı yapacağım!” diye şartlanmış şımarık bir kitle olunca, enflâsyona menfî tesir edecek böyle bir hırsı gerçekleştirmek de kolaylaşıyor. Orada da kul hakkını unutmamalı.

Kardeşlik: Cenâb-ı Hak her zaman cömertleri ve merhametlileri sever.

Hele zor zamanlarda…

Yaşadığımız salgın günlerinde, nice insanın işleri bozuldu. Nice çalışan ücretsiz izinlere mahkûm oldu. Bu sebeple yapılacak abartılı harcamaların ve davranışların mahrum gözlerin nazarlarına takılma ihtimali çok yüksek.

İdrâk ettiğimiz Kurban Bayramı inşâallah bu sahada gerek ülkemiz içinde, gerek dünyada gözü bizden gelecek yardımlarda takılı kalan coğrafyalarda güzel bir telâfî fırsatı olmuştur. Rabbim îfâ edilen kurbanları kabul eylesin. Musîbetin def‘ine vesile kılsın. Devam ettirmeyi nasîb etsin.

Tevâzu: Musîbetin en büyük dersi, acziyetimizi itiraf etmemiz. Bir küçücük virüsün milyarlarca insana, onca teknolojiye ve bunca güçlü devlete neler yaptığını görmüşüz. Hâlâ o minik ejderhâ, varyant varyant büklümlenerek tehdidine devam ediyor. Böyleyken biraz güneş çıktı diye şımarmak akıllıca mı? Bencil ve egoist olmak, insanca mı? Hele;

“–İhtiyacım bile yok ama geçmiş günlerden intikam almalıyım!” diye fazladan lükse para harcamak vicdana sığar mı?

Hakikî Telâfî

İnsanda bir duygu varsa, onun ilâhî plânda gerçek, doğru ve güzel bir tatmini de mutlaka vardır:

Bu dünya tamamıyla bir imtihan âlemi. Onun tamamı, müttakî mü’minler için karantina; tamamı tedbir, riyâzat ve fedâkârlık mekânı. Tedbirler içinde yaşanan bir ömrün bütün mahrumiyetlerinin, sıkıntılarının ve yokluklarının acısının çıkarılacağı yer ise cennettir:

“(Cennetliklere denir ki:)

«–Geçmiş günlerde işlediklerinize (iyi amellerinize) karşılık, afiyetle yiyin, için!»” (el-Hâkka, 24; ayrıca bakınız: et-Tûr, 19; el-Mürselât, 43; el-Ahkāf, 20)

Bu âyette geçen «islâf» fiili, borç vermek mânâsını içinde taşıyor. Paranın önden verilip malın sonradan alındığı «selem akdi» de bu fiille ifade ediliyor.4

Yani;

“Geçmiş dünya günlerinizde; ileride lâzım olacak, ileride geri alınacak, ileride acısı çıkarılacak, telâfî edilecek tarzda takdim ettiğiniz muhlisâne fiillerin, fedâkârâne yardımların, kardeşâne işlerin karşılığı ve ödemesi olarak, şimdi nâil olduğunuz cennette, afiyetle bol bol yiyin, için!”

Kavm-i Yûnus’un dışındaki diğer kavimler başlarına gelen musîbetleri hiçe saydılar. Ondaki ibreti görmezden geldiler. Görüp biraz tesir altında kalsalar bile hemen o duygulardan sıyrıldılar. Sonunda dünyadan âhirete hiçbir yatırım yapmadan, müflis bir şekilde gittiler. Asıl intikamı onlardan «Azizün Zü’ntikām» aldı.

1443’ün âşûrâsının da, ümmet-i Muhammed için, af ve afiyete, şifâ ve rahmete vesile olması niyâzıyla!..

_________________________________

1 Yazar ve şairlerimizden Prof. Dr. Harun ÖĞMÜŞ; meseleye bir yazısında, deprem sonrası davranışlar misaliyle temas etmiş ve insanların âdetlerinden kolayca sıyrılamadığı hükmüne varmıştı. Yüzakı, 2005, Ocak. https://www.yuzaki.com/2015/01/aliskanlik-ve-ibadet/

2 Bakınız: Yûnus, 22-23; el-Ankebût, 64-66.

3 Osman Nûri TOPBAŞ, Nebîler Silsilesi, c. 3, s. 197-198; https://www.islamveihsan.com/hz-yunusun-a-s-hayati.html

4 Tâhir İbn-i Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, el-Hâkka, 24.