GARİPLERİN DUâSI

Ömer Sâmi HIDIR samihidir@gmail.com

Uzun bir yoldan gelmişti, birkaç saat sonra taksiyi teslim edecekti. Gün boyu kafasını kurcalayan sorular hâlâ cevapsızdı. Bu kadar borcu nasıl ödeyecekti?!. Ayrıca ortak olarak çalıştırdıkları taksi iyice eskimişti, sık sık ârıza yapıyor hattâ bazen aldığı yolcu ile birlikte yolda kalıyordu. Ortağı, kendi payına düşen meblâğı hazırlamıştı. Kendisi de bir an önce parasını toparlamalıydı. Bayide aylar öncesinden sıraya girmişlerdi, vakit tamam olunca da arabayı alacaklardı. İkinci kez girdikleri bu sırayı da kaçırırlarsa, arkadaşı ortaklığı bitireceğini söylüyordu. Bir çözüm arıyordu ama elindeki imkânlar mahduttu. İçine düştüğü bu zor durumdan nasıl çıkabilirdi? Bunları düşündükçe başına ağrılar giriyordu. Taksiyi ortağına teslim edip evine geçti, başını yastığa koyduğunda cevapsız sorular zihninde dönüp duruyordu.

Sabah ezanı ile uyandı, hazırlanıp camiye gitti. O zor sorular namazın ilk tekbiri ile siliniyordu bir anda. Ellerini açıp duâya başlayınca, gönlüne bir ferahlık geliyordu.

Biraz sonra yine taksiye çıkacaktı. Kahvaltı yapıp hazırlandı. Ortağı her zamanki yere gelip arabayı verecekti. Buluşma yerine gelip beklemeye başladı. Ortağı hızla gelip yanında durdu. Sert bakışlarla arabadan inip kendisine doğru yürüdü. Anahtarı verirken şöyle dedi:

“–Ganî, biliyorsun süremiz azaldı, tarlanı mı satıyorsun, bahçeni mi satıyorsun ben anlamam! Vakit dolunca o para hazır olmazsa çıkacak masrafı sen ödersin!..”

Bu sözleri duyacağını biliyordu ama bu kadar sert ve kararlı olacağını tahmin etmiyordu. İlk başta babasından kalan mîras ile bu işe ortak olmuştu.

Yıllarca beraber çalıştılar, evini geçindirmekte zorlanmadı. Fakat hanımının hastalanıp masraflı tedaviler görmesi ve arabanın iyice eskimesi üst üste gelince, birikimi eridi gitti. Babasından kalan küçük bir tarla daha vardı onu da satışa çıkarmıştı, fakat tarla yıllardır satılmıyordu. Civar komşular;

“–Bu tarlanın bir yolu bile yok, kim ne yapsın böyle yeri, hemen satılmasını bekleme, başka çareler ara!” diyorlardı.

Bu sözler tekrar tekrar kulağında yankılanıyordu. Gönlü daralmış, canı fena hâlde sıkılmıştı yine. Fakat durdu, derin bir nefes aldı, gönülden bir besmele çekti. Çözümün, daha fazla gayret edip çalışmak olduğunu düşündü. İç sesi böyle söylüyordu. Sıkıntıların derdini çekeceğine, gayret edip tevekkül etmeliydi.

Direksiyonu, müşteri bulacağını umduğu bir hastahâneye doğru kırdı. Biraz ilerleyince yol kenarında bir kadın gördü. Kucağında bir bebek vardı. Yaklaşınca bir de hamile olduğunu fark etti. Kadıncağız iki gözü iki çeşme ağlıyordu. Yardıma ihtiyacı olduğu her hâlinden belli idi. Yanında durup;

“–Bacım, bir yere mi gideceksin?” dedi.

Kadıncağız;

“–Eve gideceğim ama param yok.” diye cevap verdi.

Ganî;

“–Gel kardeşim para istemem.” dedi.

Kadın yavaş hareketlerle bindi arabaya…

“–Sen niye ağlıyorsun kardeşim, bir derdin mi var?”

“–Ağabey; benim kocam kanser oldu, uzun bir süre tedavi gördü, iki gün önce de bu hastahânede vefat etti…”

Duydukları; Ganî’yi derinden üzmüştü, ne diyeceğini bilemiyordu. Kadıncağız biraz sonra kendini toparladı, evinin yolunu tarif etti. Yarım saat ilerleyip nihayet eve vardılar. Kadın hâmile olduğu için yine arabadan yavaş hareketlerle iniyordu. O da şoför koltuğundan inip, küçük çocuğun inmesine yardımcı oldu. Çocuğun elinden tutup eve kadar götürdü. Burası şehrin biraz dışında, tek katlı küçük bir evdi. Annesi eve girince çocuk da hızlıca kapıyı itekleyip içeri girdi. Kapının açılmasıyla evin perişan hâli göründü, evdeki tek eşya yerdeki eski bir kilimdi.

Kapının yanındaki pencereden bakınca da mutfak görünüyordu. Eskimiş perde, yakın mesafeden gelen bakışları örtmeye yetmiyordu. Mutfak bomboştu… Ne düzgün bir kap kacak ne de görünürde bir gıdâ vardı. Sadece küçük tüp ve bir somun ekmek seçiliyordu.

Bu manzarayı gören Ganî, kendi evindeki mutfağı düşündü. Hanımının; «Evde bir şey kalmadı, alışveriş yapar mısın?» sözleri yankılandı kulaklarında. Kendi mutfağı geldi gözünün önüne. Bu mutfağa bakınca ne kadar çok yiyecek vardı. Saniyeler içinde zihninden geçen bu kayıtların ardından elini cebine attı. Cebinde ne kadar para varsa çıkarıp kadıncağıza verdi. Kendi evine alacağı «erzak»ı çoktan unutmuştu. Aileyi bu hâlde bırakıp gitmeye gönlü el vermedi.

Kadıncağız bu ikram karşısında teşekkür etti, sonra ellerini açtı. Öyle içten duâ ediyordu ki… Ganî sadece; «Âmîn!» diyordu. Duâ bitince hızlıca arabasına geçti. İçi ferahlamıştı. Tarif edilmez güzellikte bir hâli vardı şimdi…

Şehir merkezine yöneldi. Sağ tarafta el işareti yapan bir kişi gördü. Tam yolcuyu alıp gideceği esnada telefonu çaldı. Arayan memleketinden bir tanıdığı idi. Direksiyon başında olduğu için cevap veremedi. Bir taraftan da soru işaretleri belirmişti zihninde. Acaba onu niye arıyordu?..

Yolcuyu gideceği yere ulaştırdıktan sonra sağa çekti ve arkadaşını aradı. Arkadaşı hâl hatır sorduktan sonra köydeki arsasından bahis açtı. Bir müşteri bulduğunu ve o şahsın arsayı hemen almak istediğini söyledi. Teklif edilen fiyat kendi düşündüğünden hayli yüksekti. Ganî, hemen kabul etti. İşlemleri başlatmasını istedi. Yıllardır bir talibi çıkmayan arsaya ne olmuştu da ânîden bir müşteri çıkmıştı?.. Hem de ummadığı bir rakam teklifi ile…

Kısa bir sürede satış işlemi tamamlandı. Arsayı alan kişi ile belirlenen saatte tapuda buluştular, çok nâzik ve kibar bir kişiydi. Güngörmüş olduğu her hâlinden belli oluyordu. İşlemler tamamlanınca duâlaşıp ayrıldılar. Gelen rakam ile hemen borçlarını ödedi. Ortağına verdiği sözü de yerine getirdi. Yeni arabalarını vaktinde teslim aldılar. İşleri yoluna girmiş, üzerindeki bütün yükler hafiflemişti.

Ganî; yine soluğu camide almıştı, namazdan sonra ellerini açıp şöyle duâ etti:

“–Yâ Rabbî! Bizim yaptığımız küçük bir iyiliğe karşı dünyada böyle bir mükâfat verdin, kim bilir âhirette güzel amellerimize ne büyük lütuflar bahşedeceksin. Sana sonsuz hamd ü senâlar olsun!..”

Mahallenin camisinde hocaefendi; her namaz sonrası bir âyet-i kerîme veya bir hadîs-i şerif nakletmeyi âdet edinmişti. Bu sabah mevzu edilen hadîs-i şerif ise çok câlib-i dikkatti, imam efendi şöyle dedi:

“Kıymetli cemaat, Efendimiz şöyle buyurmakta;

«Haklarında yeminle söz söyleyebileceğim üç haslet vardır; iyi belleyiniz:

•Sadaka vermekle kulun malı eksilmez.

•Uğradığı haksızlığa sabredenin Allah şerefini artırır.

•Dilenme kapısını açan kimseye, Allah fakirlik kapısını açar.»” (Tirmizî, Zühd, 17)